AKP kurulurken mücadele için 3 ana alan belirlemişti kendine: Yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar... Aradan geçen neredeyse çeyrek asırda, 22 yıllık iktidar sürecinde bu hedeflerin nasıl uzağına düşüldüğü her geçen gün daha da açık şekilde ortaya çıkıyor. Üstelik artık bir dönem en çok önem verildiği söylenen ‘moral-manevi-ahlaki üstünlük de’ her geçen gün yitiyor. Memleket, emekçisinden emeklisine derin bir yoksullukla boğuşurken kişisel zenginlikler halkın gözüne gözüne sokuluyor. Son örnek AKP Grup Başkanvekili Bahadır Yenişehirlioğlu’nun Meclis’te kendisini ziyarete gelenlerle çektirdiği fotoğrafta kolundaki Rolex saat ile ilgili yapılan eleştirilere yanıtı:
"Alın teriyle helal yoldan edindiğim saatimi takmaya devam edeceğim."
Dünyanın en pahalı saatleri arasında yer alan İsviçreli Rolex’in kurucusu Hans Wilsdorf’un markasını anlatırken kullandığı şu tanımı da buraya alayım:
"Tıpkı bir istiridye gibi parçalarına zarar vermeden sınırsız bir süre boyunca su altında kalabilir."
Geçen haftaki grup toplantısında Monaco’da yat kulübünde ıstakoz yiyen milletvekillerini kutlayan AKP’liler için bu hafta da ‘istiridye’ alkışı kaçınılmaz oldu artık.
Bir zamanlar Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, katıldığı toplantılarda şatafatı-lüksü eleştirirdi. 31. İslam İşbirliği Teşkilatı Konferası’nda şöyle söylemişti:
“İslam İşbirliği Teşkilatı nüfusunun yaklaşık yüzde 21 yani 350 milyon kardeşimiz aşırı yoksulluk şartlarında hayata tutunmaya çalışıyor. Fakirliğin yoğun yaşandığı Afrika ülkelerinde bu oran yüzde 50 ye kadar yükseliyor. Televizyon ekranlarına yansıyan yürek dağlayıcı açlık, kıtlık, sefalet görüntülerinin önemli bir kısmı teşkilat üyesi ülkelerde vuku buluyor. Mesela İİT ülkelerinde her bin çocuktan 54'ü daha 5 yaşına varmadan hayata gözlerini yumuyor. Milli gelir ve gelişmişlik seviyesi açısından da ülkelerimiz arasında çok büyük farklılıklar var. Bir tarafta asli ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan milyonlarca insan varken, bir tarafta milyarlarca dolar lüks için, şatafat için harcanabiliyor.”
Ya da 2023 seçimleri öncesi cumhurbaşkanlığı seçimindeki rakibi Kemal Kılıçdaroğlu’nu ‘lüks otelde kalmakla’ eleştiriyordu:
"Böyle bir tane lüks otelden yapacağınız yayınlara bu millet aldanmaz, bu millet bunlara kanmaz."
Gelelim en vahim duruma. Bir başka AKP’li yönetici; partinin genel başkan yardımcısı Nihat Zeybekci’nin söylediklerine. Aynen şöyle konuştu:
"İsrail'de çok önemli bağlantıları olan arkadaşlarımız da var. Yani, eyvallah, İsrail'in Filistin'de, Gazze'de Müslümanlara yaptığı soykırımı, katliamı, bebek katliamını, nefretle, şiddetle kınıyoruz, eyvallah, buna diyecek hiçbir şey yok ama diğer taraftan da ticaretin hiç kimseye zarar vermeyen bölümleriyle ilgili de.. Çünkü İsrail serbest ticaret anlaşmamızın olduğu bir ülke, yani 6 satıp 1 aldığımız bir ülke. O anlamda, daha hassas olmamız gerektiğine inanıyorum. Bununla ilgili de arkadaşlarımızla çalışıyoruz. Ekonomi koordinasyonuyla, ilgili bakanlarımızla, bunu gündeme alıp biraz daha hassas bir ayardan geçmesi gerektiğine, ben şahsi olarak inanıyorum."
Gazze’de soykırıma varan İsrail saldırıları sırasında Türkiye’nin bu ülkeye ticarete devam ettiğini gazeteci Metin Cihan ortaya çıkarmış, bu konuyu takip etmiş, defalarca belgelemişti. Başlangıçta bunu ‘reddeden iktidar’ belgelerden sonra en azından sesini daha az çıkarıyordu. Ancak Zeybekci’nin ‘eyvallahla’ başlayan ‘6 satıp 1 alındığını söyleyerek’ meşrulaştırmaya çalıştığı ’İsrail’e ticaret’ konusu elbette ‘vicdan-izan’ sahiplerini son derece rahatsız etti.
Her fırsatta ‘yerli ve milli’ olmayı öne çıkartıp, Gazze’de İsrail’in ortaya koyduğu zulmü ‘sözle’ kınayanların, gerçek hayatta kişisel lükslerinden ve ‘ticaretten’ vazgeçmediklerini görüyoruz. Gazze’de 13 bini çocuk 34 bin kişi öldürülürken, Birleşmiş Milletler rakamlarına göre 1 milyon 100 bin kişi en sıradan gıda ürünlerine ulaşamazken bu konuşulanlar-yaşananlar büyük bir ahlaki-vicdani çöküşü de ortaya koyuyor. Gazze’ye gazeteci olarak gitmiş, çalışmış bir kişi olarak memleketin idarecilerinin bu tavırlarından en hafif tanımla utanıyorum.