Senelerdir muhalefet seçmenine uygulanan “sevindirmeme” ve “hevesi kursakta bırakma” tacizinden korunmanın en iyi yolu, umut, neşe ve inadı hiç terk etmemek, ertelememek. Direnme potansiyeline güveni ve umudu, endişelere kurban vermemek lazım. Yıllardır umutlanma hakkını teslim etmesi istenen, dışarıdan ve içeriden buna sürekli zorlananlar için, sapına çöpüne bakmadan sevinmenin zamanı şimdi. Çünkü neresinden bakılırsa, nasıl açıklanırsa açıklansın ve nereye doğru gidecek, nelere kapı açacak olursa olsun, 2024 seçimi kritik bir siyasi kırılma anı olarak kayda girecek. Türkiye haritasının renk değişimi ve oranlar üzerinden yapılan kıyaslamaların “gerçek kaymalardan” daha yüksek görünmesi ve erken genellemeler halinde kullanılması, bazı değerlendirme hatalarına neden olabilir. Fakat bu ihtiyata rağmen, ilk bakışta kendini gösteren, neredeyse bağırarak öne çıkan belirgin noktalar var.
Türkiye’nin siyasi haritasını değiştiren pek çok unsur olmakla birlikte, esas dinamiğin Erdoğan iktidarından çekilen oy desteği olduğu görülüyor. AKP’ye (Cumhur İttifakına) oy vermiş -uzunca bir süredir mütereddit- seçmenin önemli bir bölümü, bir kısmı aktif bir kısmı pasif olmak üzere tavır değiştirdi. 2019’da Türkiye genelinde 25 milyon civarında oy toplamış olan Cumhur ittifakının, 2024 toplam oy sayısı 19 milyon. Yeni eklenen seçmeni de (3 milyon) oransal dağıtırsak, ittifak bazında yedi-sekiz milyona varan oy kaybı var. Buna karşılık, seçimin kazananı CHP 2019’da 14 milyon olan toplam oyunu 17,5 milyona yükseltmiş -yeni seçmen etkisi düşülse bile- üç milyon üzerinde artış. Bu artışın en önemli kaynağı, aksi yöndeki büyük gayretlere rağmen muhalefet oylarının CHP’de toplanma arzusu ama daha fazlası var. İktidar blokunun yıllardır yaşadığı çözülme, zayıf bir sızma olmaktan çıkma istidadında.
İktidarın, tercih parametrelerini ve siyaset gündemini yöneterek kendi yapısal krizini yıllardır yüzdürebilmesi, blok çoğunluğunu koruyacak yollar bulması artık zorlaştı. Üstelik yenilgi ve Van hadisesi sonrasındaki tartışmalar, muhalefeti bozmak için kullanılan araçların, artık iktidar ve AKP içindeki potansiyel sıkıntıları da tetiklediğini gösteriyor. Erdoğan’ın danışmanı Mehmet Uçum’un paylaşımı, krizin “devlet” kısmının, Bahçeli’nin abartılı hamleleri ve “ortaklıkta çatlamayla” sınırlı olmadığını düşündürüyor. Kendi zayıflamasını muhalefete bulaştırdığı komplekslerle aşmayı beceren Erdoğan’ın, yapısal krizini konjonktürel bahanelerle geçiştirmesi bu kez kolay değil. Aşırı kullanılmaktan yıpranmış “konsolidasyon düğmesi” de bu sefer çalışmadı. Her seçimde, rahatsızlıklarına rağmen kimlik (blok) sayımına icabet edenler, 2024’te ya yoklamaya katılmadı ya da “memnuniyet” yoklamasına adını yazdırdı.
İktidar, yerli-milli söylemiyle muhalefeti dar bir coğrafyaya sıkıştırmayı sürekliliğinin garantisi sayıyordu. Muhalefet çevrelerinde de, “sosyolojik” ve siyasi ezberler kullanılarak bunun kolay satın alındığı söylenebilir. Muhalefet, nüfusun yüzde 60’ı, ekonomik hareketliliğin yüzde 80’inini oluşturmasına rağmen dar sayılan bir coğrafyaya sıkıştırılırken, iktidar en dinamik unsurların talep ve beklentilerinden uzağa taşınıyordu. Taşra dinamiğini siyasetin ana omurgası, muhalefeti paralize etmenin aracı haline getiren ve böylece “İstanbul’u alanın Türkiye’yi almasının” önüne geçebilen iktidar, coğrafi ve ideolojik olarak “bozkırın” siyasi çoraklığına mahkum oldu. 2024 sonuçları, ülkenin dinamik coğrafyasının niceliksel ve niteliksel siyasi ağırlığını hatırlattığı ve etkisini iktidarın arazisine doğru yaydığı biçiminde yorumlanabilir.
“Seçmen mesajı” perspektifinden bakınca, kimin kaybetmiş görünmesinin istendiği çok net. Fakat seçmenin inisiyatif alarak yarattığı tabloda, muhalefet, kurumsal muhalefet ve özellikle CHP hakkındaki mevcut ezberleri değiştiren unsurlar da var. Her şeyden önce, senelerdir muhaliflerin kabusu Türkiye siyasi haritasının “sarı badanası” tamamen değişti. Haritanın yeni deseninin anlattığı önemli değişiklikler, dikkatli okunması gereken bir potansiyel. CHP, yıllardır üzerine yapıştırılmış bölge partisi etiketinden sıyrılıp, Türkiye’nin partisi olmanın işaretini verdi ya da sinyalini aldı. “Aracılar” olmadan ilerleyemeyeceği söylenen yerlerde varlık göstermekle kalmayıp şaşırtıcı yerel iktidarlar kazandı. Bu tabloda yerel dinamiklerin ve alan çalışmalarının rolü olduğunu düşünmek mümkün ama neredeyse bütün ülkeye yayılan dalga görüntüsü, yerel ve taktik gerekçelerle yetinmenin doğru olmadığını söylüyor.
CHP, ülke sathına yayılan şaşırtıcı görünürlük atağına, moral etkisi çok yüksek “birinci parti” unvanını da kattı. “Birinci parti olmak”, Erdoğan’ın iktidarı için kullandığı en sağlam çapaydı. Üstelik CHP, bu yetmezmiş gibi, yine “dünya bir araya gelse” asla geçemeyeceği söylenen yüzde 25 barajını ittifaksız olarak yıktı. Muhalefete, başka şans bırakmayan mecburiyet gibi sunulan ittifak, yük olmaktan çıktığında, yükseliş çok daha kolay oldu. CHP’nin, mirası ve “sosyolojisi” yüzünden aşılmaz kültürel engelleri olduğu ezberi sarsılırken, kendilerini bunun çaresi olarak öneren ve bunu istismar ederek siyaset yapanlar ise neredeyse hiç varlık gösteremedi. (Sadece partileri kastetmiyorum) Ayrıca iddiaların aksine, 2023 hayal kırıklığı, kurumsal siyasetten yüz çevirmek yerine, kurumsal bir merkezde toparlanma eğilimi gösterdi.
Geçen seneki seçim travmasının ardından, muhalefetin, özellikle de CHP’in yaşadığı ve yaşaması beklenen dağınıklık, iktidarın en güvendiği noktalardan biriydi. Hatta bu yüzden Erdoğan, kampanyasında bu temaya ağırlıklı yer ayırdı. İktidar, bu konuda yalnız değildi, bazı muhalefet aktörleri hatta muhalefet partilerinin içindeki bazı ekipler de benzer hesaplar yaptı. Ancak “sosyolojinin emri” CHP alerjisi, “DEM’lenme” ve aday uyanıklıklarının, tutunabilecek kadar oy yedekleyebileceğine inananlar kaybetti. Elbette bu listenin başına İYİP yerleşir ama 2023 seçiminin öncesi ve sonrasında fazla abartılmış, erken havaya sokulmuş ve bol milletvekiliyle peşin ödüllendirilmiş olanlarla liste uzuyor. Yıllardır Cumhur İttifakına oy veren seçmenin iktidar muhafızlığından yorgunluğu karşısında, muhalefet seçmeni herkesin beklediğinin aksine kendisini küskünlükle ifade etmeyi tercih etmedi.
Yazılarımı takip edenler, taktik manevraların fazla önem kazanması ve seçimlere dönük geçici pozisyonları hakkında, siyaseti derinleştirmediği için iyi düşünmediğimi bilirler. Ancak 2024 yerel seçiminde, oyunu artırarak belediyelerini geri alıp, muhalefete kazandırırken iktidara kaybettirmenin yolunu bulması dolayısıyla, DEM özel bir ilgiyi hak ediyor. Seçimden önce çok sert spekülasyonlara konu edilen, yapısal sorunları alenileşmiş iç tartışmalara dönüşen ve çok iddialı yakıştırmalar-suçlamalarla baskı altına giren DEM ve çok defa kararlılık sınavlarını geçmiş seçmeni, zor ve incelikli bir süreci başarıyla geçti. Birilerinin ve özellikle iktidarın arzu ettiği gibi Türkiye siyasetinden elini eteğini çekmeden ana coğrafyasında güçlü bir direniş gösterdi. Kürtler de, rahatsızlıklarını ifade etmenin, istediklerini göstermenin yolu olarak, “küsmeyi” tercih etmedi.
Başta da söylediğim gibi, bu seçim kritik bir eşik olarak kayıtlara girecek ama kalıcı olarak nelerin değişeceği, siyasi aktörlerin tabloya nasıl muamele ettiklerine bağlı. Erdoğan’ın balkon konuşması, planlı sızdırılan MYK değerlendirmesi, bütün süreciyle Van hadisesi ve uç veren tartışmalar, iktidarın tabloyu yapısal krizden ziyade arızi durum gibi ele alma niyetini düşündürüyor. MHP’nin ve Mehmet Uçum’un verdiği reaksiyonlar, “seçimin mesajına” yüz vermek yerine haddini bildirmekte aceleci. Diğer taraftan, CHP sözcülerinin (Özel ve İmamoğlu) meseleye soğukkanlı ve geniş bir perspektiften bakmaya çalıştıklarına şahit olduk. Ancak CHP’nin genişleyen coğrafyada yönetilmesi gereken yeni yükler aldığı da ortada. Siyasetin pek yapılmayan ama hakkında sürekli konuşulan bir şey haline gelmesinden, en çok iktidar faydalandı. Eve ve kapalı odalara hapsedilen siyasetin, yeni dönemde değişme, özgürleşme ve derinleşme şansını bir sonraki yazıya bırakalım.