“Yok mudur kurtaracak baht-ı kara maderini”
Namık Kemal
Şaibenin büyüğü, AKP’nin 8’inci Olağan Kongresinde ortada bir siyasi partinin olmayışı idi. Tabela, isim, binalar, üyeler, delegeler, teşkilatlar ve bu teşkilatlarda varlık gösterenler; hepsi şekil şartlarını yerine getirmekten ibaret. Politika üretimi icazete bağlı. Gösterilmiş adaya itiraz şansı yok. Lidere yüzde 100 biat esaslı bir yapıya siyasi parti nazarıyla bakmak abesle iştigal olur. Aday tek kişi rakip yok ama. Sözde “er meydanı” söylemi var fakat kendisi meydanda değil çünkü kaybetme riskini göze alamayan kişiler rekabeti göze alamaz. Alt kadroları birbiriyle savaştırır. Ama o savaş da kongreden önce olmuş bitmişti. Liste hazırdı. Tartışmaya kapalıydı. Biat edildi. İmzalı saatler alındı. Bunları şaibe olarak suçlama ihtimali olanlar da sindirilmişti zaten. Rekabetsiz siyasetin konforlu alanı kamu kaynaklarıyla kurulup sürdürüldüğü için alan razı veren razıydı. Dikensiz gül bahçesi yetiştirilmişti ama ah şu muhalefet… Bir türlü majestelerinin sadık muhalefeti kostümüne giremiyordu, sığamıyordu o kostüme. İş yükünden kaçmayan lider bunu da Cumhur İttifakı'nın görev listesine yazıverdi. Her gün birini dönüştürünce… Sonrası malum.
Fakat önce Kongre şovunda kadınlara verilen role bakalım. Rollere demiyorum dikkat ettiyseniz çünkü kadın dediğin tek bir organizma bu gösteride. Kompakt bir nesne olarak görülür. Sıkı ve yoğun sayıldığı için rahatlıkla alınıp bir köşeye yerleştirilir ki göstermelik resim bütünlük kazansın. Kongre binasının dışında kalan kalabalıktaki kadınların görüntüsü içimi acıttı. Canlı yayın görüntülerine dikkat edenler neden içimin acıdığını anlayacaklardır. Polis barikatlarıyla çevrilmiş, dar alana sıkıştırılmış kadınların görüntüsü, AKP kadın politikasının resmiydi. Orada kuşatma altındaki kadınlar kendilerini kötü hissetmemiş olabilirler. Yukarıdan, dışarıdan, uzaktan bakınca görülüyor barikatın ötesindeki erkek taifesinin birbirine yapışmadan elini, kolunu, ayağını, bacağını oynatabilecek, öne arkaya gidebilecek hareket alanına sahip olduğu. Kısacası serbest erkekler ile dar alana hapsedilmiş kadınlar arasında görülen devasa ayrımcılık kuşatılmış kadınların pek azı tarafından fark edilmiş olabilir. Çoğunun o sıkışıklıkta başını çevirip etrafına bakabilecek kadar bile bir hareket alanı yoktu çünkü. Sorsak kadınlara kıymet vermekten, onları korumaktan söz ederler. Eril tahakkümün binlerce yıllık taktiği… Şimdilerde yeni-ataerki zamana uyum göstererek kadınları kamusal alana çıkartıyor ama erkekleri serbest bırakıp kadınlarda açık cezaevi misali dar alana sıkıştırılmayı kabul etmeleri için rıza üretmek yoluna gidiyor. Kadın insan olarak özerkliğini ilan etmediği, iradesini kim olursa olsun başka birilerine ipotek ettiği sürece böyle gider.
KONGRE'DE 'TÜRKİYE YÜZYILI'NIN' SIRRI ANLAŞILDI
İtiraf edeyim, baştan itibaren çözememiştim bu Türkiye Yüzyılı söylemini. Cumhuriyetin ikinci yüzyılı yerine Türkiye Yüzyılı ilanı ile başımıza çorap örüldüğünün farkındaydım ama içeriğini tam olarak kestiremiyordum. Kongre konuşmasında Erdoğan Türkiye Yüzyılı iddiasının manasını nihayet açık etti. “Cumhur İttifakı olarak nasıl Türkiye Yüzyılını ilan ettiysek muhalefeti dönüştürme görevini de adım adım gerçekleştirmekten kaçınmayacağız.” Aynı zamanda toksik sıfatı yapıştırıp demokrasiyi, demokratik kurum ve kuralları değersizleştirme yoluna gitti aynı konuşmada. “Kayıt dışı siyaset” kavramı icat ederek düşünce ve ifade özgürlüğünü alenen suç ilan etti. Bu da yetmedi. İnsanlık yolculuğunda elde edilmiş değerleri, insan hakları müktesebatını, adalet arayışını, eşitlik mücadelesini elinin tersiyle iteleyip “yaldızlı literatür” yaftasıyla küçümsedi. Bu kadarla da kalmadı, “literatür yığınıyla” boğuşmayacaklarını da söyledi. Ama konuşmasının birkaç dakika sonraki bölümünde o yaldızlı literatüre sığınmak zorunda kaldığını da işittik. İnsan ve insani değerler söz konusu olduğunda literatür yığını olarak küçümsenen insanlık birikimi, iktidar hırsı ve paranın gücü söz konusu olunca değişmiş her şey. Yaldızlı literatürle Reform Programı yazılmış. Birkaç dakika önce çöpe attığı o literatür yığını içinden keyfine uyan bazılarını elini uzatıp çekip almış. Görücüye çıkarırcasına göstermelik başlıklar sıralandı. İçinde az önce çöpe attığı temel haklar bile var.
“Yaldızlı literatür”den aparma kocaman laflarla yazılmış Reform Programı ekonomik dönüşümden yeşil ve dijital dönüşüme, sosyal politikalardan yargı ve temel haklara, ticari ve siyasi alanlara uzanan bir peynir gemisinden ibaret. Peynir gemisi derken yürümeyecek planlardan söz etmiyorum. Sadece bu aşamada yazıya dökmek ve ifade etmek için muhtaç olunan değerlerin, yıllardır yapıldığı gibi tersine işletilerek uygulanacak planlar olduğunu düşünüyorum. Kongre salonunda yer alanlar hatta az önce AKP rozeti takmış çiçeği burnunda transferler, huşû halinde dinler görünürken “22 yıldır neden tersini yaptığı” sorusunu içlerinden geçirmişseler de yüzlerine yansımasından korkup akıllarından kovalamış olabilirler. Şükür ki bizim öyle bir zorunluluğumuz yok. Milletvekili transfer sezonu açıldı ve sanırım Cumhur İttifakı yekunu 400’ü buluncaya kadar devam eder. 360 yetmez. Çünkü Erdoğan kayd-ı hayat şartıyla Cumhurbaşkanı olacağı ve bunun için yüzde 50+1’e muhtaç kalmayacağı hatta mümkünse veliahdını tayin edebileceği bir anayasa istermiş gibi görünüyor. Belediyelere operasyondu, kayyım atamaktı falan bunlarla değerli vaktini harcamak da istemeyebilir. Bahçeli’nin bir vakitler önerdiği ‘yerel seçim yapılmasın, bir kişi seçilir o her makama atama yapar’ minvalindeki sözleri aklına yatmış bile olabilir. En kötü senaryoları düşündüğümün farkındasınız sanırım ama ne çare ki o senaryoların içinde yaşadığımızı düşünüyorum. Bu arada o Reform Programı iddiasının bizlere değil yabancı yatırımcıya ‘gel gel’ mesajı olduğuna şüphe yok.
Geriye bir soru kalıyor. Prof. Dr. Serap Yazıcı Özbudun böyle bir anayasa yazar mı, anayasa yazma işinde Serap Hanıma yetki verilir mi? Benzeri ve seçmenin aklındaki başa sorulara cevap bulmak için Serap Hanımla görüştüm. Birkaç hafta sonra röportaj yapmak üzere sözleştik. Tabii ki dün (Çarşamba) yaptığımız görüşmede sözlerini yazılmamak kaydıyla dile getirdiği için herhangi bir bilgi aktarmıyorum. Bekleyeceğiz.
Türkiye Yüzyılı iddiasının muhalefetsizleştirilmiş bir ülke hayali olduğu anlaşıldı. Belki sevgili dostu Putin’in Rusya’sı gibi ‘çıtı çıkmayan’ muhaliflerden, belki Suud gibi çıkar ilişkisine dayalı itaatkar muhaliflerden ibaret bir ülke hayali. Aylardır dinmeyen operasyon ve yargı fırtınası bu hayali gerçekleştirme adımları. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na açılan onca dava, 25 yıla varan hapis cezası istemleri, apaçık usulsüzlük görüntülü Kongre yaptığı halde CHP’nin son olağan Kurultayına “şaibe yaftası” yapıştırmak için tüm imkanların seferber edilişi, hayale uluşmak için atılan adımların sona yaklaştığı düşüncesinin Erdoğan’da kuvvetlendiğini gösteriyor. Güçlü ve politika üretebilen, lider sultasına pabuç bırakmayan bir yapı olarak kurulmuş AKP’nin içini boşaltıp, siyasi parti olmaktan çıkartıp, kendisini rakipsiz kıldığı gibi ülkeyi de siyasi rekabetten yoksun bırakma niyetinde. Seçmen eğiliminin geldiği bu aşamada ancak rakipsiz veya tavşan rakiple gireceği bir seçim yarışını kazanabileceğinin farkında.
14 Mayıs 2023 seçimleri öncesinde muhalefetin bu seçimi kazanamadığı taktirde ucube sistemin totaliter yönetime geçmek için sadece birkaç adıma ihtiyacı olacağını yazıyordum. Şimdi işte o birkaç adımın sonuna yaklaşmış gibiyiz. Erdoğan da böyle düşünüyor olmalı ki Kongre öncesi yaptığı konuşmada özgüvenle "Yarım kalan hiçbir hikayemiz olmayacak" dedi. Bahsettiği hikaye belki yerli-milli bir totalitarizm belki Kongre konuşmasında belirttiği gibi Türkler, Kürtler ve Araplarla sınırlanmış bir İslam-Ümmet devleti. Fakat bu hikaye için önemli bir ‘sorun’ var. Püsküllü tarihçileri bilmediği için kendilerine de öğretememiştir: Bu toprakların insanı imkansızı başarmakla ünlüdür. Vaktiyle yedi düvelin hikayesini yarım bıraktırdığı gibi şimdi de demokrasiden, muhalefetten, sivil toplumdan, insan haklarından, eşitlikten, hukukun üstünlüğünden, adaletten vazgeçmeyecektir. Yarım kalmayacak asıl hikaye budur:
“Bulunur kurtaracak baht-ı kara maderini”
Mustafa Kemal