İdari vesayet, siyasi vesayet, belediyecilik...

Şunun şurasında üç gün sonra 60 milyondan fazla seçmen sandık başına gideceğiz ve yaşadığımız yerleri gelecek 5 yıl boyunca yönetecek kişileri seçeceğiz. Öncelikle seçimler ülkemize hayırlı olsun. 

Neredeyse son 3 aydır muhtemel adayları, ittifak matematiklerini, adayların mal varlıklarını, geçmişlerini, kazanıp-kaybetme ihtimallerini konuştuk. Mevcut belediye başkanlarının performansları da o tartışmalar arasında kendilerine yer bulmaya çalıştı. 

Bu süreçte en az tartıştığımız iki temel husustan biri Türkiye’nin artık tedavi edilmesi gereken kronik hastalığı haline gelen merkezi yönetimin ağırlığı ve yetki ile sorumluluğun nasıl olup da yeniden yerel yönetimlere devredileceği oldu. 

Amerika’daki gibi vergi oranlarına kadar yerel otoritenin belirleyici olduğu federal bir sistem elbette Türkiye için mümkün değil. Hem kuruluş hem işleyiş mantığı ile bize uymayan bu sistem fazlasıyla nev-i şahsına münhasır bir örnek. Ama sanki 3 milyonluk bir şehir devleti gibi yereldeki en ufak detaylara kadar Ankara’dan belirlenen bir sistem de ne verimli ne sağlıklı ne demokratik ne de iyi bir belediye hizmeti sağlıyor. 

Yüzde 50+1 sistemine geçilmesi ve AK Parti’nin elindeki Ankara ve İstanbul başta olmak üzere önemli merkezleri kaybetmesi ile Ankara kelimenin tam anlamıyla yerel yönetimlerin üstüne çöktü. 

Başkentin idari ve siyasi vesayeti yerel yönetimleri taksi plakası sayısını bile belirleyemez hale getirdi.

Erdoğan’ın gerekçesi net. Cumhurbaşkanı meşru yasal seçimlerle ülkenin başına seçildi ve anayasal yetkileri neredeyse istediği şeyi yapmasına. 

Sanki yerel yöneticiler Birlemiş Milletler tarafından atanmış gibi bir tek yanlılık sivil toplumu, çoğulculuğu, yerel yönetimleri boğan bir karabasan haline gelmiş durumda. 

Halkın oyu ile seçilmeyen, atanan bir bakan ya da onun yetkilendirdiği kişiler halkın oyu ile büyük mücadelelerle göreve gelen kişileri tek bir imza ile görevden alabiliyor. Protokolde geldikleri ilde kısa süre görev yapan valiler o şehirde doğup, siyaset yapıp, seçilip, o şehrin insanlarına hesap verecek belediye başkanlarının önünde.

Aslında bu protokol düzeni bile şehrin insanlarına kendi iradeleri ile merkezdeki otorite arasındaki öncelik sıralamasını gösteriyor. 

Kendi öz kaynakları dışında finansal araçlarla yatırım yapmak zorunda olan büyük metropol belediyelerinin kullanacakları kaynaklar üzerindeki Ankara tahakkümü nihayetinde o illerdeki vatandaşları cezalandırıyor. 

Zaten ciddi sorun olan idari vesayet Erdoğan’ın “ya hep ya hiç, ya benimsin ya kara toprağın” mantığı sonucu uygulanan siyaset vesayet ile daha katmerli bir hale geldi. 

Belediyelerle ilgili tartışılmayan ikinci husus ise yerel yönetimlerin asli vazifelerini bir kenara bırakıp tribünlere oynamayı tercih etmeleri. 

Bir büyükşehir ya da ilçe belediyesi düşünün ki sorumluluk alanındaki en temel belediyecilik hizmetlerinde daha yapılması gereken onlarca iş varken sanki başka önceliği yokmuş gibi kaynaklarını festivallere harcıyor. 

Organizasyon şirketleri, sanatçılar, aracılar, reklam ajansları üzerinden hatırı sayılır bir kaynak çevreye, alt yapıya ve temel belediyecilik hizmetlerine değil açık hava konserlerine harcanıyor. 

Kimi ilçe belediyeleri maaşları ödemekte zorlanıyor. İstanbul ve Ankara’nın bile ilçe belediyelerinin ara sokaklarda, yerleşim birimlerinde sürdürülebilir, kaliteli bir altyapı oluşturabilmeleri için milyarlarca dolar kaynak kullanması gerekiyor.

Haftalarca temizlik yüzü görmeyen ilçe sokaklarını saymıyorum. Ama her partinin kendine yakın şarkıcılara, kanaat önderlerine (her ne demekse) harcayacak paraları var. 

Toplu sünnet törenlerinden düğün organizasyonlarına varıncaya kadar verimliliği sorgulanabilecek ve ne kadar bir belediyenin görevi olduğu sorgulanacak onlarca faaliyet sayılabilir. 

Bu arada iktidar, uyguladığı kötü ekonomi politikası nedeniyle acil ihtiyaç haline gelen sosyal yardımlar yüzünden belediye bütçelerinde orantısız yükler oluşturuyor. 

Emeklilerden öğrencilere kadar belediyeler şehrin altyapısına harcaması gereken kaynakları ihtiyaç sahiplerine aktarıyorlar. Bu da toplumsal mevzi kaybının bileşik kaplar teorisi gibi her köşeyi etkilemesini beraberinde getiriyor. 

Bir de son olarak pazar günü halkın meşru oyları ile hak ederek göreve gelecek olan değerli belediye başkanları, değerli vesikalık resimlerinizi kampanya dönemlerine saklasanız ve beş yıl boyunca her açık hava reklamında kim olduğunu çoğunlukla da bilmediğimiz kişileri görmesek, simanızla değil de yaptığınız işlerden sizi tanısak sanırım daha iyi olacak. 

Tüm adaylara başarılar.