Artık şaşırmıyoruz. Jeopolitik dengeler rayından çıktı.
İsrail, İran’a saldırdığında ya da Rusya Moldova’ya ait Trans-Dinyester’i de topraklarına ilhak etme yönünde çaba gösterdiğinde de şaşırmıyoruz.
Tahran’ın Pakistan topraklarını füzeleriyle vurması da şaşırtmıyor, Libya’da uzun zamandır Türkiye’ye muhalefet eden Hafter kuvvetlerinin Ankara ile masaya oturması da.
Hatta yarın bir gün Çin Halk Kurtuluş Ordusu kuvvetleri Tayvan’ın işgal etmeye kalkışırsa ya da Etiyopya sınırı geçip yeniden Eritre’ye girmeye kalkışırsa, Azerbaycan, Türkiye ve Rusya arasında sıkışıp kalmış yalnız Ermenistan İran ve Fransa ile birlikte intihar anlamına gelecek bir maceraya atılırsa da şaşırmayız.
Savaş çeşitleri arttı
“Üçüncü Dünya Savaşı ne zaman başlayacak?” diye soranlara basit bir yanıt veriyorum: “Haberiniz olmadı galiba, çoktan başladı bile”. Sanmayın ki önümüzdeki dönemde tıpkı Birinci (1914-1918) ve İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) gibi tüm dünyayı saracak yeni bir topyekûn silahlı savaş yaşayacağız.
Öyle bir şey olmayacak.
Üçüncü Dünya savaşı bence başladı; sadece şimdiki savaşlar zaten öyle F-16’lar, tanklar, füzeler, nükleer başlıklar ile yapılmıyor.
Ya vekalet savaşları cereyan ediyor ülkeler doğrudan birbirlerinin ensesine binmek istemedikleri için, ya devletlere uluslararası hukuk sorumluluğu yüklememek için savaş Rus Wagner, Amerikan Blackwater, Fransız Lejyonerler gibi paralı askerler üzerinden yürütülüyor. Ya da teknoloji, ticaret, enerji, su, gıda, döviz, biyolojik savaşlar yaşıyoruz son 30 yıldır olduğu gibi.
Doğrusunu isterseniz piyasalar artık jeopolitik risk ve krizler ile yaşamayı öğrendi. Fiyat sıçramaları üstesinden gelinmeyecek boyutlarda olmuyor bu ihtilaflardan dolayı çoğu zaman. Büyük bir zıplama olsa bile tekrar doğal yörüngesine dönüyor.
İsrail’in asıl amacı
Son yaşadığımız krizde İsrail’in amacı sadece yaratılmasına katkı sağladığı Hamas’ı Gazze şeridinden çıkartmak değil. Asıl hedef, oradaki 2,5 milyona yakın Filistinliyi tamamen çıkartarak Akdeniz kıyılarına kadar tüm bölgeyi kendisine katmak ve nüfusu artmakta olan sıkışık bir coğrafyaya mahkûm İsraillileri oraya kaydırmak. Bu amaçla, tüm dünyanın gözleri önünde ve (arada çatlak sesler çıksa da) adeta Batı’nın kayıtsız şartsız desteği ile Gazze’den Mısır’a çıkışın anahtarı olan Refah kapısına doğru sürüyor Filistinlileri.
Hatta daha da ileri gidip Lübnan’ın güneyini (hiç de kolay lokma olmayan) Hizbullah’tan temizlemek, Suriye kontrolündeki (1967’den bu yana İsrail işgalinde olan, 1981’den itibaren de uluslararası hukuka aykırı şekilde ilhak etmiş olduğu) Golan Tepelerinin ötesindeki Suriye topraklarını da etkisiz hale getirmek.
Nitekim, sık sık Suriye, Irak ve İran’daki kendisine zararlı gördüğü hedefleri destursuz vurmaya devam ediyor.
Bu amaçlarına ulaşana kadar da Tel Aviv’in çatışmaları sona erdirmesini ummak çok iyimser bir beklenti olur. İran’ın bence en güzel kenti İsfahan’a İsrail’in misilleme amacıyla gönderdiği son üç minik insansız hava aracı aslında kentin hemen kuzeyindeki Natanz uranyum zenginleştirme tesisine ve Şekari askeri üssüne kadar ulaşabildiğini göstermek bakımından sembolik önemi haiz.
Enerji piyasalarını ne belirliyor?
Bıçak sırtındaki arz ve talep dengesi fiyatların en önemli belirleyicisi. Ama döviz kurları, yatırım, ticaret ve fiyat sapmaları, iklim değişikliği kaygısından kaynaklanan yeşil dönüşüm, mevsimsel denge ve fiyat oynamaları, teknolojik oyun değişikliği, vergi yükleri ve jeopolitik gerilimler de piyasalarda dalgalanmalara yol açabiliyor.
Son yıllarda Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sadece fiyatları yukarı doğru itmekle kalmadı, aynı zamanda ticaret yollarını değiştirdi, arz güvenliğini de alt üst etti, ekonomik durgunluğu, kırgınlığı tepe noktaya taşıdı. Ardından İsrail’in Gazze’yi işgali nedeniyle Kızıl Deniz’in suları ısındı, gemiler Ümit Burnu üzerinden Avrupa limanlarına yöneldiklerinden hem maliyetler arttı hem de teslim süreleri uzadı.
İran-İsrail arasındaki karşılıklı “hafif” misillemeler dünya petrolünün yüzde 20’sinin geçtiği Umman ile İran arasındaki Hürmüz Boğazını da tehlikeli geçiş bölgesine dönüştürebilir. Basra Körfezi’ne kıyıdaş petrol üreticisi kartel OPEC’in üyeleri (Suudi Arabistan, İran, BAE, Kuveyt ve Irak), ihraç ettikleri petrolün çoğunu bu boğazdan gönderiyor. Dolayısıyla, tüm bölge ülkelerinden en fazla petrol ve doğal gaz (hatta kritik mineraller) ithal eden Çin, Hindistan, Japonya ve Kore gibi dinamik ekonomiler büyük kaygı duyuyorlar.
Jeopolitik ve petrol fiyatları
Son krizde İranlı yetkililerin İsrail’den gelen saldırı haberlerini küçümsemesinin ardından petrol fiyatları kısa süreliğine varil başına 90 doların üzerine çıktıktan sonra yeniden 87 dolara düştü. Altın da kısa süreliğine rekor seviyeye yaklaştıktan sonra ons başına 2.400 doların altına yerleşti.
Orta Doğu’da giderek kötüleşen çatışmaların hem petrol arzını hem de nakliyesini kesintiye uğratabileceğinden endişe ediliyor haklı olarak. Biz dahil birçok ülke, petrol ve dizel gibi yakıtların üretiminde kullanılan, “kara altın” da denilen bu emtiaya büyük ölçüde bağımlı.
Brent fiyatı, Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal etmesinden sonra, bazı büyük ekonomilerin petrol üreten ülkeye yaptırımlar uygulamaya koymasıyla ulaştığı seviyelerin çok altında. Takip eden haftalarda petrol varil başına 125 dolara ulaşarak hane halkı enerji faturalarının sürekli olarak yüksek kalmasına neden oldu. Sadece 2024 başından bu yana yüzde 20 arttı fiyatlar.
Batılı ülkeler Ukrayna-Rusya krizinden sonra Kızıldeniz’deki aksamanın, Gazze savaşının ekonomilerini daha da küçültebileceğini ve resesyon riskini doğurabileceğini öne süren senaryolar modelledi.
ABD, Rusya, Ortadoğu
ABD ve İngiltere, Yemen’de İran destekli Husi isyancıların gemilere gece saldırılarını, Bab-el-Mendeb Boğazı’ndan Süveyş Kanalı’na güvenli geçişi yeniden sağlayarak Kızıldeniz ticaret yollarındaki gecikmeleri ve kesintileri askeri müdahalelerle tersine çevirmeye çalışıyorlar. Hürmüz’de bir tıkanıklık olursa birkaç hafta içinde benzeri bir müdahale beklenebilir.
Bu arada, Rus boru hatlarından gelen arzın durdurulmasının ardından Avrupa artık fiziksel olarak Katar’dan gaz akışına çok daha bağımlı hale geldi. Avrupalı enerji devleri, Rusya’daki muslukların kapatılmasının ardından Doha ile anlaşma yapmak için sıraya giriyor. Fiziksel tedarik, şu anda dünyanın en büyük sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ihracatçısı olan ABD’den sağlanabilse bile, Körfez’deki herhangi bir aksamada fiyat artacaktır.
Tam da dünya merkez bankalarının dönüm noktalarını düşündüğü ve faiz oranlarını düşürdüğü bir dönemde, ciddi bir enerji fiyat tırmanışı küresel ekonomiyi daha da bozabilir, enflasyonu sabitleyebilir. Bu, aynı zamanda, Arap-İsrail Savaşı ve İran Devrimi’nden kaynaklanan geçmiş jeopolitik enerji şokunun birkaç yıl boyunca enflasyona yol açtığı 1970’lerle de paralellikler gösterebilir.
Çin ve Türkiye
Bölgedeki jeopolitik riskleri gidermek için birçok başkent çaba gösterirken hem bölgeye enerji ithal bağımlılığı yüksek hem de Kuşak-Yol ve benzeri girişimlerle jeopolitik nüfuz alanını genişletmeye çalışan Çin’in pek esamisi okunmuyor.
Sanırım Çin, Suudi-İran yakınlaşmasını kotardığı gibi mevcut kriz ortamında da perde gerisinde çalışmayı tercih ediyor. Hem de Batı’nın bu krizler durulduktan sonra kızgın projektörlerini kendisi üzerine çevireceğini çok iyi biliyor. Buna hazırlıksız yakalanmamak için şimdiden kendi menfaatleri doğrultusunda çalışıyor.
Bu görünümde Türkiye hem enerji ithaline göbeğinden bağımlı orta sıklet bir bölgesel güç olarak ekonomisine ilave yük gelmesini önlemek, hem bölgedeki mevcut istikrarsızlığın daha da artmasının kendisine de sıçrayacağından kaygı duyduğu hem de bölge dışı güçlerin kendi arka bahçesinde orantısız güç ve nüfuz kazanmalarını istemediği için bölgesel gerginlik ve ihtilaflarda çözüm üreten taraf olmak için çırpınıyor.