Başka türlüsü mümkün müydü?

Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın dünkü mesajı şöyleydi: “Ülkemizle birlikte tüm dünyada kutlanan 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü tebrik ediyorum’’

Van’dan İzmir’e Türkiye’nin birçok şehrinde 1 Mayıs İşçi Bayramı olaysız kutlandı. İşçiler yürüyüş yaptı, toplandı, konuştu, marşlar çaldı, halaylar çekti, şikayetlerini, taleplerini dile getirdi ve dağıldı. Nerede ise güvenlik tedbirleri alınmayacak ölçüde, ya da güvenlik tedbirlerinin bu eylemlerin güvenliğini sağlayacak nitelikte olduğu çerçevede gerçekleşti eylemler…

Sadece İstanbul.

Türkiye’nin bütün dünya için sembol şehri.

Orada yaşanan “Taksim gerilimi” bütün ülkenin gündemini belirledi.

İktidar, 1 Mayıs kutlamasını Taksim’de yaptırmamaktan hareket edince, 1 Mayıs İstanbul’un ve ülkenin gündemini teslim aldı.

2 Mayıs’ta CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Cumhurbaşkanı ve Ak Parti Genel Başkanı Erdoğan’la görüşecekti. Bu görüşme, seçim geriliminden sonra dört yıllık bir seçimsiz dönemde, ülke sorunlarının çözümü noktasında iktidarla muhalefetin diyalogu açısından önemliydi. Ana muhalefet partisi CHP, birinci parti olmuş, iktidar ciddi bir yenilgi yaşamış, bir anlamda siyasette kuvvetler dengesinde önemli bir değişiklik olmuştu. Ancak ana muhalefet lideri, diyalogu öncelemiş, bu da iktidar cenahında, daha özelde Erdoğan nezdinde karşılık bulmuştu. Evet , bugün görüşme gerçekleşecekti.

Bugün Erdoğan’la görüşecek olan Özgür Özel, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması, bu noktadaki iktidar tavrının değişmesi için girişimlerde bulundu. İçişleri Bakanıyla görüştü, “Kefil oluyorum” diyerek risk aldı, muhtemel ki bir anlamda, 2 Mayıs görüşmesi öncesinde bir jest olabileceği umuduyla hareket etti.

Ancak iktidar cenahı, İçişleri Bakanı ve İstanbul Valisi üzerinden (belli ki Erdoğan’ın bilgisi dahilinde) “güvenlik riski”ne işaret ederek “yasak kararı”nda ısrar etti.

Ortada bir AYM kararı vardı, AYM’nin kararına göre Taksim’de 1 Mayıs eyleminin engellenmesi “Hak ihlali”ydi. DİSK, KESK gibi emek kuruluşları, AYM kararından da hareketle Taksim hakkını kullanmak istiyordu. CHP yönetiminin eğilimi de bu yöndeydi.

Son kertede 1 Mayıs’a bir tarafın Taksim’de buluşma, diğer tarafın ise Taksim’e kimseyi çıkarmama kararlılığıyla gelindi.

Ve Saraçhane Meydanı gerilimin tavan yaptığı bir alana dönüştü.

Ancak Saraçhane Saraçhane’den ibaret değildi. Nerede ise İstanbul’un kalbi sayılacak beş ilçe, Beşiktaş, Şişli, Fatih, Eminönü, Beyoğlu hayalet şehir haline gelecek, ya da olağanüstü hal manzarası verecek boyutta abluka altına alındı…

Evet, tam 42 bin polis seferber edildi.

Ne oluyordu? Neydi yaşanan?

Ablukanın en ikonik – trajik görüntüsü ise Saraçhane’de, Bozdoğan Kemerleri’nin Saraçhane’den Unkapanı’na doğru açılan kapılarının önünü boydan boya ve kademe kademe kapayan polis barikatı idi.

Bu İstanbul, bu Saraçhane fotoğrafı, sayın Cumhurbaşkanı’nın yönettiği ülkede görmek istediği fotoğraf mıydı?

Taksim’de kutlamalar yapılsaydı, ardından da Cumhurbaşkanı Erdoğan çıkıp, “1 Mayıs’ı işçilerimiz huzur içinde kutladılar, Türkiye 1 Mayıs’ı Taksim’de bir demokrasi ve işçi şöleni halinde yaşadı” diye gururla konuşsaydı kendi iktidarı adına daha olumlu olmaz mıydı? 2010, 2011 yıllarında 1 Mayıs’ta kutlamalar yapılırken, iktidar adına böyle bir başarı seslendirilmedi mi?

2024 yılındayız. Neyi kaybetti Türkiye, Beştepe’den görülebiliyor mu?

Güvenlik tehlikesi!” deniyor ya… Normalde güvenlik tedbirleri demokratik ülkelerde gösterilerin güvenliğini sağlamak için alınır. Bizde dünya şehri, bir gösteriyi önlemek için polis devleti görünümüne sokuluyor.

1977 kanlı 1 Mayıs’ı hatırlarsak, oradaki kan, derin yapıların provokasyonu halinde gelişti. Gezi olaylarında da benzeri provokasyonların devreye girdiği biliniyor.

Gezi’den bu yana iktidar “Taksim ukdesi”ni içinde taşıyarak yürüyor. Oradaki yargılama süreci de problemli devam ediyor, 1 Mayıs olayı da…

Ve olan hukuka, demokrasiye oluyor. İktidar, hukukla, demokratik haklarla sorunlu bir yapıya dönüşüyor.

Bence orada bir akıl devreye girerse, oturup “Ne yaptık biz? Türkiye - İstanbul 2024 yılında bunu hak ediyor mu?” gibi bir sorgulama yaşamalı. Cumhur İttifakı, 31 Mart’ta ciddi bir seçim kaybı yaşadı ya, özellikle Ak Parti, irtifa kaybının sebeplerini araştırıyor ya, bu araştırmanın merkezinde Ak Parti genel başkanı olarak bu tür yenilgilere pek alışık olmayan ve hani şu yazının başındaki “1 Mayıs İşçi Bayramı tebriki” de yapan Tayyip Erdoğan var ya, bence gerçekten o, “Ne yaptık biz?” diye bir muhasebe yapmalı?

Hani Orhan Veli “Beni bu havalar mahvetti” diyor ya… Aynen öyle… Böyle böyle eriyor alttaki zemin.

Dün polis gücü ile geriletti bir Taksim talebini iktidar… Belki bu güçle Gezi Parkı’na bir AVM bile yapılabilir. Bir zafer mi? Elbet.

Hani Pirus Zaferi diye de bir şey var… Zafer kazanıyorsunuz ama, kendi gücünüzden de hayati boyutta kayıplar veriyorsunuz. Ne dersiniz aklın yerini öfkenin – belki intikamın aldığı bir dönemi mi yaşıyoruz? “Başka türlüsü de mümkündü”ye biraz kafa yorulursa, bu gidişin hiç de sağlıklı olmadığı anlaşılacaktır.