Daha 10 ay önce bir kez daha cumhuriyet tarihinin ne önemli seçimi için sandıklara gittik. Katılım oranı o kadar yüksekti ki hani neredeyse oy kullanmayanı dövüyorlardı desek yeridir.
Bu sefer, her nasılsa, cumhuriyet tarihinin en önemli seçimi gibi durmuyor. Bunun temel sebebi belki de Cumhurbaşkanlığı seçimlerine göre gri alanların daha geniş olması.
2017 referandumu ile Türkiye’yi içinden nasıl çıkacağı pek de belli olmayan derin bir dehlize girdi.
Onlarca etnik, mezhebi, kültürel, sosyo-ekonomik, bölgesel farklılıklara sahip, dolayısıyla da çoğulcu bir şekilde yönetilme mecburiyeti olan bir memleketi tek bir kişi, kimlik, öncelik merkezli yönetim girdabına soktuk. Şimdi çık içinden çıkabilirsen.
Üstelik bu merkezi otoriteyi ne meclis denetleyebiliyor ne yargı anlamlı bir kontrol mekanizması geliştirebiliyor ne sivil toplum sahici bir denetleme kapasitesine sahip.
Böyle olunca da bütün memleket can havli ile beş yılda bir önümüze gelen merkezi otoriteyi belirleme fırsatını kullanmak için sandıklara hücum etti. Kaçan kaçtı, kazanan kazandı.
Yarın bir kez daha sandıklara gidilecek. Her ne kadar “nerede eski seçimler?” havasına girsek de özellikle yarınki seçimlerin demokrasi açısından kıymetini bilmek gerek.
Ya hep ya hiç mantığının hâkim olduğu mevcut sistemde yerel seçimler demokrasilerin olmazsa olmazı olan çoğulculuğa bir pencere açıyor. Kimsenin tümüyle kazanıp tümüyle kaybetmeyeceği, toplumun her kesiminin dozu değişmekle birlikte kendini hem muzaffer hem mağlup hissedebileceği çok parçalı bir fotoğraf bekliyor bizi.
Bu da yerel seçimleri mevcut Türkiye sisteminde çok daha demokratik, çok daha sahici, çoğulcu kılıyor.
Belki de bu yüzden heyecan dozu düşük 31 Mart seçimleri toplumun ruh sağlığına daha iyi gelme potansiyeli taşıyor.
Bazıları daha çok kazanacak bazı kesimler daha az. Ama kazananların kaybettiği, kaybedenlerin kazandığı ya da en azından mevzilerini korudukları farklı yerler olacak. Muhtemelen İzmir’de CHP, Konya’da AK Parti, Diyarbakır’da DEM Parti; muhtemelen üçü de 2019’a göre oy kaybı ile kazanacaklar.
Balıkesir, Antalya, Şanlıurfa, Bursa, Eskişehir, Hatay ve daha onlarca yüzlere il-ilçe merkezinde iktidar el değiştirebilir.
Büyükşehirde kazananın ilçede kaybettiği, kendi ilindeki kayıpla üzülenin İstanbul’da ya da Ankara’daki sonuçla kendini iyi hissettiği bir psikolojiye uyanacağız.
Eğer kamuoyu araştırmalarındaki sonuçlar gerçekleşir ve İmamoğlu ile Yavaş beklenen sonuçları alırlarsa Mayıs 2023’te kaybedenlerin rahatladığı, kazananların ise alternatifsiz olmadıklarını gördükleri bir seçim gecesi yaşayabiliriz.
Mutlak galibiyet ve mutlak mağlubiyetin olmaması ile bu yerel seçimler Türkiye’de demokrasinin nabzının hala attığının bir işareti olabilir.
Özellikle Türkiye’ye dışardan bakan ya da içerde olsa da oryantalist bakış açısından kurtulamayanların burada yaşananları Rusya hatta Çin’le eşitlemelerine en güçlü itiraz seçimlerin hala anlam ifade ediyor olması.
Son 10 yılda demokratik meşruiyet transferi kanallarının büyük oranda tıkanmış olması, beş yılda bir o da adil olmayan şartlarda gerçekleşen merkezi yönetim seçimlerinin dışında iktidara etki etme yollarının yok mesabesine inmesi ve denge-denetleme mekanizmalarının mefluç halde bulunması bu gerçeği değiştirmiyor.
Sadece İstanbul’da 49 kişinin büyükşehir belediyesine başkan olmak için ringe çıktığı, ülke genelinde iki binden fazla başkan adayının bulunduğu, muhtarlarla beraber onbinlerce kişinin vatandaşların demokratik oyuna talip olduğu bir süreçte finale geldik.
Genel seçimlerde kaybedene hayat hakkı tanımayan neredeyse mutlakiyetçi bir sistemde yerel seçimler memleketin içine düştüğü renksizliğe de bir nebze şifa olur belki.