CHP Genel Başkanı Özel’i kabulüne ilişkin, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan bir değerlendirme yaptı ve “Türkiye’nin, Türk siyasetinin buna ihtiyacı var… Türkiye’de siyasetin yumuşama dönemini başlatalım diyorum” ifadelerini kullandı.
Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi siyasetin yumuşamaya gerçekten ihtiyacı var. Erdoğan karşısında her seçimde yenilen, 14-28 Mayıs’ta “bu sefer kesin kazanıyoruz” havasıyla seçime girip tekrar kaybeden muhalif kitle yaşadığı hayal kırıklıklarıyla iyice umutsuzluğa boğulmuş, kendisini çaresiz hissetmeye başlamış, sağlıksız bir ruh haline bürünmüştü. 31 Mart seçimlerinde elde edilen yerel başarı bu hastalıklı ruh halinin dağılmasını da beraberinde getirdi. Bu, açıkçası, Cumhur İttifakı kitlesi açısından da “kaybetmenin” olumlu bir yanıdır. Keskin bir kutuplaşma sonucu biriken gerilim, muhalefet kitlesine zarar verdiği kadar iktidar seçmenine de zarar verir. Muhalefetin lokal başarısı, her iki kitleyi de gerçeklikle buluşturmuştur.
İyi de, Erdoğan-Özel buluşması böyle bir yumuşamanın yolunu açabilir mi?
Erdoğan-Özel buluşmasına büyük anlamlar yüklenmemesi gerektiğini savunanlardanım. Her ne kadar son 8 senedir olmadıysa da, Türkiye’de iktidar ve muhalefet liderleri ilk kez bir araya gelmiyor. İnönü-Menderes dâhil olmak üzere demokrasi tarihimizde en çetin ve en gergin zamanlarda bile iktidar-muhalefet buluştular, bir masa etrafında oturup konuşabildiler. Yani Erdoğan-Özel görüşmesinde olağanüstü bir durum yok. Görüşmeye ilişkin, Cumhur ittifakının dağılacağı, AK Parti’nin MHP ile yollarını ayıracağı, CHP ile ittifak kurulacağı, Ekrem İmamoğlu’nun devre dışı bırakılacağı yönündeki yorumların ayakları yere basmıyor. Hatta bir ya da birkaç buluşma dahi bir Anayasa değişikliğinin önünü açmaz.
Yine de buluşma, siyasette yumuşamanın kapısını aralamıştır; burası gerçek. Lakin bu yumuşama süreci devam eder mi, edebilir mi? İşte orada umutlu olmamak gerekir.
Muhalif kitle Türkiye’de kutuplaşmayı, gerginliği, kamplaşmayı Erdoğan ve AK Parti’nin ürettiğini iddia eder. Oysa tam tersidir. CHP, 14 Mayıs öncesinde, içerisindeki birbirine zıt kutupları bir arada ve dengede tutmak zorundaydı. Örneğin Alevilerle laikleri, ulusalcılarla solcuları, sosyalistlerle faşistleri ipteki cambaz kıvraklığı ve dikkatiyle avucunun içinde tutuyordu. CHP’nin her 1 Mayıs’ta sol örgütlere destek vermesi ama şiddet eylemleri başlayınca ortadan kaybolması da buna bir örnek. “Sizinle beraberiz ama şiddette ortadan kayboluruz” diyerek devleti de radikal solu da memnun edebiliyordu. İçerdeki tüm bu fraksiyonları bir arada ve dengede tutabilmenin yegâne yolu da bir düşman oluşturmak ve onunla kutuplaşmaktan geçiyordu. Dışarıyla kavga, içerdeki meselelerin üzerini örtüyordu.
CHP’nin şimdi idare etmesi gereken çok daha fazla fraksiyon var. Yukarıdakilere ek olarak denkleme milliyetçiler, ırkçılar, az da olsa muhafazakârlar, sağcılar, Kürtler ve PKK taraftarları eklendi.
Yani CHP’nin şimdi eskisinden daha çok kavgaya, kutuplaşmaya, gerilime ve kamplaşmaya ihtiyacı var.
“Siyasette yumuşama” diyerek Erdoğan önümüzdeki 4 yıl, daha pozitif, daha ılımlı bir yol izleyeceğini gösterdi. Özel’i bu anlamda sıkıştırdı desek yanılmış olmayız. Zira Özgür Özel’in, CHP denklemindeki bu kadar bilinmezle “yumuşak” siyaset yürütmesi çok zor. Yaşayıp göreceğiz.
Tarikat ve cemaatlere dair…
Cuma günü yayınlanan “İsmailağa’ya Değil, Türkiye’ye Operasyon” yazıma olumlu ya da olumsuz çok sayıda tepki geldi. Yazıya şerh olarak değil ama ek olarak şu hususları vurgulamalıyım:
1. Türkiye’de mevcut tarikat ve cemaatlerin çok sorunları ve çok sorunlu yanları var ancak tekrar ediyorum: Bu ülke ve milleti ayakta tutan ana kolon tarikat ve cemaatlerdir. Onları yıkarsanız, çatı çöker. Nitekim toplumda hızı artan çözülme ve farklı manevi arayışlar, cemaat ve tarikatların gerilemesinin bir neticesi.
2. Cemaat ve tarikatlar için “yerli” vurgusunu özellikle yaptım. Örneğin Fetullahçılık (FETÖ) yerli değil, yüzde 100 ABD üretimi ve ABD kontrolünde bir yapıydı. FETÖ elbette tek örnek değil.
3. “Haçlılar ve Siyonistler Türkiye’de cemaat ve tarikat kurdular” diyenler oldu. Tam da anlatmak istediğim bu: Haçlılar ve Siyonistler, cemaat ve tarikatların Türkiye’nin ana taşıyıcı kolonu olduğunu fark ettiler ve oraya saldırıyorlar. FETÖ’nün mesela, varlık amaçlarından biri buydu. Haçlı ve Siyonistlerin fark ettiğini bizde hâlâ fark edemeyenler var.
4. Kemalistler yazıya yoğun tepki verdiler, haklılar. Zira Kemalizm de bir tarikattır ve şerik (ortak) kabul etmiyor; tarikat ve cemaatlere alerjisi de buradan kaynaklanıyor.
5. Mevcut bazı cemaat ve tarikatların sorunlarını, bazılarının çürümüşlüğünü, sorunlu dini yaklaşımlarını, siyasi ve ticari ilişkilerini göstererek tamamının kapatılması gerektiğini savunan ya da tasavvuf karşıtı bazı samimi tepkiler de var. Yerlerine ne koyacaksınız, Ehl-i Sünnet’i kim ayakta tutacak, halkın maneviyat arayışına kim cevap verecek o zaman hiç düşündünüz mü?
6. Tekke ve zaviyeleri kapatan kanun ilga edilmeli. Edilmeli ki, tarikat ve cemaatler yasal, şeffaf, denetlenebilir bir yapıya kavuşsunlar. Hatta böylece Alevilerin cemevi talepleri de karşılanabilsin, o sorun da tatlıya bağlanabilsin.