Sakıncalı işgüzarlık!

Bakan Fidan diyor ki:

“Bu adımla UAD önündeki sürecin doğru yönde ilerlemesini temenni ediyoruz. Esasen ifade ettiğim gibi bu başvurumuza yönelik çalışmalarımız çok uzun süredir devam etmekteydi. Biz bundan sonra, bu siyasi karar Cumhurbaşkanı'mız tarafından alındıktan sonra ve şu anda bütün dünyaya duyurulduktan sonra hukuki çalışmalarımızı tamamlayacağız!”

Şimdi sözü uzatmadan hemen söyleyelim; ihtiyaç ve gerek olmadığı halde iktidarın bu adımı atmaya kalkışması işgüzarlıktır, hem de ciddi sakıncaları olan bir girişimdir. Nedenlerini sıralayalım:

MÜDAHİL OLMANIN NE GİBİ SAKINCALARI OLABİLİR?

1) Güney Afrika’nın 29 Aralık 2023 tarihinde açtığı dava devam etmektedir. An itibariyle coğrafyaya çok uzak olan Nikaragua ve Kolombiya müdahil ülkelerdir. Türkiye ise, önemli bir bölge ülkesi olarak meseleye yakındır, hatta meselenin bir parçasıdır ve bu nedenle duruşu ilgili çevrelerce dikkatle izlenmektedir. Dolayısıyla, seyir halindeki bu davaya aradan bu kadar zaman geçtikten sonra, üstelik bu kararı alan “ilk İslam ülkesi” vurgusuyla “ben de katılıyorum” demesi Ankara’nın niyet ve hedefi hakkında haliyle sorgulamalara yol açabilir. İlk nazarda neden bu kadar beklenildiği sorulabilecektir.

2)Bakan Fidan açıklamasında, kararın siyasi olduğunu, hukuki gerekçelerinin ise oluşturulmasına çalışıldığını belirtmektedir. İşin püf noktalarından birisi de budur! Zira alınan siyasi bir karara arkasından hukuki kılıf oluşturmak yöntemi işin doğasına aykırıdır ve atılmak istenen adımı baştan sakatlar. İşin doğası konunun önce hukuki yönleriyle değerlendirilmesi, siyasi kararın da buna göre oluşturulmasıdır. Hukuk at, siyaset de araba ise, iktidar atı arabanın önüne değil, arkasına koşmuştur!

3)Türkiye bölgesel ve küresel planlarda ağırlığı olan stratejik bir ülkedir. Hem Filistin, hem İsrail’le tarihsel ilişkileri vardır. İsrail’in hukuksuz saldırılarına karşı çıkma, Filistin halkını ve haklarını destekleme politikamız doğrudur. Ancak İsrail eleştirilerimizi soykırım davasına müdahil olma noktasına taşımak, Türkiye’nin bölge ülkesi olarak çatışmaların sonlandırılması, Filistin halkının haklarının tanınması ve bölgeye barış, istikrar ve refah getirilmesi bağlamında oynayabileceği ve oynaması gereken rolü bir anlamda sıfırlamak sonucunu doğuracaktır.

Türkiye yıllardır İsrail üzerindeki etkisi nedeniyle Ortadoğu’da barış ve istikrar için önemli arabuluculuk girişimlerine imza atmış bi ülkedir. Oysa soykırım davasına müdahil olmak geri dönüşü olmayan bir yoldur. Sayısız u-dönüşlerinin mimarı olan mevcut iktidar bile UAD önünde savunacağı görüşlerinden geri dönme şansına sahip değildir. Siyasi söylemlerimizi bu kez UAD nezdinde de müdahil sıfatıyla İsrail’i soykırımla suçlamak Türkiye’yi hukuken ve siyaseten bağlayacaktır. Dava zaten Türkiye olmadan da yürümeye devam edecektir. Türkiye müdahil olmadan da İsrail’i eleştirmeyi sürdürebilir. Hatta böyle yapması daha elverişli sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle de, Bakan Fidan’ın duyurusu iç siyaset zorlama ve ihtiyaçlardan kaynaklanan bir işgüzarlık olabileceği izlenimini vermekte olup, gereksiz ve sakıncalı bir hamledir.

4) Müdahil olma kararının çok önemli bir başka sakıncası daha vardır. Türkiye kendisi soykırım iddialarıyla karşı karşıya olan bir ülkedir. İsrail’de Türkiye’ye yönelik Ermeni soykırımı iddialarını desteklemeye hazır olan çevreler vardır. Bu iddialar bağlamındaki Filistin tutumu bile ikirciklidir. Öte yandan, başta ABD’de olmak üzere Ermeni lobileri, bu sefer Yahudi ve Rum lobileriyle işbirliği yaparak durumu Türkiye aleyhinde değerlendirmeye çalışacaklardır. Diğer bir deyişle, Güney Afrika-İsrail davasına müdahil olma kararı Ermeni iddialarına güncellik kazandırarak bu iddiaların sahiplerine bir fırsat penceresi yaratabilecektir. Evet, Türkiye UAD’nın zorunlu yargı yetkisini tanımamaktadır. Ancak bu keyfiyet Ermeni soykırım iddialarının diğer bütün ortamlarda Türkiye aleyhine istismar edilmesini de engellemeyecektir.

SONUÇ OLARAK…

Sonuç olarak, Bakan Fidan’ın tamamlanacağına işaret ettiği incelemelerin de İsrail’e yönelik eleştiri, çağrı ve baskıların anılan davaya müdahil olmadan da rahatlıkla sürdürülebileceğini göstermesi gerekir. Filistin-İsrail politikamız UAD önündeki bir davanın içine hapsedilmemeli, sorunun çözümüne hizmet edebilecek olan ve tarihsel bir kazanım olarak niteleyebileceğimiz hareket kabiliyetimiz sınırlanmamalıdır. İsrail Filistinlilere karşı işlediği suçların hesabını mutlaka vermelidir ve er geç nasıl olsa verecektir. Dolayısıyla, henüz vakit varken Türkiye’nin müdahil olma kararından vazgeçmesi, ancak İsrail üzerindeki diplomatik baskısını ve konuya ilişkin girişimlerini etkin bir biçimde sürdürmesi doğru olan seçenektir.