Başbakan tarifeli sefere cebinden bilet alır mı!

Seçim öncesi, iktidar partisinin liderinin ve bakanlarının seçim çalışmaları için kamu kaynaklarını kullanıp kullanmadıklarını sormuş, seçim için göz göre göre kullandıkları devlet imkanlarının geçmiş dönem Anayasası’nda mümkün olmadığını anlatmıştık.

Devletin uçakları, devletin otomobilleri artık devlet haline gelen AKP’nin seçimi kazanması için alabildiğine sömürülmüştü.

AKP lideri Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı’nın devasa uçakları ile oradan oraya uçup seçim mitingleri yapmıştı.

Kullanılan imkanlar bununla da sınırlı kalmamış olacak ki, Devlet’in acil, önemli ve gizli işleri için kullanılması amacıyla Cumhurbaşkanlığı makamına tahsis edilen “Örtülü Ödenek” de seçim ayı olan Mart’ta rekor kırdı.

2022 yılının aynı ayında 373 milyon 300 bin TL olan Örtülü Ödenek harcaması, 2024 yılının Mart ayında tam 5 kat artarak 1 milyar 897 milyon TL olarak gerçekleşti.

Bunun yarısının enflasyon artışı olduğunu kabul etsek bile, en az 900 milyon TL’si seçim nedeniyle yapılan ekstra harcamalar.

Yani biz vergi verenler, AKP’nin seçim propaganda faaliyetlerini finanse etmiş olduk.

Eğitim, sağlık, güvenlik gibi memleket harcamalarında kullanılması için verdiğimiz paralar, iktidarın iktidarını sürdürebilmesi için kullanıldı.

Sonuçlara bakılırsa da paramız boşa harcandı.

Bu arada Hollanda Başbakanı Mark Rutte Türkiye’ye geliyor.

İki ülke ilişkilerini geliştirmek için değil, aday olduğu NATO Genel Sekreterliği konusunda Türkiye’nin de onay ve desteğini almak için.

Çünkü NATO’da kararlar oy birliği ile alınmak zorunda ve Türkiye şu ana kadar evet demediği için Rutte’nin sekreterliği açıklanamıyor.

Ve Hollanda Başbakanı Mark Rutte Türkiye’ye bilet parasını kendi cebinden ödediği tarifeli bir uçakla geliyor.

Peki Hollanda fakir bir ülke mi!

Tabii ki değil.

Türkiye’nin hemen hemen 5’te biri kadar bir nüfusa sahip ülkenin ekonomik büyüklüğü hemen hemen Türkiye kadar. Hal böyle olunca da kişi başı geliri Türkiye’nin 5 katı.

Hollanda Devleti’nin başbakanlarına tahsis ettiği bir devlet uçağı yok mu!

Bizimkiler kadar çok ve bizimkiler kadar “büyük” olmasa da onların da elbette devlet yöneticilerine tahsis ettiği bir uçakları var.

Peki bu Rutte niye tarifeli uçakla ve kendi aldığı biletle geliyor, niye itibarından tasarruf ediyor?

Çok basit.

NATO Genel Sekreterliğine adaylığını bir Devlet işi olarak görmüyor, bir şahsi talep olarak görüyor ve şahsi meselesi için devlet imkanlarını kullanmamayı tercih ediyor.

Zaten etmese ülkesinde büyük tartışmalar olur, NATO’ya pirince giderken, evdeki bulguru yitirirdi.

Yani anlayacağınız Hollanda ile aramızdaki tek fark onların daracık bir ülkede Türkiye’nin kat ve be kat tarımsal üretim yapması değil.

Aramızda kapanması aslında çok kolay olmakla beraber çok zor görünen bir “siyasi anlayış” ya da siyasi ahlak farkı da var!

Belki de üretime yansıyan fark da aslında buradan kaynaklanıyordur!

NOT: Türkiye Rutte’nin genel sekreterliğini onaylar mı? Daha önce Stoltenberg’in genel sekreterliğine de karşı çıkmıştık ki, hem de ne çıkış. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine de. 1980’de Yunanistan’ın NATO’ya dönüşüne onay verilmesi için Türkiye’de askerî darbe yapmaları gerekmişti. Şimdi artık gerekmiyor.


Acaba diploması var mı!

Biliyorsunuz, burası miş gibiler ülkesidir.

Her şey olması gerektiği gibi değil, miş gibidir.

Muhalefet muhalefetmiş gibi yapar.

İş insanı iş insanıymış gibi davranır.

Gazeteci gazeteciymiş gibidir.

Hiçbir görev ya da meslek o mesleğin ya da görevin evrensel tanımına uygun olarak icra edilmez.

Bunu bazen dikkatli bakınca görür, fark ederiz.

Bazen de biz dikkat etmesek bile kişiler bu miş gibi durumlarını gözümüze sokarlar.

Bunun son örneği, Diyanet İşleri Başkanlığı’na oturtulmuş zat.

Görevi gereği, Kuranı Kerim’i okuması ve tabii ki anlaması gereken bu zatın Curriculum Vitae’sinde yani Hal Tercümesi’nde bildiği yabancı diller arasında Fransızcanın yanı sıra Arapça da yer alıyordu.

Açıkçası hiç birimizin aklına da Diyanet İşleri Başkanı’nın Arapça bilmiyor olma olasılığı gelmemişti.

“O koltuğa oturtulduğuna göre onu da bilmeyecek kadar cahil olamaz” diye düşünüyorduk.

Yanılmışız!

Bilmiyormuş.

Bizim gibi düşünen bir gazeteci kendisine Arapça bir sual sordu.

Diyanet İşleri Başkanlık koltuğunun fuzuli işgalcisi, “mal mal” diye tabir edilen bir bakışın ardından yanındakine dönerek sorunun Türkçeye tercüme edilmesini istedi. Sonra da berbat bir Türkçe ile berbat bir yanıt verdi.

Diyanet İşleri Başkanı Arapça bilmiyordu.

Bu başlı başına bir ayıptı ama daha da ayıp olan, ülkenin en üst Din Kurumu’nun başına oturtulan adam utanmadan sıkılmadan yalan söylemiş, bilmediği bir şeyi biliyormuş gibi CV’sine yazdırmıştı.

Ülkedeki pek çok şey gibi Diyanet İşleri Başkanı zaten Diyanet İşleri Başkanıymış gibiydi de, Arapça biliyormuş gibi yapıyordu.

Utanmanın kalmadığı bir ülke için, son derece normal bir durumdu.

Tarak ile baş uyumlu idi.

Merak ettiğim husus ise bu zatın İlahiyat Fakültesi diploması olup olmadığıydı.

ERBAŞ İÇİN NOTLAR: Ne olur ne olmaz Ali Erbaş için bazı açıklamalar ekleyeyim de yazıyı okursa anlasın. Hal Tercümesi özgeçmiş demektir. Fuzuli gereksiz anlamında kullanılır. Tercüme ise çeviri demektir. Curriculum Vitae’nin ne olduğunu yazmıyorum. Latincedir dinler arası diyalog konusuna hakim olduğunuz için Latinceye de az da olsa vakıf olduğunuzu varsayıyorum. Çünkü bu konuda FETÖ’nun toplantılarına katıldınız, kitaplar yazdınız. Latince kulak dolgunluğunuz vardır.


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Din adamları yalancı olmadığı zaman.