Cumhur İttifakı “muhalefeti dönüştürme görevi” için gaza basarken HÜDA PAR da kadın ve LGBTİ+ karşıtı yasa teklifiyle “hani bana” diyerek kendisini hatırlattı. Öyle görünüyor ki iktidar ve ortakları demokrasinin ‘d’sine bile tahammül edemez halde. İnsan haklarına, özgürlük ve eşitlik ilkelerine ise alenen savaş açtılar.
İlkin demokratik denge denetleme mekanizması namına elde kalan son kırıntıya karşı iktidar adına gösterilen tahammülsüzlük örneğinden başlayayım. Yasamanın bağımsızlığını temin etmek için TBMM Başkanlık Divanı çoğulculuk ilkesiyle oluşturuluyor. Meclis’te grubu bulunan partilerden başkan vekili, katip üyeler, idare amirleri olarak görev yapacak milletvekilleri seçilmesi yürütmenin, yasama üzerindeki etki gücünü sınırlamak içindir. Hukuken vekil, asilin yetkilerine sahiptir malum ve bu nedenle farklı partilerden Meclis başkanvekilleri, başkanlık görevini yürütürken yasamanın gündemini belirleme yetkisine de sahip olur. Ucube sistemin anayasası divanın, parlamenter sistemde uygulanan çoğulculuk ilkesiyle oluşturulmasına herhangi bir kısıt getirilmedi. Hem iktidar hem muhalefet milletvekilleri için seçilmiş olmaktan, milli iradeden alınan gücün gerektirdiği yetkiyi kullanmak, yüklenilen sorumluluğu yerine getirmelerini sağlamak için özgür iradelerini kullanacakları bir alan sağlar. Kıyıda köşede unutulmuş küçük bir çatlak ama gerçekte iradesini ipotek etmeyen vekil için geniş bir özgürlük alanı oluşturur. Nitekim Gülizar Biçer Karaca TBMM Başkanvekili görevini yerine getirirken bu alanı kullandı. Anayasa Mahkemesi’nin Hatay Milletvekili Şerafettin Can Atalay hakkındaki kararını okuttu. Kararın okunmasından sonra yapılacak tek şey Can Atalay’ın tahliye edilmesi.
Adalet Bakanı, Cezaevleri Genel Müdürü ve ilgili cezaevinin yönetimi derhal harekete geçip gereğini yapmalıydı ama yapmadı. Ve millet yazdı bunu bir kenara. Saray danışmanı “devlet kaydeder” sözüyle hukuksuz fişleme yöntemini ifşa ve itiraf etmiş. Şüphesiz seçmen bu sözleri de kaydetti bir kenara. Kalıcı olan, etkili sonuç yaratacak olan halkın, toplumun, milletin özünde seçmenin kayıtları olur. En azından tarih böyle söylüyor. İktidar milletvekilleri ve Meclis Başkanı da AYM kararının okutulmasına, okutana, okuyana tehdit yöneltmekle kendi bindikleri dalı kesiyorlar. Halka, seçmene dönüp “senin iradenden gelen vekâlet irademi başkasına ipotek ettim” mesajı vermiş oluyorlar. Evet, bütün bunlar yeni değil, ilk defa olmuyor. Yıllardır Meclis Genel Kurul ve komisyonlarda tam olarak bu yöntemle çalıştırıl(mı)yor, muhalefet etkisizleştiriliyor. Fakat bu son örnek, yılladır söylemekten dilimizde tüy biten bütünüyle TBMM’yi işlevsiz kılan taktikleri, geniş kesimlerin de görmesini sağlar umuduyla üzerinde uzunca durdum. Diğer yandan son AKP Kongresi’nde Erdoğan’ın partisine söz verdiği şekilde “Cumhur İttifakı olarak muhalefeti dönüştürme görevimizi yerine getirmekten kaçınmayacağız” karlılığı devam ediyor.
CHP’nin 21. Olağanüstü Kurultayı’na soruşturma başlatılması, Erdoğan’ın partisine verdiği sözü tutması olarak okunmalı. “Muhalefeti dönüştürme” politikası, iktidar alternatifi olmasını önleyecek şekilde muhalefeti zayıflatmak anlamına geliyor. Küçük, cılız, uyumlu muhalefet partilerinin varlığını pek dert edinmez. Kimi muhalefet partilerinin desteklediği ama asıl olarak tabanda oluşan toplumsal tepkinin güçlendirdiği CHP ve cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu karşısında bir seçimi daha kazanamayacağını herkesten önce kendisi gayet iyi görüyor olmalı ki her türlü yan yola sapmakta tereddüt etmiyor. Ancak 2018’den bu yana tek karar vericili bu ucube sistemin kurumları, kuralları çökertmesinin sonucu olarak biriken toplumsal tepki, zor gücüyle de engellenemeyen bir aşamaya evrildi. Özellikle 2025’in başlarından itibaren iktidarın, yargı fırtınası yoluyla muhalefeti zayıflatma çabası bardağı doldurmuştu. 19 Mart krizi ise bardağı taşıran damlaydı. Saraçhane’de, Yozgat’ta, 23 Nisan’da Ankara’da gördük bunu. Anlaşılan saray gözlerine inanamıyor ki yargı sopasıyla, baskı ve yasak politikasıyla ilerlemeyi sürdürüyor. İBB şirketlerine kayyım atanması, CHP ve İBB’ye kayyım atama kararının hala masada, el altında tutulduğunun göstergesi. “İl mi yaman bey mi yaman?” sorusunun bir kere daha cevabını bulacağı zorlu günler bir süre daha devam edecek gibi. Üstelik siyasi muhalefetle yetinmeyip baskıyı kitlesel muhalefete de yönelttikleri gibi muhalif kitlenin de ayrıştırılmasını önceleyen adımları da gerçekleştiriyorlar.
Topluma domuz bağı siyasete muhalefetsizleştirme operasyonu
HÜDA PAR Meclis’e sunduğu yasa teklifiyle toplum mühendisliğine soyunmuş. Biyo-politik yasa önerisi sayesinde kitlesel muhalefetin içinde yer alan cinsiyetçi kesimleri sokaklardan, alanlardan ve eşitlikçi muhaliflerden uzaklaştırma işlevinde ön almış görünüyor. “Ailenin Korunması ve Sapkınlığın Suç Sayılması İçin Kanun Teklifimiz” başlıklı bir yasa önerisi Meclis Başkanlığına iletildi, haberlere göre. Teklifin tam metni ise partinin resmi sitesinde yer alıyor. Parti başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Gaziantep Milletvekili Şahzade Demir, Batman Milletvekili Serkan Ramanlı ve Mersin Milletvekili Faruk Dinç imzalı teklif, tam anlamıyla faşizan biyo-politika örneği. Teklifin gerekçesinde yer verilen şu paragraf toplumun tamamına yönelik domuz bağı tehdidi niteliğinde: “Aynı biyolojik cinsiyette olanlar arasındaki her çeşit cinsel ilişki ve davranışların teşvik edilmesi, özendirilmesi ve propagandasının yapılması” da yeni bir suç olarak tanımlanarak 3 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası öngörülüyor. Bu suçun her türlü yazılı, görsel, kişisel, klasik veya dijital iletişim ve bilişim vasıtalarıyla işlenmesi haline ise cezanın yarı oranında arttırılması” planlanmış. Biyolojik cinsiyet kavramının yasaya geçirilmesi, evliliklerin kadın ve erkek arasında olacağı yasaya geçirilmek istenmiş. Ama tek eşlilik vurgusu yok. “İktidarın pek sevip bolca kullandığı “cinsiyetsizleştirme” ifadeleri de yer alıyor teklifte. Maddeler arasında kadına yönelik baskı ve istismarın önlenmesi gereği de yer almış. Kadınlara yönelik söz konusu istismar ve baskı ifadesinin hangi anlamda kullanıldığı içe genel gerekçesinde açıkça görülüyor.
HÜDA PAR'ın LGBTİ+ karşıtı kanun teklifinde nelerin değiştirilmesi öngörülüyor?
Topluma domuz bağı siyasete muhalefetsizleştirme operasyonu
“Eşitlik ve kadın hakları dayatması” engellenmesi gereken eğilimler sayılmış. “Toplumsal cinsiyet ideolojisi” adıyla karalamaya çalıştıkları toplumsal cinsiyet kavramı ise zaten çok uzun zamandır iktidarın kara listesinde. İktidar ortakları irili-ufaklı elbirliğiyle çalışıyor. Faşizmin toplum tasarımına göre hazırlanmış bu teklifle en küçük parti de kendi rolünü oynamış görünüyor. Rollerini oynuyorlar ama hakkıyla çalışmamışlar. Örneğin biyolojik cinsiyet kavramına çok önem atfedip biyolojik cinsiyetin kadın ve erkek cinslerinden ibaret olduğu önyargısını teklifin temeline yerleştirmişler. Sivaslı futbolcuların “normal doğum” safsatasıyla sahaya çıkması kadar abes, bilgisiz ve temelsiz bir yaklaşım bu biyolojinin kadın ve erkek cinsiyetinden ibaret olduğu iddiası. Çünkü çift cinsiyetli doğum olgusu var. Tarih boyunca hep oldu. Doğuştan gelen cinsiyetin kadın ve erkek olarak kabul edilmesi insanı tanımlarken “ortalama” insan için geçerli olabilir. Ancak ortalamanın istisnaları olan müstesna insanlar her zaman oldu. Kaldı ki cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliğini belirleyen tek şey cinsiyet organları değil. İnsan bedenindeki hormonlar her cinsiyette aynı. Sadece oranları değişiyor. Yani her erkeğin içinde bir kadın, her kadının içinde bir erkek gizli daima. Ve gelişim sürecinde, yaşamın bir evresinde, duygusal ve zihinsel gelişimin bir anında insanın gizli yanı baskın hale gelebilir. Bilemezsiniz, göremezsiniz. Ve bu durum onun insan olduğu gerçeğini değiştirmez.
Bu teklif insan hakları müktesebatını yok sayıyor
Faşist yasa teklifiyle insan doğmuş olanı cinsiyetine göre hiyerarşik cinsiyet politikansa tabi tutmak, ancak insanlıktan çıkmış olanların yapacağı bir iştir ve insanlığın yüz karası olarak tarihe gömülmelidir. Bedensel veya duygusal olarak kendisini karşı cinsten hisseden insanların, insan haklarından soyutlanmasını isteyen bu teklif derhal geri çekilmeli. Hayasızlık, sapkınlık hatta genel ahlak gibi soyut suçlamalarla insan haklarını budayıp, yurttaşların bazılarını insan dışılaştırma (homo sacer) girişimini utanmadan yasa teklifi halinde sunmak, günümüzün en önemli değeri olan insan haklarına aykırı ve tam anlamıyla ayrımcılıktır. LGBTİ+ bireyleri ve örgütlerini; feministleri ve örgütlerini, kadın hakları kavramını ve savunucularını suçlu ilan eden bu teklif insan hakları müktesebatını yok saymaktadır. İnsanlık onuru için tüm demokrat muhalifler ortak hareket etmeli. İktidar blokuna mensup olan insanlar da insanlığın ortak değeri olan insanlık onuruna yakışır şekilde reddetmeli bu teklifin görüşülmesini. Aksi takdirde önce LGBTİ+lar ve kadınlarla başlayan bu girişim zaman içinde bütünüyle insan haklarını yok etme eğilimi gösterebilir.
Gonca Kuriş…
Tam da bu nedenle hem HÜDA PAR teklifi hem de henüz kimsenin sahiplenmediği ve haftalar önce yandaş basında yer almış daha kapsamlı ve çok daha büyük hak ihlalleri içeren taslak metin tüm toplumu domuz bağı ile kıskıvrak yakalar. Hatırlayalım Gonca Kuriş’i. Hizbullah’ın ideolojisine ters gelen feminist mücadelesi nedeniyle domuz bağı ile, işkenceyle öldürülmüştü ve failleri cezasız kalmıştı. Ve teklif sahibi parti onları hiçbir zaman terörist olarak tanımlamadı. Tersine savunma örgütü olarak isimlendirdi. Hizbullah ile bağlantılı olduklarını inkar etmeyip sadece yöntem değiştirdiklerini söylediler. Ve şimdi hepimizi hareketsiz, savunmasız bırakacak, topluma işkence olacak bir yasa hatırladılar, sundular Meclis’e. Oysa toplumsal cinsiyet eşitliği insanlık tarihinde köleliğin yasaklanmasından sonra gerçekleştirilen en önemli medeniyet eşiğidir. Sapkınlık, hayasızlık değil insanlık onurunu yüceltmektir. Demokrasiden ve insan haklarından korkmak insanlıktan çıkma sonucunu getirir. Herkes insanlığını hatırlasın. Bu ülke hepimizin, hep birlikte insanca, onurlu yaşayacağımız bir düzen kuralım.