Damda gezer, miyav der!

İlhan Cihaner, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı olduğu günlerde Fetullahçı çetenin ilk hedeflerinden biri olmuştu.

Cihaner’i makamında gözaltına aldırıp, tutuklatan eski savcı Osman Şanal, FETÖ silahlı terör örgütüne üye olduğu için halen hükümlü olarak cezaevinde bulunuyor.

O günlerde Cihaner’in, Fetullahçı çeteyi soruşturduğu için tutuklandığı konuşulmuştu.

Dün İliç’te meydana gelen maden cinayetinden sonra öğrendik ki tek neden bu değilmiş.

Meğerse Cihaner, başka eşek arılarının yuvalarını da çomaklamış.

Bunlardan biri de İliç’teki iş cinayetinin işlendiği altın madeni.

Cihaner şöyle anlatıyor:

“Erzincan’daki altın madeni kuruluşundan itibaren şaibeli. Yani sadece siyanürle altın çıkarma projesinin ortaya koyduğu riskler, tehditler açısından değil. Örneğin bir siyasiyi kendisine ortak ederek işlerinin ‘yolunda gitmesini’ sağladı. Orada soruşturma başlattığımda, maden şirketi tarafından ilgili kişilere rüşvet verilerek ruhsat alındığı, çevre değerlendirme raporunun manipüle edildiği ortaya çıkmıştı. Ancak maalesef daha sonra bu soruşturmaların etkin bir şekilde yürütülmediğini gördük.” 

Cihaner’in görevden alınmasından sonra belli ki o dosya kapatılıp, bir kenara atılıvermiş.

Bu işler memleketimizde zaten böyle yürüyor.

Bu tür büyük işlerde siyasi bir ayak mutlaka bulunuyor ve o ayak şirketin devlet kurumlarındaki işlerini, sorunlarını çözüyor.

Bunu “bir vatan şirketinin işi görülsün” diye ya da “dava bunu gerektiriyor” diye yapmıyorlar tabii.

Zaten Türkiye’nin Dünya Yolsuzluk Endeksindeki konumunun her sene daha da gerilere gitmesinin önemli nedeni de bu.

Rüşvet verilerek ruhsat alınabiliyor, çevre etki değerlendirme raporu alınabiliyor, olayı kurcalayan bir namuslu bürokrat çıkarsa onu oradan alıp başka bir yere (ya da Cihaner’e yaptıkları gibi doğrudan hapse) gönderebiliyorlar.

Bütün bunların siyasetin bilgisi dışında olması da mümkün değil.

Tıpkı “Fırat’ın kenarında kaybolan kuzudan Ömer’in sorumlu olması” gibi, verilen ruhsatlardan, satılan kupon arsalardan, özelleştirilen milyarlık şirketlerden “sorumlu olan biri” hep oluyor ve sorunlar “win-win usulü” çözülüyor. Şirket de kazanıyor, bu işlere aracılık ve hamilik eden siyasetçi de!

Nitekim bu şirketin işlerini çözmek üzere şirkete “ortak” olan politikacı her kimse işini düzgün yapmış.

Şirketin 7 milyon 500 bin dolarlık vergi borcunu tek kalemde sildirivermiş mesela.

Buna şapka çıkarmayacağız da ne yapacağız?

Ruhsat işlerini çözmüş, maden siyanür sızdırdığı için kapatıldıktan kısa bir süre sonra yeniden açılmasını sağlamış.

Kimdir acaba?

Emekli savcı Abdülvahap Yaren, Deniz Feneri e.V. soruşturmasından alınıp, evrakta sahtecilik iddiasıyla yargılandığı Yargıtay’daki duruşmada ne demişti, hatırlar mısınız?

“Zekât hırsızlarını koruma altına alan bir güç var. Ben bu güce hırsızların imparatoru diyorum. Bu imparator hem altında yer alan figüranları koruyor, hem de kendisine ulaşılmasını engelliyor. Hırsızlar imparatorunun kim olduğu apaçık belli. Halk arasında bir tabir vardır, arife tarif gerekmez anlamına gelen, damda gezer miyav der diye, isme gerek var mı?”

* * *

CHP için değişim fırsatı

Seçime 45 gün var ve CHP’de aday gösterilmeyen eski milletvekilleri ve eski belediye başkanları küskün!

Küskünlüklerini istifa yoluyla dünya aleme duyurmak isteyenlerin sayısı da küçümsenecek gibi değil.

Bu kişiler de şimdi yerlerine aday gösterilenler gibi o makamlara tepeden tayin ile geldiler.

Parti üyelerinin katıldığı bir ön seçimle değil, en iyi olasılıkla “anket marifetiyle” seçildiler.

(Bu “anket” ile aday belirleme işi de kimse kusura bakmasın ama çocuk kandırmak gibi bir şey. Anketi kim yapmış, kime sormuş, nasıl sormuş bu bilinmiyor ama bir “araştırma yaptırdık, eğilim tespit ettik” lafıdır gidiyor.)

12 Eylül’ün Türk siyasi hayatına armağan ettiği ve siyasi parti liderlerinin hepsinin de bu durumdan ziyadesiyle memnun oldukları bu düzene zamanında isyan etmeyen, tam tersine o düzenin nimeti olarak zahmetsizce aday olabilenler şimdi feryat ediyor.

Aralarından bazılarının yerel seçimde eski partilerinin aleyhine çalışacaklarını da görürseniz, şaşırmayın.

Öte yandan bu tablonun yerel seçimlerde alınacak sonuçlar üzerinde çok etkili olabilmesi mümkün değil.

Zaten tabanı olmayan ve parti yönetimindeki eski kliğin öne çıkardığı politikacılar, iş başındalarken partilerine nasıl bir güç kazandırmışlardı ki şimdi yokluklarının bir zararı olsun.

Bu iş Deniz Baykal’dan beri böyle geldi, arada Kemal Kılıçdaroğlu geçti, şimdi de sıra Özgür Özel’de.

Özel, gerçekten bir değişim istiyor ve bu nedenle genel başkanlığa talip olduysa, yapacağı belli.

Önümüzde 4 yıldan uzun sürecek seçimsiz bir dönem var.

O süreyi bu partinin “dağılıp, yeniden kurulması için” kullanabilirse ne ala. Yoksa o da bu hareket içinde bir parantez olarak geçip gidecektir.

Partinin yepyeni demokratik bir tüzüğe, her isteyene açık bir üyelik düzenine ihtiyacı var.

Milletvekili ya da belediye başkanı, meclis üyesi gibi yerlere aday belirlenirken anketlere değil, tüm üyelerin serbestçe katılabilecekleri, hâkim gözetiminde ön seçime ihtiyacı var.

Yerel seçimden sonra bunları yapabilecek güce sahip olabilirse, bir dahaki genel seçime de daha güçlü hazırlanmış olur.