Birinci Yılında Süreç: Olanlar, Olmayanlar

Birinci yılında bir muhasebesini yapmak iyi olur düşüncesiyle kafamda tartmaya çalıştığımdan beridir süreç hakkındaki duygum “çok şey oldu” ve “pek de bir şey olmadı” arasında gidip geliyor. Süreç başladığından bugüne bir sene geçmiş olmasına rağmen ne Selahattin Demirtaş’ın, ne Selçuk Mızraklı’nın, ne Bekir Kaya’nın, ne Figen Yüksekdağ’ın, hiçbirinin cezaevinden salıverilmediğini düşününce, geride kalan bir senede pek de bir şey olmadı duygusuna kapılmamak zor. Ya da üç dönemdir yerlerine kayyım atanan belediye başkanlarının görevlerine iade edilmediğine takılınca. Hele de formasına iki kelimelik Kürtçe bir reklam aldığı için Amedspor’a federasyon tarafından para cezası kesildiğini görünce…

Olmayanlar

Kürt meselesi, çözüm, süreç dendiğinde herkesin aklına gelebilecek kolay ya da sembolik işler olduğundan bu örnekleri verdim. Daha formel bir açıdan bakıp geçen bir senelik zamanda süreçle ilgili bir yasa çıkmadığını, İnfaz Kanununda, TMK ve TCK’da küçük bir değişiklik bile yapılmadığını düşününce aynı duyguya kapılıp kalıyor insan: “Süreçte pek de bir şey olmadı”. Nitekim, pek bir şey olmadığı için ne dağdan gelen var, ne Avrupa’dan, ne cezaevinden çıkan var ne de “süreç bu kez tamam” diyen. Bir senede bunlar olmayınca da “e daha bunun Kürtçe eğitimi, vatandaşlık meselesi, anayasa değişikliği var, onlar ne olacak” diye endişe etmemek mümkün değil.

Olanlar

Bir de olanlar var tabii. Geride kalan bir senede “Çok şey oldu” dedirten işler. Olanların başında, daha doğrusu başlangıcında, MHP lideri Bahçeli’nin “bin senelik kardeşlik” diyerek ülkede ve bölgede bir büyük Türk-Kürt ittifakını müjdelemesi ve “PKK’nin kurucu önderi” olarak nitelemekten çekinmediği Abdullah Öcalan’ı örgütünü feshetmek üzere TBMM’de bir konuşma yapmaya davet etmesi var.

Bahçeli’nin bu açılış adımlarını takiben, PKK cenahından atılan adımlarsa daha ciddi işler oldu. Kendinde PKK’nin 50 seneye yayılan silahlı faaliyetini bitirme gücünü gören Öcalan, malum 27 Şubat 2024’te büyük bir adım attı ve PKK’ye silahlı mücadeleyi sona erdirme ve kendini feshetme çağrısı yaptı. Ardından daha büyük bir şey oldu ve Öcalan’ın çağrısının üzerinden üç ay bile geçmemişken, PKK, Irak Kürdistanı’nda düzenlenen bir konferansta silahlı mücadeleyi sona erdirdiğini ve kendini feshettiğini ilan etti. Cesameti henüz tam manasıyla idrak edilmiş görünmeyen bu adımı örgütün meşhur silah yakma töreni izledi. Başında KCK Eş Naşkanı Besê Hozat’ın bulunduğu 30 kadar PKK militanı, 11 Temmuz 2025’te düzenlenen törende silahlarını yaktı ve böylece silah bırakma süreci fiilen de başlamış oldu. 

PKK cenahından gelen bu cesametli adımlar devletin dişlilerini de harekete geçirdi. Epey bir ayak sürümeden sonra da olsa, PKK’nin fesih ve silahsızlanma sürecinin tamamına ermesi için yapılması gereken yasal düzenlemeleri müzakere etmek üzere Meclis’te özel bir komisyon kuruldu. Devlet cenahından gelen bu en ciddi adıma belli belirsiz de olsa eşlik eden ikinci bir adım daha oldu: Malum; bir süredir PKK ve SDG’ye yönelik operasyonlar askıya alınmış durumda. SDG’ye dönük süreç öncesindeki resmi tutumu hatırlayınca önemli sayılması gereken, işlerin rayından çıkmasını engelleyen türden bir adım bu. 

Hülasa, geride kalan bir senesine bakıldığında, süreçte olmayan çok ama olanlar da az değil. Ya da süreç hakkında hem “Çok şey oldu” demek mümkün hem de “Pek de bir şey olmadı”. Öte yandan, olanlar ve olmayanlar süreçle ilgili iki ters kanaate birden kapı aralıyor olsa da bir şeyi teslim etmek lazım: Olmayanlar olanlardan daha çok ve PKK’nin attığı adımlar devletin attığı adımlardan daha hızlı ve daha büyük. Diğer deyişle, süreçte olan da var olmayan da, doğru. Bu da süreç hakkında bir belirsizlik yaratıyor. Lakin sürecin pek de belirsiz kalmayan bir tarafı da var. O da şu: Süreçte bir gecikme ve mütekabiliyet sorunu var. Kürt hareketine nazaran devlet geç ve küçük adımlarla hareket ediyor. Bu gecikme ve mütekabiliyet sorununa iyimser taraftan bakıp “Cüsseleri ve alışkanlıkları devletleri küçük ve ağır adımlar atmaya sevk eder” diye düşünmek mümkün tabii ki. Ama galiba sorun bundan öte. Gecikme ve mütekabiliyet noksanlığının ardında daha ziyade sürecin başla işlerle karıştırılması var.

Olması Gerekenler

Gecikme ve mütekabiliyet sorunlarının ardında, başka şeylerin yanında, şu iki eğilimin olduğunu görmek zor olmasa gerek: 1.’si, süreci Suriye’de olacaklara bağlamak. 2.’si, süreci iç siyasette olacaklara bağlamak.  Sürecin bugüne kadar bunca ağır seyretmesinin ardında belli ki “Bakalım SDG istediğimiz kıvama gelecek mi” ya da “Bakalım Suriye’de işler kabul edebileceğimiz çerçevenin dışına çıkacak mı” sorularının cevabının bekleniyor olması var. Keza, sürecin bugüne kadar bu kadar ağır seyretmesinin, PKK’nin kendisini feshetmesinin üzerinden aylar geçmiş olmasına rağmen jest kabilinden de olsa bir adımın atılmamış, en küçük bir düzenlemenin bile yapılmamış olmasının ardında, “Bu işler içerde kime yarar” sorusuna net cevap verilemeyişi var. 

Oysa herhalde hep beraber farkındayız: Söz konusu olan son 50 senesi sürekli çatışma haliyle geçen, 100 senelik bir büyük meselenin çözülmesi. Cesameti sebebiyle çözülmesi zaten zor olan bir meseleyi mümkün olduğunca izole ederek ele almak varken, “başka” meselelere düğümleyerek ilerlemek pek iyi bir fikre benzemiyor.

O halde olması gereken de belli: Süreci, çözümü, Türkiye’nin Kürt meselesini, olabildiğince başka meselelerden izole ederek ele almak. Kürtlerin Suriye’de ne elde edeceğine ve sürecin iç siyasette kime yarayacağına takılmadan ilerlemek. 

Başkaları da var elbette ama sürecin olması gerekenlerinin başında bunlar var.