İYİ Parti, olağanüstü otoriter koşullarda kurulmuş ilk yeni muhalif partiydi. Partinin kuruluşunda seslenen Akşener’in konuşmasını, uygulanan sansür nedeniyle bir YouTube kanalından dinleyebilmiştim. Bu konuşma, bir kesimin -mahallenin- duyarsız kaldığı adaletsizlik ve mazlumiyetin adeta bam teline dokunacak ya da tercümanı olacak bir karşılığı içeriyordu. Oldukça sahici, etkileyici ve duygusaldı.
Partinin kuruluş aşaması ve sonrası, genel merkez ve teşkilat merkezleri adeta AK Parti’nin kuruluş süreci gibi bir yeniyi veya çıkışı arayan toplumsal heyecanlılığı yansıtıyordu. Beni de partinin bazı Anadolu ve merkez il teşkilatlarına katılan eğitimli ve beyaz yakalı nitelikli gençler etkiledi. Bu 30-40 yaş aralığı gençler genelde Ülkü Ocakları kökenli veya o zihniyetteydiler. Eğitimli, yabancı dil bilen, meslekleriyle devlet kapısından bağımsız gelir elde edebilen, sağ siyasete tâbi olamadıkları için şans bulamayan, vatanseverlik özünde duyarlılıkları ön planda olan gençlerdi. Bu gençlerle hain veya gafil yaftasını yemeden ülkenin temel reform meselelerini rahat konuşabiliyordunuz.
Bu durum, Akşener’in kurucu arkadaşlarının MHP’den kopan ciddi bir kısmının, 90’ların katı devlet anlayışına sahip, statükocu milliyetçi olmasına rağmen, ülke entelektüellerinin Akşener ve partisine yönelmesini sağladı. Bu arada, Akşener yurtiçi ve dışında parıldayan, milliyetçi statüko dışında yetişmiş ülke insanına kapısını da açmadı değil. Akşener’le özelde Kürt sorunu dahil ülkeye ilişkin her türlü reform konularını müzakere edebiliyordunuz.
İYİ Parti, yeni kurulan muhalif bir parti olmasına rağmen toplumsal tabanda karşılık bulabildi. Bugünkü koşullara da baktığınızda yeni kurulan muhalif bir partinin taban tutabilmesi sıradan başarı sayılamazdı. Kamuoyu partiye yeni bir demokratik sağ merkezi inşa rolünü yakıştırıyordu. Bu merkezin, kutuplaştırılarak sorgusuz güvenlik siyasetine sokulan ülke için denge unsurunu oluşturulacağı varsayılıyordu. Partide özgürlükçü, devlet rantına dayanmayan seküler bir milliyetçilik anlayışıyla toplumsal güvenin sağlanıp ülke önündeki söz konusu engellerin aşılabileceği bekleniyordu.
Aradan geçen süreç içinde Akşener’in duygu durumunun iniş ve çıkışlarının zikzaklar ve kırılmaları yaşandı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Abdullah Gül’ün adaylığı ve masadan çekilme krizleri bunların en somut örnekleriydi. Kamuoyu algısı, Akşener bunları nasıl gerekçelendirirse gerekçelendirsin, kendisi ve partisinin kredisine rezervini koymuştu.
Tüm bu sorunlara rağmen Akşener’in liderliği ve sokağa hakimiyeti tartışılmaz bir önem arz etti. Bu da esasta yaşattığı bu tip kırılmaları onarabilmesi için kendisine bir esneklik sağladı. Bugün Akşener, dolaylı da olsa siyasette başarılı olamadığını son kararıyla gösterdi. Tekrar döner mi? Bilinmez.
İYİ Parti’nin ise Akşener’in boşluğunu dolduracak bir lider çıkarması mümkün gözükmüyor. Ayrıca partinin ülke siyasetinde farklı bir bakış açısı getireceğine dair emareler de artık yok. Partinin, Akşener sonrası toplumsal veya düşünsel anlamda yeni bir siyaset alanı açabilecek dinamikleri mevcut değil.
Gelinen bu tatsız noktada faturayı Akşener’in fevri çıkış ve kırılmalarına bağlamak işin aslını teşkil etmemekte. Zira toplumsal karşılığı olan Akşener’in liderliğinin bunları onarması pek de zor olmayacaktı.
Akşener, önündeki değişim ve yeni taleplerin sahibi kesimleri veya başka bir deyişle “nitelikli tutunamayanları” taşımayı tercih etmedi. Akşener, 90’lı yılların rantçı DYP’si veya devletçi MHP’si bakışına sahip bazı eski yol arkadaşlarıyla taban siyaseti pratiği ile yürümeyi tercih etti. Liderliğini cesur çıkışlarının devamı ve değişimci fikirleriyle toplumu değiştirmekle değil, toplumun popülist milliyetçi ve devletçi konfor alanında kullanmayı tercih etti.
Akşener partisini reforma, değişimin cesaretine ve politikada kirlenmemiş nitelikli kesimlere açabilseydi, aranan merkezi inşa edebilecekti. Bu merkezin sadece inşasını değil, tarihsel patent hakkını da alabilecekti.