İlkesi fırsatçılık, konusu rantsal bölüşüm, hedefi punduna getirip kazanmaktan ibaret olan Türkiye siyaseti, iki gün sonra yerel karnesini alacak. Yerel adalet, yerel kamusal haklar, yerel yönetimlerin sosyal politikaları ve toplumsal cinsiyete duyarlı eşitlikçi belediye bütçesi vaatleri duyan yurttaş varsa ne âlâ. Çoğu lafta kalacak olsa bile hiç değilse kayıtlar geçmesi bile önemli. Zira sokakları, mahalleleri, semtleri, kentleri bölüşen yurttaşın hakkıdır, belediye bütçesiyle yapılan hizmetlerden payına düşenin adaletli dağılımı. Adaylar belirlenirken kadın cinsiyetine reva görülen pay sadece yüzde 11’de kalmışken cinsiyete duyarlı bütçeleme beklemenin abes kaçtığı doğrudur elbet. Yüzde 11 kadın aday varlığı yerel yönetimlerdeki kadın karar verici varlığı oranını yüzde 4’ten yüzde 5’e yükseltir mi, bu utanç tablosunu göreceğiz iki gün sonra.
Fakat ilk cümlede ilkesini, konusunu, hedefini sıraladığım siyasetin derdi bu saydıklarım değil. Game of İstanbul uyarlamasını iki gündür büyük bir yaratıcılıkmış gibi konuşan ülkenin de aklı çok başka yerlerde. Kentsel dönüşüm politikasını rantsal bölüşüm olarak uygulama pratikleri hesaplanıyor şimdilerde ince ince. Bir yandan da altı kalınca çizilen gerçekler var ortada. Erdoğan’ın, yerelde tabanı, atadığı adaya itiraz edince “Ver yahu ver, onların hepsi benim memurum” demesi gibi. Şahsından gayrı seçilmiş tanımayan; zorunlu olarak aday gösterdiklerini peşinen itibarsızlaştıran; adaletsiz seçim yarışında haddini aşarak seçilecekler için de kayyım politikasına güvenen; başka bazılarını hizaya sokmak için yargı sopasına davranan tek kişilik yönetimden ilke beklemek de tuhaf ama ne çare ki insanız ve insani değerleri çöpe atamayanlar hala var.
Mal beyanı ilkesini istemeyerek de olsa yerin getirmek zorunda kalan Altınok’un, seçim yarışını servet yarışına dönüştürmesi de seçmenin aklında kalacak olanlardan. CHP İstanbul İl Binası satın alma aşamasına ilişkin para sayma görüntüleri de seçmenin aklına kazınsın istiyor Erdoğan. Para kuleleri derken diliyle içinden “ne yoksullarmış bir para sayma makinaları bile yokmuş” aşağılamasını geçiriyor olabilir mi, sorusu da kalabilir hani seçmenin aklında. Hatta ayakkabı kutuları dahi yokmuş dedirtebilir seçmene, istediği bu olmadığı halde. CHP demişken kendisine muhalefet edebilme becerisine değinmeden geçmek de olmaz. O para sayma görüntüleri kendine muhalefet partisi izlenimi veriyor. Tabi bir de son günlerin gündemi İstanbul’daki imzasız, logosuz “Kılıçdaroğlu gönüllüleri” pankart yarışı ilginç.
Meral Akşener’in “kışlı, kurtlu, ayazlı” cümlesiyle, Bursa’da Turhan Çömez’in CHP mitingine karşı astığı İyi Parti pankartında DEM’e yaptığı saygısızlık da hatırdan çıkacak gibi değil. Diğer taraftan her seçim öncesi pompalanan çözüm, barış vesaire imalarına Kürt siyasetinin bu defa gerçekten inandığını düşündüren ağır topların açıklamaları da bu seçimin unutulmazlarından olabilir. İlginç bir şekilde AKP seçim taktiklerinin hala rakipleri üzerinde bile etkili olduğunu görmek hayli tuhaf.
Ya anketler derseniz o da ayrı şamata. Seçmen aklıyla alay eden tuhaflıklar öyle çok ki. Bazısı telefon aramalarında salt iki partiyi soruyor. Seçmenin “aslen nereli” olduğuna bakıyor. Kürt yurttaşın seçim eğilimini anlamak istediği aşikar da yani bu kadar da açık edilmez ki. Ayıp. Kimi anketlerde ise hangi partinin yaptırdığı ilk cümleden anlaşılıyor. Siyasi yelpazedeki sıralamayla veya son seçimlerde alınan oy oranı sıralamasıyla değil adına çalıştığı partinin ismini başa alarak yöneltiyor sorularını. Siyasetin, partilerin, politikacıların yaptığı gibi değer tanımazlığı, tüm ilkeleri çiğneyerek gerçekleştiren siyaset analiz şirketleri de pay sahibi bu ülkenin yerel seçim tablosundaki olumsuzluklarda. Hasılı tıkanıp kalıyoruz deve tarifinde.
AKP, Kürt siyasetinin kayyım baskısından kurtulmak için politika geliştirme arayışını kendince fırsata dönüştürme üzerine fısıltı politikası üretti bu seçimde. Genel seçimlerde Alevi yurttaşların eşitlik ve özgürlük arayışı üzerine oynamıştı. Yerel seçimde Kürt yurttaşın eşitlik ve barış arayışını kendisine araç kıldı. Yurttaşın siyasi iradesini kendi siyasi çıkarlarına uygun yöne kanalize edebilmenin önünde hiçbir ahlaki engel tanımadıkları bir kez daha görülüyor. Ana muhalefet ve sol-sosyalist siyaset ise hem her parti kendi içinde hem de partiler birbirine karşı muazzam bir rekabet içindeler. İktidarla değil birbirleriyle rekabetin düşündürdüğü yarışa verilecek tek bir isim var: Majestelerinin sadık muhalefeti. Lafa gelince sadece sağ partiler için söylense de görünen o ki sağlı sollu aynı yerdeler. Aday belirlerken popülist tutum takının parti seçim yarışı başladıktan sonra ilkelerini hatırlayıp destek çekince, Hatay’da güçlü olana hizmet etmekten başka sonuç vermez. TİP turşu-perhiz ikilemine takılıp kalınca seçmen nezdindeki kredisi etkilendi mi, iki gün sonra bu da görülür.
Bir de AKP’den ayrı olan ama zihniyetlerini ayıramayan küçük partilerin 31 Mart sonrası hayatta ve ayakta kalıp kalamayacağı da ayrı bir konu. “Ama biz Osmanlı Bankasıyız” reklamını çağrıştırmaktan öte bir politika üretemeyişleri, sahip oldukları milletvekilliği süresince -o da belki-yaşama şansları olacağını düşündürüyor. Gerçi siyasi muhalefetin tamamı hem bu yerel seçim için hem de 1 Nisan sonrası için umudunu AKP-YRP çekişmesine bağlamış durumda. Komik değil mi? İktidar kanadı umudunu DEM Parti'ye bağlarken muhalefet kanadı YRP’yi umudunun odağına oturtmuş durumda. “E, siyaset böyledir” diyecek olan ağır abilere peşinen duyuralım: Biz buna erkek siyaseti diyoruz. Yok aslında birbirinizden farkınız.
Kadına yönelik şiddetle mücadelede yerel yönetimlerin sorumluluğunu görmeyen, yükümlülüğünü yerine getirmeyen belediye başkanlarının hangi partiden olduğu hiç önem taşımıyor. Kadın sığınaklarının sayı, kalite ve kapasitesini arttırmayan, sığınak açma yükümlülüğünü yerine getirmeyen belediyeler ve başkanları için parti tabelasında ne yazdığı önem taşımaz. Düşünün ki cinsel saldırı suçları akla ziyan sayılara neden ulaşıyor? Cevap: Yerel ve merkezi yönetimin birlikte yürütmesi gereken şiddetle mücadele yükümlülüğünü gözardı etmesinden. Tüm ülkede bir tane bile cinsel şiddet kriz merkezi yok. Oysa her 20 bin kişilik nüfus için 1 cinsel şiddet kriz merkezi; her 10 bin nüfus için 1 kadın sığınağı olması gerekiyor, gerçek anlamda şiddetle mücadele edildiği takdirde. Kadınların ve çocukların çaresiz bırakılmadığı bir toplumda şiddet failleri, köpeksiz köyde değneksiz gezer gibi pervasız olamaz. Yasalarla tespit edilmiş yükümlülerini yerine getirmeyen merkezi ve yerel yönetimler, hepsi, cinsiyet temelli şiddette faillerin suç ortağı. Bu tabloyu değiştirme niyeti olan adaylar varsa umarım seçmen onlara teveccüh eder. Yoksa siyaseti yeniden düzenlemek için kolları sıvayalım. Ya da tüm partiler aklını başına toplasın. Bu ülkeyi muhalefetsizlik çukuruna sürüklemekte olduklarını görmeleri gerekiyor.