Ortadoğu’da Irak Başbakanı da dahil neredeyse tüm liderleri Washington’da ağırlayan ABD Başkanı Biden, 4 yıl boyunca davet etmediği ve ayak üstü birkaç görüşme dışında pek fazla görüşmeyi tercih etmediği Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı da en sonunda Beyaz Saray’a davet etmişti.
Mart ayının sonunda, seçime sayılı günler kala gelen davet, kimileri tarafından İsveç’in NATO üyeliğine verilen desteğe teşekkür, kimileri tarafından da seçim öncesi AKP’ye verilen bir destek olarak değerlendirilmişti.
Öyle veya böyle sonuçta davet gelmişti ve AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mayıs’ın ikinci haftasında Washington’da olacak, Biden ile görüşecekti.
Ancak Pazar günü bazı internet sitelerine bir haber düştü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD gezisi iptal olmuştu.
Gerçi internet siteleri daha bu bilgiyi yaymadan önce, benim telefonuma da mesajlar gelmeye başlamıştı.
Türk-Amerikan ilişkileri konusunda uzman isimlerden ve hatta bazı AKP’lilerden bile “Abi, Tayyip Bey’in ABD gezisi iptal olmuş dedikodusu var, haberin var mı? Niye olmuş?” soruları gelmeye başlamıştı.
Belli ki, Ankara’da ilginç şeyler oluyordu.
Darbe girişimi sırasında Ankara’da görevli ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi John Bass, neredeyse deport edildiği Türkiye’ye bu kez Dışişleri Bakanlığı İdari İşler Müsteşarı ve Siyasi İşler Müsteşar Vekili olarak gelmiş ve görüşmeler yapıyordu.
İncirlik’te garip bir hareketlilik göze çarpıyordu, niyeyse birdenbire Hamas, Türk Kurtuluş Savaşı’nın Kuvayı Milliyesi ile karşılaştırılıyor ve ardından niyeyse Hamas’ın üst düzeyi Türkiye’de ağırlanıyordu.
Ama bu arada Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Karahan ABD’de Dünya Bankası ve IMF yetkilileri ile görüşmeler yürütmekteydi.
Ve tam bunların göbeğinde, Erdoğan’ın ABD gezisinin iptal edildiği söylentileri dolaşıyor, ciddi internet sitelerinde yazılıyordu.
Ve bu yazılanlar ne yalanlanıyor, ne doğrulanıyordu.
İletişim Ofisi’nden bir açıklama yapılmıyor, Dezenformasyonla Mücadele Ofisi’nden de bir yalanlama gelmiyor, “Dostumuz ABD ile aramızı bozmak isteyen bazılarının yalan haberlerine itibar etmeyin” diyen bir açıklama duyulmuyordu.
Kimilerine göre, Türkiye aynen Irak’ın işgali öncesindeki para pazarlığı gibi, İsrail-İran geriliminden ekonomik fayda sağlamak için pazarlık yapıyordu, kimine göre ise sorun daha derindi.
Ve ABD Başkanı’nın davetini büyük bir zafer gibi duyuranlar, yeni durum hakkında sessizdi ve belki de “Gidilmeyecek” haberleri bilhassa sızdırılıyordu.
Gelişmeler koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin muz cumhuriyeti ile çadır devleti arasında bir yere doğru götürülmek istendiğini çok net gösteriyordu.
Kürecik kimi koruyor?
Kürecik Radarı’nın aslında NATO ülkelerinin savunması için değil, İsrail’in savunması için oraya konuşlandırıldığını söyleyenlere karşı “Hayır efendim. O radarın İsrail için oraya koyulduğu iddiası gerçeği yansıtmıyor” demelerine çok gülüyorum.
2012 yılında yani tam 12 sene önce o radarın İsrail’i korumak için oraya yerleştirildiğini yazdım.
ABD’li yetkililer uzun uzun yanıt verdiler.
O radar İsrail’i korumuyormuş, bütün Orta Asya’yı Rusya’yı gözlüyormuş, olası bir Rus saldırısında çok değerli bir 5 saniye kazandıracakmış. Radarın İsrail ile alakası yokmuş.
Bu açıklamaya da yer verdim ve yine bundan 12 sene önce “Kim ne derse desin bu radar Türkiye ile İran arasında sorun yaratacaktır. Türkiye’yi İran’ın hedefi haline getirecektir” yazdım.
Nitekim, İran o günlerde rahatsızlığını belirtmişti ama konu kapanmıştı.
Şimdi gerilim tırmanınca konu yeniden gündeme geldi.
İran yine Kürecik Radarı konusunu masaya getirecek belli ki.
Bir kez daha söyleyelim.
Kürecik Radarı İsrail’i korumak için mi kurulmuştur bilemem.
Ama İran kime saldıracaksa, onu korumak için kurulmuştur orası kesin!
Ha bu arada Putin Türkiye’ye gelecek deyip duruyorlar, bir türlü gelmiyor.
Niye acaba?
Türkiye Adana gibi olsa
Biraz da güzel şeylerden bahsedelim.
Hafta sonu Adana’daydım.
Adana Portakal Çiçeği Karnavalı’nda.
Adana sevgimi birkaç zamandır yazıyorum.
Kente, daha doğrusu kentin insanlarının tarzına, tavrına bayıldığımı, kimsenin kimseye karışmadığı, her türlü yaşam tarzına saygı gösterilen, kadınların özgürce yaşadığı, seküler bir yaşamın içselleştirildiği şahane bir toplumsal doku olduğunu yazıp söyledim defalarca.
Bu kez de sevgili arkadaşım, dostum Ali Haydar Bozkurt’un yıllardır yinelediği davetini kırmayarak Adana Portakal Çiçeği Karnavalı için Adana idim.
İyi ki gitmişim.
Özlediğim Türkiye’yi Adana’da buldum.
Birlikte gülen, birlikte eğlenen mutlu mesut görünen bir kent.
3 gün boyunca bütün kent sokaklarda idi.
Yenildi içildi, şarkılar söylendi, konserler verildi.
En ufak bir olay olmadan, kimsenin burnu kanamadan.
Kimse kimseye karışmadan.
Ali Haydar Bozkurt’un başlattığı, belediyelerin sahip çıktığı karnavala bu yıl Kültür Bakanlığı da destek vermeye başlamış.
Ama karnavalın sahibi halk.
Cumartesi günü, belki 500 bin kişinin katıldığı bir kortej vardı.
Sonrasında bütün kent sabaha kadar eğlendi.
Gece 1’de Adana’da trafik kilitlenmişti, sokaklar insan doluydu.
Adana’nın ünlü lokantalarından birinin sahibine durumdan duyduğum şaşkınlığı anlatınca “Burası böyle. Ramazan’da iftarını açanla, rakısını içen aynı kebapçıda oturur birbirine afiyet olsun der” dedi.
Gerçekten kentte böyle bir kültürün olduğu çok belli idi.
Adana’da pahalılık. Yok muydu, Adana’da işsizlik, enflasyon yok muydu!
Vardı elbette ama hepsinden fazla özgürlük duygusu vardı.
Kimsenin kimseye karışmadığını bilen ve eğlenen insanlar vardı.
Türkiye’nin eğlenmeye, mutlu olmaya, eğlenmek ve mutlu olmanın ayıp sayılmadığı, günah sayılmadığı bir anlayışa ihtiyacı vardı.
Türkiye’nin Adana gibi olmaya ihtiyacı vardı.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
İktidarların derdi halkını mutlu etmek olduğu zaman.