Cumhuriyetimiz ikinci yüzyılına girerken dış politikamız, diplomasimiz ve Dışişleri Bakanlığımız ne durumdadır, nasıl olmalıdır sorularının yanıtları ülkemizin geleceği için çok yönlü büyük önem taşımaktadır. Dış politika Türkiye’nin güvenliğini, refahını, istikrarını ve itibarını belirleyen kesintisiz ve dinamik bir süreçtir. Diplomasi ise dış politika ve dış ilişkilerin yürütülmesi bilim ve sanatıdır.
Kısa bir tanımla, diplomasinin bilim boyutu hem genel, hem meslek içi eğitimden oluşur. Sanat kısmı ise meslek içinde zamanla her bir diplomatın kişisel özellikleriyle harmanladıkları, tecrübeyle zaman akışı içinde oluşur. Diplomasimiz, her şeyden önce, Cumhuriyetimizin kurucu ilke ve vasıflarıyla uyumlu olmalı, ülke çıkarlarını her şeyden ve herkesten üstün tutmalı, hukukun üstünlüğü kuralına, insan haklarına, temel özgürlüklere saygılı olmalıdır. Bilim ve bilgiye dayanmalıdır. Dış politikanın her türevinde Mustafa Kemal Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” şiarı diplomasimizin daimi referans ve hedefi olmalıdır. Cumhuriyetin yaklaşık ilk seksen yılında ilişkilerimiz bu esaslar dahilinde yürütülmüş ve diplomatlarımız uluslararası düzeyde saygın, itibarlı bir konuma sahip olmak başarısını göstermişlerdir.
Öncelikle acı bir gerçeği vurgulayalım: 2002’den bu yana Türkiye’nin ülke çıkarlarına odaklı bir dış politikası yoktur; bunun yerine, sadece iktidarın siyasi çıkar ve hedeflerine bağlı dış ilişkileri vardır! İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), dış ilişkileri kendi ideolojik anlayış ve önceliklerine hizmet edecek bir araç olarak görmektedir. Ve diplomasiyi bu doğrultuda kullanmaktadır. Bu zihniyete göre nasıl ki demokrasi son istasyona varıldığında inilecek bir tren ise, dış ilişkiler de – binmeyi kabullenmeyen meslekten gelen diplomatlar hariç- içindeki görevlilerle birlikte bu trenin bir vagonundan ibarettir.
İktidar, dış ilişkileri ilk yıllarında örtülü olarak, sonra daha görünür şekilde Cumhuriyet rejimini ve laik yaşamı dini saptamalara göre düzenleme amacına hizmet edecek bir anlayışla yürüte gelmiştir. Bu bağlamda hatırlayalım ki ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin yükselen radikal İslam'ın panzehiri olarak ılımlı İslam'ı görmeleri ve AKP’nin de sözde ılımlı İslam'ı temsil ettiğini düşünmeleri, AKP’nin elini iktidarının ilk yıllarında dışarda bir hayli bir hayli rahatlatmış ve ona dış ilişkilerde geniş bir manevra alanı yaratmıştır.
Son yıllarda da içerdeki siyasi, ekonomik ve toplumsal sıkıntı ve ihtiyaçların dikte ettiği u-dönüşler, zikzaklar, savrulmalarla dolu olan ve adeta hamaset tsunamisine maruz kalan dış ilişkilerin uygulayıcısı olarak Türk diplomasisi de eski saygınlığını kaybetmiştir. Buna rağmen bugün hala, kendi kendine vehmedilen, Türkiye’nin “oyun kuran, gerektiğinde oyun bozan” bir ülke olduğu iddiası tekrarlana gelmektedir.
Merkezde ve dışarda çeşitli kademelerinde görev yaptığım Dışişleri Bakanlığı Cumhuriyetimizin övünç kaynağı kurumlarından biridir. Gelenekleri olan, liyakati esas alan, itibarlı, saygın bir kurumdur. Türkiye’nin iyi yetişmiş ve eğitilmiş gençlerin hep tercih ettiği bir kurum olagelmiştir. Ülkemizi bölgesinde saygın, Batıyla yakın ilişkileri olan, Arap ve Müslüman dünyasınca demokratik, laik yapısıyla gıpta edilen, ülke güvenliği ve çıkarlarına odaklı tutarlı politikaların üreticisi, uygulayıcısı ve başarılı takipçisi olmuştur.
Bugün ise bu güzide kurum maalesef tanınmaz haldedir. Teşkilat yasası siyasi müdahalelere yol verecek şekilde değiştirilmiş, dışardan siyasi atamaların sayısı giderek artmış, merkez teşkilatı ise yeni Başkanlık rejiminin uzantısı haline getirilmiştir. Müsteşarlık makamının kaldırılması ve yerine Bakan yardımcılıklarının ihdas edilmesi Bakanlığı siyasi iradenin partizan tercihlerinin oyun alanına çevirmiştir. Bu ortamda en ciddi sıkıntıyı ise meslekten gelen diplomatlarımız çekmektedir. Kimileri istifa edip ayrılmakla birlikte, çoğunluğu giderek daralan alanlarda ülke çıkarlarını korumaya çalışmaktadırlar. Bu gidişat içinde mevcut yöneticilerin günübirlik çıkışlar, hamleler ve gerçekle ilgisi olmayan söylemlerini toparlamak durumunda kalan Dışişleri Bakanlığı daha da yıpranmaya mahkumdur.
Şimdi yeni Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan diplomatların belli alanlarda ihtisaslaşarak uzmanlaşmalarından, merkez teşkilatının değiştirilmesinden, idari konuların dışardan yapılacak atamalarla yerine getirilmesinden bahisle yapısal reformlar yapılması gereğini vurgulamaktadır. Dışişlerinde göreceli bir ölçüde alan uzmanlığı zaten hep vardır. Ekonomik konular, çok taraflı örgütler, siyasi konular, istihbarat ve konsolosluk işleri gibi… “Yapısal reformlar” adı altında adımlar atılırken iyi değerlendirmek ve uzun vadeli düşünmek şarttır. Dışişleri Bakanlığı siyasi iradeye yol gösteren, seçilen bir yolun çeşitli vadelerde artı ve eksilerini anlatan, silahlı kuvvetler, ticaret, kültür, turizm ve sivil toplum örgütleriyle eşgüdüm sağlayan, çalışmaları büyük ölçüde açık ve şeffaf olan bir kurumdur. Dışişlerinin yapılanması konusunda zamanın Dışişleri Bakanın talimatıyla 2006 yılında 3 rapor hazırlamıştım: 1.”Dışileri Bakanlığının yapısı, çalışma yöntemleri ve yeniden yapılanmasına ilişkin rapor: sorunlar ve çözüm önerileri”, 2. “Eğitim Merkezinin Dışişleri Akademisine dönüştürülmesi” ve 3.”Dışişleri Stratejik Araştırmalar Merkezi”. Bu raporlar maalesef zamanında uygulanma şansı bulamamıştır. Ve son yıllarda Bakanlığımız siyasi müdahalelerin etkisiyle zaten ciddi kayıplara uğramıştır. Bu vesileyle özellikle hatırlatmak isterim ki sırf “dış misyon sayısı itibariyle dünyada 5. sıradayız” diyebilmek için personelsiz, donanımsız dış temsilcilik açmanın ülkemize faydası yoktur, hiç yoktur. Bu sadece ülke kaynaklarının israfıdır. Sayı değil, kalite önemlidir. Tavsiyem, reform yapılacaksa Bakanlığın liyakate dayanan geleneksel yapısını koruyan ancak günümüzün ihtiyaç ve koşullarına uzun vadede yanıt verecek sınırlı iyileştirmelerle yetinilmesidir. Bunu gerektiği gibi yapmak için de aceleye gerek yoktur. Yeni Bakanın önce siyasi müdahalelerle yapısı bozulmadan önceki Dışişleri Bakanlığını araştırması ve tanıması gerekir.
Anlaşılacağı üzere, Cumhuriyetimizin 100. yılında ülkemizi dış ilişkiler, dış politika ve diplomasi alanlarında zor günler beklemektedir. Mevcut iktidar son seçimlerden üstün çıktığına göre, ülkemizi yakın gelecekte hukukun daha da siyasallaştığı, eğitimin bilim değil inanca dayalı dönüşümünün daha da güçleneceği, kadının toplumsal yaşamdan daha da dışlanacağı, tarikat ve benzer yapılanmaların güçlenerek çoğalacağı günler beklemektedir.
Ancak meydan boş değildir. Cumhuriyet 100. yılında bir sınama karşısındadır. Mevcut yönetiminin anti-laik dürtüleri ve popülist söylemleri karşısında toplumumuz er veya geç gereken yanıtı verecek, laik, demokratik, sosyal hukuk devleti ilkelerine demokratik kurallar içinde sahip çıkacaktır. Hiç şüphem yok ki tarihin akışı içerisinde son 20 küsur yıl bir ara dönem olarak anılacak ve Cumhuriyetimizin 200. yılı da hak ettiğimiz şekilde kutlanacaktır.