Siyasetin değişmesi veya siyasetin biraz daha serbest kalması için, bu alanın profesyonellerinin tazelenmesini istemek, çok anlaşılır bir şey. Sadece sıkılmak bile kuvvetli ve yeterli gerekçe sayılır. Senelerdir, neredeyse kapalı bir kulüp gibi birbirlerini ve herkesi oyalayan siyaset esnafının türediği doğru. Temsili demokrasinin, tarihin sonunun geldiği anlatısıyla ana mesele olan “tercih” sorununu kenara iterek, siyaseti ontolojik bir açmaza sürüklediği de ortada. “Yapılacak iş belli (aynı), iyi yapacak olanı seçmek yeter” şeklinde özetlenen -merkez siyasetin- “vekâlet” konforu, kurumsal siyasetin ilişki evrenini çürüttü. Cevapsız kalanlar, gürültücülerin eline kaldı, belki biraz da kendi seslerini onlara eklemeyi tatmin edici buldular. Bütün bunlarda “siyasetçilerin” büyük katkısı var ve bunu temsil edenlerin değişmesi talebi, yabana atılamaz. Ancak bunu vücuda girmiş bir virüs veya Moğol saldırısı gibi dışsal bir mesele olarak ele almanın anlaşılır bir tarafı yok. Hemen her alanda olduğu gibi siyasette de, eğer bir “bozulmadan” bahsedeceksek, içinde ve çevresinde yer alan bütün unsurların, -üstelik sadece etkileriyle değil, herhangi bir etkiye yeltenmemeleriyle de- belirli ve önemli pay sahibi olduklarını görmek, kabul etmek gerek.
2023-2024 seçimleri civarında -özellikle ikisinin arasında- en çok konuşulan konu, siyasetçileri değiştirmek hakkındaydı. CHP genel başkanını, YSP adını ve eş başkanlarını değiştirdi, İYİP bu hafta sonu değiştiriyor. Muhtemelen başkaları da sırada, AKP’de değişim iddiaları ise hala devam ediyor. Ancak siyasetin perde arkası belirleyicileri, sorumsuz yönlendiricileri, yorumcuları ve seyircileri açısından, “eski tas eski hamam” düzeni biraz hızlı geri geliyor. Komplocular her şeyi açıklayan denklemlerini yeni duruma hızla adapte ettiler; “bambaşka bir yola girildiğini” veya “her şeyin aslında aynı olduğunu” söyleyenler, çıkan tablodan işlerine yarayacak verileri toparlamayı başardılar, en azından bu tasnifi çabucak yaptılar. Olanlardan ziyade, yine ihtimaller daha çok konuşulmaya başlandı. Siyasi gündem -haksızlık etmeyeyim başka bir hareketlilik çabası yok değil- hızla bildik reflekslere, tanıdık başlıklara ve aynı tartışmalara geri dönme eğiliminde. Sadece tamamladığımız haftanın gündemine baksak bile, tanıdık başlıkların veya benzer tartışma ritüellerinin, yeniden belirleyici olmaya başladığını gösteren çok sayıda işareti bulabiliriz. “Subliminal mesajlar” ve bunlara verildiği iddia edilen karşılıkları anlamlandırma gayreti yine ana mesai.
Bahçeli’nin Ferdi Tayfur’lu videosu kime gönderme? Kılıçdaroğlu’nun “müzakere-mücadele” paylaşımı, nereye varmak istiyor? Erdoğan’ın yapacakları ve hiç bitmeyen hazırlıkları neler? Hangi partide kim kazanırsa, kimin yanına yaklaşır? Defalarca konuşulan, yazılan, işaretleri olduğu kadar sonuçları da görülen bir sürü mesele, akıl almaz biçimde -neredeyse aynı argümanlarla- tekrar tekrar “şok gelişme” muamelesi görebiliyor. AKP ile MHP arasında gerilimli ama gayet rasyonel ve “sağlam” ayakları olan ilişki, herkesin malumu. Bahçeli, kendi partisinin meclis grup konuşmasında gayet açık biçimde ortağına, ittifak içindeki çevrelere ve dünya aleme söyleyeceklerini söylüyor. Bu çıkışların sorun teşkil ettiğini ve değiştirilmesi için yoklamalar yapan çevreler olduğunu da biliyoruz. Velev ki Bahçeli, sağlıklı olduğunu göstermek için çekilmiş videoda seçtiği şarkıyla, yine bir şeyler ima etmiş olsun. Senelerdir her aşamada çıkan çatlak gürültüsü açısından “yepyeni” olan ne? Gayet açık biçimde söylediklerinden daha kuvvetli olan ve bütün kanallarda özel yorumlara konu edilmesini gerekli kılan yeni keşif nedir? Veya 2015’te aylarca süren “istikşafi görüşmeler”, müzakere mi mücadele mi sayılmalıdır?
Ödedikleri bedel yetersiz bulunsa bile, hala siyasetçilerin yaptıklarının denetime açık olduğu söylenebilir. Buna karşılık, herhangi bir sorumluluğu olmayan, danışman, araştırmacı, gazeteci ve hatta akademisyenler açısından durum pek öyle değil. Çünkü artık siyaset esnafının organik bir parçasına dönüşmüş bu kalabalık zümre, fikir belirtmiyor, olanı tarif edip yapılması gerekeni belirliyorlar ama daha önemlisi, her gün yeni bir pozisyon gerektiren yeni bir durum veya sürpriz mesaj bulmakla görevliler. Üstelik bunu titrleri, “ellerindeki veriler” ya da kurdukları özel ve ayrıcalıklı ilişkiler sayesinde başkalarının iktidarları üzerinden yapıyorlar. “Sosyoloji öyle diyor”, “araştırmalar böyle söylüyor”, “….. bey veya hanım böyle düşünüyor”. Yapılan bir anketle memleketin gelecek yirmi yılı nasıl anlaşılabilir? Siyaset değişmez kuralları olan bir oyun mudur? Siyaset gibi karmaşık bir zeminde, tek bir şeyle her şeyi açıklamak mümkün mü? Kimsenin bilmediğini, hatta yapacak olanın bile henüz habersiz olduğu şeyleri öğrenmenin yolu nedir? Aşırı indirgemeci genellemeler ve aşırı küçük detaylar üzerinden çok yüksek çıkarımlar aynı anda yapılabiliyor. Mesela “siyasi iletişimciler” -hazır alıcısı olduğu için- “seçimi döndüren”, dengeyi değiştiren kritik olayları keşfetmeyi çok seviyorlar. Edilmiş bir sözün veya yapılan tek bir hamlenin her şeyi değiştirdiğini anlatıyorlar. Oysa o söz veya olaydan seçmenin ancak beşte biri haberdar ve bu detay onda birinin kararını belki etkiler. Seçmenin önemli bir kısmı, lafları arşivlemek şöyle dursun, aday isimlerini bile öğrenemeden sandığa gidiyor.
Siyasetin yetersizlik krizini, kazanamama kompleksiyle sınırlamak çok doğru olmasa bile bir yere kadar anlaşılır. Mücadele ile müsabaka arasındaki fark yeterince belirgin olmayabilir ama kazanma ihtimalinin toparlayıcılığı da ortada. Kurumsal siyasetin kapasite sorunu, sadece “bayrağı tutacak” aktörlerin çözebileceği bir mesele değil ama şahsileşmeden uzak kalmak da kolay olmuyor. Bütün bunlar, dikkate alınması ve tek taraflı düşünülmemesi gereken konular. Fakat bir şeylerin tamamen değiştiği ya da her şeyin aslında pek değişmediği tespitlerini fazla kısa aralıklara sıkıştırmamak gerekli. Hiçbir şey hemen olmadığı için hemen de değişmiyor. An itibarıyla galibiyet-yenilgi gibi görünenin, daha geniş bir aralıkta tam aksi bir sürecin parçası olduğu anlaşılabiliyor. Mesela bloklar halinde düşünüldüğünde daha az değişim tespit edilirken, blok taşıyıcısı (lideri) partilerin performansı hesaba katıldığında güçlü bir hareket görülüyor. Sadece birini veri almak veya diğerini önemsiz saymak isabetli sonuca taşıyamıyor. Güncel siyaset tartışmalarındaki -hem şimdiye dair hem gelecek için- aşırı iyimser ve kötümser yaklaşımlar, kendi tezleri için elverişli verileri listelemekle ve “işe yarar” detayları köpürtmekle -erken- meşgul olmaya başladılar. Açıkçası bu faaliyette, danışman, yorumcu, araştırmacılardan oluşan ikinci çember, siyasetçilerden çok daha atak. (Hatta siyasetçilerin daha soğukkanlı davrandıkları bile söylenebilir) “Seyircinin” hangisinden daha fazla etkileneceği ise henüz belirsiz.
Siyasette ve siyasete olanları, başka bir alandaki “tuhaf” ve derin bir dönüşümden ipuçlarıyla resmetmeye çalışayım. Aslında bu benzetme benim keşfim değil, zaten bir süredir çok revaçta. Siyasi yorumlarda çok sık duyduğumuz “hikâye” metaforuna kimse yabancı değil. “Büyük hikâye bitti”, “anlatacak bir hikâyesi kalmadı”, “yeni bir hikâyeye ihtiyaç var” gibi cümleler veya benzetmeler çok kullanıldı. Ancak, siyasi yorumlarda “hikâye” kavramına müracaat edilirken, kavramın kazandığı yeni içeriği de hesaba katmak gerek. Sosyal medya, TikTok, reality showlar, YouTube ve asıl önemlisi Netflix ve genel olarak “diziler” evreninde, tarih de toplum da siyaset de ve “hikâye” de artık başka bir şey. Bir zamanlar biraz bulaştığım için aşina olduğum sektör içi jargonda, temel dramaturji kurallarına aykırı olsa bile, “işliyor” veya “bakılır” denilen öğeler var. Zayıf hatta düpedüz yanlış dramatik bir akışın, vaka yüklemesi ve -çoğunlukla mantık sınırlarını zorlayan tesadüflere dayalı- şaşırtmacalarla diri tutulması, izlenirliğin sürdürülmesi ve bunun başarı sayılması mümkün. Bilinen -varmak istediği- bir sonu olmadan yazılan ama sezonlar boyunca sürdürülebilen aksiyon serisine, güçlü “hikâye” demek de olası. Son senelerde popüler olan psikolojik -psikiyatrist destekli- drama karakterlerinde olduğu gibi, kişilere ve eylemlerine gerekçe bulma sorumluluğu olmadan, “çünkü öyle” diyerek yaklaşma keyfiliği de serbest. Galiba siyasete ve siyasetçilere “hikâye” yazmaya heveslilerinin önemli bir kısmı, bu yeni “hikâye” formuna kendini fazla kaptırdı. Ancak asıl problem, siyasetin ve seçmenin, buradan çıkacaklara “yeni hikâye” muamelesi yapması olabilir. Belki de daha bir süre, Ferdi Tayfur’un sözlerini yazdığı hikâyeleri “arkasını” okumaya çalışırız.