Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ak Partili” olduğunun altını çize çize bir süredir kullandığı dil gerçekten şaşırtıcı. Tepkilere de aldırmıyor, bir bakıma içselleştirilmiş bir dil bu.
Üstelik depremin yıl dönümünde, Hatay ile başlamıştı. “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Gelmedi. Hatay mahzun kaldı” demişti. Tepkiler gelmişti, bir şehrin en yıkılmış gününde, üstelik Cumhurbaşkanı tarafından insanlara bu söylenir miydi?
En son Ordu’da dillendirdi. “Bizim olmadığımız bir büyükşehir belediyesi, kusura bakmayın açık konuşuyorum. Doğal gazı nasıl getirecekler? Biz varsak doğal gaz var biz yoksak doğal gaz yok...”Bir ara Tekirdağ’da “kötü bir dil” örneği olarak benzeri bir üslubu CHP’nin benimsediğini ileri sürmüştü. “Ne oluyor?” diye soruldu. Cumhurbaşkanı Hatay için uyarılmış mıydı? Hatay dili neydi Tekirdağ dili neydi?
Mesela belediyeler iç kredi kullanırken izni Cumhurbaşkanı’nın imzası ile alabileceklerdi. Öyle bir kararname çıkıverdi. Bu, can çekişiyor olsanız bir damla su verilmeyebilir, demekti.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, iktidara ait yönetim olsun olmasın, her şehirde canının istediği tasarruflarda bulunabilirdi. Her şehrin örtülü kayyımı idi. “Yerel idarelerin yetkisinin artırılması” yönelişinden, muhalif ot bitirmeme dönemine gelinmişti.
Gene de ülkede seçimler vardı. Seçim sonuçlandığı günün hemen ertesinde kayyımların tayin edildiği oluyorsa da, gene de vatandaşın önüne sandık konmaktaydı.
Acaba Putin veya Sisi, seçimlere giderken Rusya’nın – Mısır’ın herhangi bir şehrinde - beldesinde, muhalif bir sandık çıkacağı kuşkusunu taşıyor muydu? Türkiye’nin, biraz da muhalefetin zaafları sebebiyle oraya doğru gittiği yönünde değerlendirmeler olsa bile, henüz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sandıklardan onlar kadar emin olduğu söylenemiyor.
O “tehdit” ifadelerinin çirkinliğine kendisinin de inandığını, Tekirdağ’da aynı sebeple CHP’yi suçlamasından anlıyoruz. Ama kendisi de sürdürüyor aynı çirkin dili.
Acaba neden?
Belli ki sandığın ne getireceğini bilmiyor olmasından…
28 Mayıs 2023’te Cumhurbaşkanlığı seçimini aldı. 5 yıllığına yeniden seçildi.
Ama muhalefetteki bütün darmadağınıklığa rağmen yerel seçimlerden korkuyor.
Bir kere İstanbul ve Ankara’da yenilmişliği var. O zaman da Cumhurbaşkanı idi ve hele İstanbul’u ilçe ilçe, meydan meydan dolaştı olmadı, seçimler iptal edildi, daha büyük yenilgi geldi.
Kılçıksız bir iktidar istiyor, onun için de İstanbul’da aykırı bir ses istemiyor. Ordu’da da istemiyor, Hatay’da da istemiyor. Ordu’da bile – ki oralar kalesi sayılır Tayyip Erdoğan’ın- halka karşı “tehdit dili”ni kullanıyor.
Burada -Erdoğan farkında veya değil- bir “halk değerlendirmesi”olduğunu not etmek gerekiyor. Ne o? “Halk bu tehdidi yer” yaklaşımı. “Sandığa giderken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ikazını aklında tutar”düşüncesi… Yani korkar bu tehditten, oyunu ona göre verir…
Cumhurbaşkanı Erdoğan emeklilerin bayram ikramiyesini 1000 -yazı ile bin- lira artırdı. Şöyle bir ikazda, uyarıda, vaatte bulunulsaydı, “Benim adaylarıma oy vermezseniz, bayram ikramiyeleriniz değil bin lira üç kuruş artmaz” denilseydi, doğal gazdan daha etkili bir yaptırım uyarısı olmaz mıydı?
Burada tabii bir de “Bu tehditleri halkın nasıl anladığı” sorusu var. Acaba halk gerçekten Tayyip Erdoğan’ın tehditlerinden etkilenecek bir nitelikte, konumda, durumda mı?
Yoksa bu tür ifadeleri, Ömer Seyfettin’in “Diyet”inde olduğu gibi onur meselesi yapacak bir halk psikolojisi mi söz konusu?
Belli ki Erdoğan öyle düşünmüyor. Çiftlik ahalisini – onlara maraba mı denir?- toplayıp “Ekmeğinizi ben veriyorum” diyen bir ağaya, ya da işçilerini toplayıp “İşten atarsam yerinize çok daha düşük ücretle eleman bulurum siz de işsizlikten kıvranırsınız” diyen patrona karşı nasıl davranır insanlar?
Kolay değil.
İşte Cumhurbaşkanı da o sözleri bu “Kolay değil” durumuna göre kürsülere taşıyor.
4 milyon ailenin sosyal yardımla yaşadığı bir ülkede kolay değil.
Ama, yönettiği ülkenin bu sözleri yutacak kitlelerden oluştuğunu düşünmek de bir liderlik için sağlıklı bir şey değil. Ben şahsen o sizleri dinlerken “Yapma bunu, lütfen yapma” diye içimde isyanlar oluştuğunu hissediyorum. Halk bu tür sözlere tahammül ediyorsa bile, yapmayın lütfen… Halkı başka şeylere tahammül etmeye de alıştırırsınız çünkü…