Faizin yüksekliği ekonomideki hastalığın bir göstergesidir. Hastalık devam ettiği için Merkez Bankası dün politika faizini yüzde 50’de devam ettirmeye karar verdi. MB yakın gelecekte de ateşin düşeceğine güvenemiyor olmalı ki, açıklamasında “Enflasyonda belirgin ve kalıcı bir bozulma öngörülmesi durumunda para politikası duruşu sıkılaştırılacaktır” diyor, yani kemerlerin biraz daha sıkılması.
Mehmet Şimşek yeniden göreve getireli on ay oldu. Kısmı iyileşmeler sağlandı, en mühimi, bir dış ödemeler krizi felaketi önlendi. Fakat on ayda enflasyonda daha belirgin neticeler alınmalıydı. Alınamadı.
Daha önemlisi, geleceğe dair güven tesis edilemedi. Bunu Mehmet Şİmşek de ünlü “locals” konuşmasında “enflasyonun düşeceğine ikna etmemiz gerekiyor” diyerek ifade etti zaten.
GÜVEN SORUNU
Herkes enflasyon düşecek diye değil, düşmeyecek diye düşünerek harcama yapıyor, döviz veya altın alıyor, ona göre kira sözleşmesi imzalıyor... “Beklenti enflasyonu”nun bu yüksekliği piyasadaki reel enflasyonun düşmesini engelliyor.
Faizi daha da artırsanız, yatırımlar daha da olumsuz etkilenecek. Nitekim enflasyon, sınai üretimin çok üstünde seyrediyor. Bir sarmala doğru sürükleniş tehlikesi var.
Piyasaların enflasyon düşecek diye davranmayışının sebebi, ekonomide iplerin nihai olarak Şimşek’in elinde olmamasıdır.
Özal reformlarının ikinci adamı, iktisat ve siyaset tarihimizin saygın simalarından eski Başbakan Yardımcısı Kaya Erdem, dün dönemin gazeteci yazarlarını öğle yemeğinde bir araya getirdi. Nostaljik bir dostlar buluşmasıydı. Fakat geçmişe ait şu sözlerini buraya alıyorum:
“24 Ocak 1980 kararlarını açıkladık, Özal ertesi gün kaynak bulmaya yurt dışına gitti…”
Kemal Derviş de 14 Nisan’da reform paketini açıkladıktan sonra aynı şekilde kaynak bulmak için IMF ve Dünya Bankası’yla görüşmek üzere ABD’ye gitmişti.
Her ikisi de hazırladıkları yapısal reform programıyla güven tesis ederek Türkiye’yi düzlüğe çıkaracak dış kaynağı sağlamışlardı. Özal’ı da Derviş’i de rahmetle anıyorum.
REFORM PROGRAMI YOK
Mehmet Şimşek aynı iktisat anlayışının, yani ortodoks iktisat politikalarının yetkin bir uzmanıdır. Orta Vadeli Program hazırlamıştır fakat bu Özal ve Derviş’in programları gibi “yapısal reform paketi” veya “istikrar programı” değildir. Bunu iktisatçı Prof. Selva Demiralp de belirtmişti. (13 Nisan)
Çünkü Özal da Derviş de ekonomide tam yetkiliydiler. Şimşek’in ise sadece para politikası (Merkez Bankası) ve bir ölçüde de Maliye politikası (bütçe) konularında yetkili olduğu belli. Nitekim sadece Merkez Bankası yönetimini değiştirdi, BDDK’ya bile dokunamadı. Yoksa, 2018’e kadarki bakanlık döneminde Başbakan Erdoğan’a karşı Merkez Bankası’nın bağımsızlığını savunan, Sayıştay denetiminin değerini vurgulayan ve İhale Kanunu’nun düzeltilmesi gerektiğini söyleyen Şimşek niye bugün bunların lafını bile etmiyor?
Bu yüzden Şimşek’in başarısı sınırlı kalıyor.
Elbette Cumhurbaşkanı, Şimşek’e istikrarlı bir destek veriyor. Hatta “nas var, sana bana ne oluyor” sözü bile geçmişte kaldı. Fakat bu destek, bir yapısal reform paketi kanunlaşmak üzere Meclis’te sunulmadığı içindir ki, “ya bir süre sonra değiştirirse…” tereddüdü akıllardan çıkmıyor, “güven tesisi” yeterince sağlanamıyor.
YAPISAL REFORMLAR
Umuyorum ki iktidar camiasında “dış güçler” paranoyası artık kırılmıştır. Nitekim IMF’nin ve Fitch, JP Morgan, Moody’s gibi kuruluşların destek açıklamalarını memnuniyetle karşıladılar…
Fakat Fitch Direktörlerinden Erich A. Moral dünkü açıklamasında, “mali duruş”un gevşemesini eleştirdi, yani seçim ekonomisi!.. Bunun yanında, Merkez Bankası’nın kararları övüyor ama “Merkez Bankası’nın çalışmasını desteklemek için sadece para politikası tarafında değil, diğer politika seviyelerinde de atılması gereken adımlar var” diyordu.
olduğunu söylemediği kurumsal ve hukuki reformlardır. Merkez Bankası’nın bağımsızlığının kanunla sağlanması, kamu bankalarının iktidar partisi organı olmaktan çıkarılması, Kamu İhale Kanunu’nun 2001’deki gibi şeffaf ve rekabetçi hale getirilmesi gibi… İdeali, yargının da bağımsız hale getirilmesidir.
Bunları yapmadan Türkiye gelişmiş ülke olamaz.