Baas’tan ve İslamcılıktan Sonra başlığıyla yayımlanan önceki yazımda şunu öne sürmüştüm: 7 Ekim 2023’ten bugüne geçen kısa zaman zarfında Ortadoğu’da ve Kürt meselesinde yeni bir döneme geçilmiş durumda. Bölgede eski ve yeni olanı şöyle tasvir etmiştim: Birinci Dünya Savaşı sonrasında ilki İngiltere hegemonyası, ikincisi ABD-SSCB dengesi, sonuncusu İran (Rusya)-İsrail (ABD) rekabetiyle geçen, ilkine himaye altında zayıf bir modernleşmeciliğin, ikincisine Baas’ın, sonuncusuna İslamcılığın damgasını vurduğu üç büyük dönem yaşanmışken, bölgeyi şekillendiren ana aktörlerle başat ideolojilerin değiştiği yeni bir dönem başlamış durumda. Dördüncü dönemde bölgenin ana aktörleri ABD, İsrail, Suudi Arabistan, Fransa ve Türkiye’den ibaret ve bu aktörler arası esas ilişki formu çatışmadan ziyade işbirliği olacak görünürken, sert ve evrenselci ideolojiler olarak Baas ve İslamcılık yerini bölge devletlerinin çıkarlarını maksimize etmeyi esas alan bir egoizme ve konformizme bırakıyor.
Kürt meselesinde eski ve yeni olanı ise şöyle izah etmiştim: İngiltere hegemonyası ve ABD-SSCB dengesiyle geçen ilk iki dönemde meskun oldukları ülkelerin tanınmayan vatandaşları olmakla yetinen Kürtler, Baas’ın çöktüğü üçüncü dönemde Irak’ta ve Suriye’de (İran ve Türkiye tandemi daha fazlasını engellese de) kendilerini yönetme hakkına kavuşmuşken, kısa zamanda İran’ın bölgeden tart edilmesine yol açmış görünen dördüncü dönemde Kürt meselesinin seyrinde büyük bir kırılma gerçekleşti. İran-Türkiye tandeminin zeminin kalmadığı dördüncü dönemde, Türkiye’yle Kürtler çatışma ya da barış seçenekleriyle baş başa kalmışken, devlet ve Öcalan kardeşlik olarak barış sapağına girmeye karar kıldı.
Bölgenin ve Kürt meselesinin kökten biçimde yenilenmesi, bu ikisi üzerine düşünenleri, bu ikisiyle ilgili siyaset yapmak niyetinde olanları yeni şeyler söylemeye, yeni şeyler yapmaya mecbur kılıyor. Nitekim, seyrini tayin edici bir biçimde belirleyemese de, bütün bu yenilenme işinin içinde olan iktidar hem bölgenin hem de Kürt meselesinin yeni haline intibak etmeye, bu iki yenilenme karşısında geçerli siyasetler üretmeye çalışıyor. Elbette kendi bildiğince, kendi mizacınca…
Türkiye’yi yönetmek iddiasında olduğundan, CHP de kendi bildiğince, kendi mizacınca yeni bir bölge perspektifi, yeni bir Kürt meselesi siyaseti geliştirmek durumunda. Haddizatında, CHP açısından bu ihtiyaç daha da belirgin, çünkü uluslararası siyaset alanında zaten zayıf ve Özel-İmamoğlu ikilisiyle birlikte önemli adımlar atmış olmakla beraber Kürt meselesinde halen yeterince cesur değil. Epey bir zamandır Türkiye’nin birinci partisi olmasına karşın, CHP’nin daha uzun süreceği anlaşılan bu fırtınalı havalarda Türkiye’ye kaptanlık edip edemeyeceği hakkında şüpheler var ve Kürt meselesinde inisiyatifi yeniden ele alabilecek gibi görünen iktidarın kardeşlik paradigmasına mukabele etmesi gerekiyor.
Uzun lafın kısası: Ortadoğu ve Kürt meselesi, bölge ve Kürtler CHP’yi ‘oyuna’ çağırıyor.
CHP’nin Zayıf Karnı: Dış Politika
Çağrıldığı oyuna girebilmesi için CHP’nin yeni bir bölge perspektifine, yeni bir Kürt meselesi siyasetine ihtiyacı var. Öte yandan, bir başına bile yeterli olmakla beraber, CHP’nin yeni bir bölge perspektifi ve Kürt meselesinde yeni bir siyaset ortaya koymasını gerekli kılan tek sebep bölgede ve Kürt meselesinin seyrinde yeni bir dönemin başlamış olması değil. Dünya büyük bir altüst oluş yaşadığından olsa gerek, siyasi partilerin dünyayı nasıl yorumladıkları, uluslararası siyaset alanında ne önerdikleri seçmen davranışını belli ki giderek daha çok etkiliyor. Ne var ki, seçmen davranışını etkileme kudreti artan dış politika, CHP’nin AK Parti ve Erdoğan’la rekabet etmekte zorlandığı alanların başında geliyor. Uzun zamandan sonra, herhalde bundan kötüsü nasılsa olmaz diyerek ekonomiyi bile CHP’nin daha iyi yöneteceğine kani olan seçmen, dış politika ve güvenlik siyasetinde halen CHP’yi pek ehil bulmuyor. Buna karşın, ekonomiyi toparlamakta zorlanan ve otokratik yönetimini sona erdireceğinden olsa gerek yeniden pozitif siyasete dönmeye niyeti görünmeyen Erdoğan, pek muhtemelen hem başarılı bulunduğundan hem de “dünyanın bu halinde Türkiye’yi güçlü bir lider yönetmeli” duygusunu güçlendireceğinden, dış politikayı ve güvenlik siyasetini (ve muhtemelen çözüm sürecini de) 2028 seçimlerinin birincil konusu yapabilir. Özetle, dış politika alanındaki geleneksel zayıflığı da CHP’nin yeni bir bölge perspektifi, yeni bir Kürt meselesi siyaseti geliştirmesi gerektiğine işaret ediyor.
İlkiyle bağlantılı olmakla beraber ayrı bir başlık olarak düşünülebilecek beka meselesi de CHP’yi bölge siyasetinde ve Kürt meselesinde yeni sözler söylemeye zorluyor. Gerek tarihsel gerekse de güncel sebeplerden ötürü Türkiye’de hem büyük devlet olmak arzusu hem de her şeyi kaybedebiliriz duygusu (beka kaygısı) kuvvetli. Kuvvetli çünkü, Osmanlı’nın uzak geçmişi güçlü devlet olma arzusunu, yakın geçmişi ise parçalanabiliriz kaygısını besleyen iki kaynak olarak hafızamızda canlılığını koruyor. Öte yandan, bugünkü gibi büyük alt üst oluş zamanlarında bu iki duygu muhtemelen daha belirgin hale gelip seçmen kanaatinin şekillenmesinde daha fazla rol oynuyordur. Bu durumda CHP’nin her iki duyguyu da bir şekilde tatmin edebilmesi, bunun için de bölge siyasetinde ve Kürt meselesinde yeni bir perspektif sunması gerekiyor.
Özetle, bölgenin ve Kürt meselesinin esaslı bir biçimde yenilenmiş oluşu kadar dış politikada kimin ne söylediğinin ve güçlü devlet arzusuyla beka kaygısının seçmen davranışında önemli olması ve dış politika alanında Erdoğan’ın kuvvetli CHP’ninse zayıf bulunması da CHP’nin hem yeni bir bölge perspektifi hem de yeni bir Kürt meselesi politikası geliştirmesi gerektiğine işaret ediyor.
Yeni Bölge, Yeni Kürt Sorunu, Yeni Perspektif
Partinin geçmişten gelen yatkınlıklarını ve gelecekteki ihtiyaçlarını göz ardı etmeden bölgenin ve Kürt meselesinin yeni halini düşünecek bir CHP perspektifi, en azından başlangıç itibarıyla birkaç parametreye yaslanmak durumunda. Parametrelerden ilki bugünle geçmiş arasındaki ilişkiye dair. Yeni CHP perspektifi öncelikle şunu göstermeli: CHP, yönetmeye hazırlandığı devletin bölgeye uzunca bir dönem egemen olmuş Osmanlı Devleti’nin varisi olduğunun ve bu verasetin Türkiye için hem imkân hem de sorumluluk ürettiğinin idrakindedir. Cumhuriyet’in kuruluşundaki mümtaz rolü güçlü bir meşruiyet kazandırmakla birlikte CHP Türkiye’nin bölgeyle maziye dayanan ilişkisini de eksiğiyle gediğiyle tanımak durumunda. Yeni bölge perspektifi CHP’nin geçmişten ders çıkardığı kadar ilham da aldığını göstermeli.
İkinci parametre beka meselesiyle ilgili. Yeni bölge perspektifi CHP’ye ülkenin kolektif ruhunda yeri sağlam görünen “bir zamanlar büyük devlettik, yeniden olmalıyız” arzusuyla “parçaladılar, yine parçalayacaklar” (beka) kaygısına aynı anda seslenebilme kabiliyetini kazandırmalı. Bu kabiliyeti kazanması için CHP’nin AK Parti’yi taklit etmesi gerekmiyor. Söz konusu iki duyguya AK Parti’ninkinden başka bir üslup ve içerikle seslenilebilmesi mümkün. Seçmenler, güçlü ordusu yanında, (bölge ülkelerine kıyasla) eğitimli nüfusu, katmanlı ekonomisi, seküler gündelik hayatı gibi yumuşak güç unsurları vasıtasıyla Türkiye’nin bölgenin büyük devleti olabileceğine ikna edilebilir. Keza, teknolojiye, disipline ve akıl ve bilime dayanan bir güvenlik siyasetiyle parçalanma tehdidinin daha etkin bir biçimde boşa çıkarılabileceği de anlatılabilir seçmenlere.
Yeni bir beka tanımı geliştirmek de üçüncü parametre olmalı. CHP, topluma bir yandan büyük devlet olmanın ve tehditlerle daha etkin baş edebilmenin yeni yollarını gösterirken, diğer yandan da ülkenin bekasını asıl tehlikeye sokanın adaletin ve ekonominin çökmesi, gençlerin geleceğinden ümit kesmesi, ülkenin en iyi lise ve üniversitelerinden mezun olanların çoğunun yurt dışına gitmesi ve nüfus artış hızının birden düşmesi olduğunu göstererek yeni bir beka tanımı geliştirmeli. Modern zamanlarda beka meselesine yol açan esas faktörün toplumlarının gücüne yaslanmayan, toplumlarının enerjilerini harekete geçirmeyip, bu enerjiyi bastıran yönetim anlayışları olduğunu göstermek… CHP perspektifinin üçüncü parametresi de bu olmalı.
Dördüncü parametre İran ve Rusya’dan ve Baas ve İslamcılıktan arınan bölgede oluşacak yeni statükonun çatışmadan çok işbirliğine yaslanabileceğinden ve geride kalan 70-80 senenin iki büyük iddiası olarak Baas ve İslamcılığın çökmesiyle bölgede büyük bir moral ve entelektüel boşluk oluştuğundan hareket ediyor. Hem bölgenin etkili aktörleri arasındaki hâkim ilişki formunun değişecek görünmesi hem de söz konusu moral ve entelektüel boşluk, bölgeye yeni tekliflerde bulunmak imkânı üretecek görünüyor. Bölgenin yakın bir gelecekte öncekilere kıyasla daha ılımlı ve daha kapsayıcı siyasi tahayyülleri duymaya daha hazır hale gelecek görünmesi CHP için bir fırsat olsa gerek. Bu yeni durumda sekülerlik, demokrasi ve iyi yönetişim fikirlerini harmanlayan siyasi tahayyüllerin bölgede kök salmasına katkıda bulunmaya çalışmak yeni CHP perspektifinin diğer bir parametresi olabilir. Bölgeye bulaşmamaktan ziyade bölgeyi, bölgeyle birlikte sekülerlik ve demokrasi yolunda değişmeye teşvik etmek CHP siyasetinin dördüncü parametresi olmalı.
Son parametre de Kürtlerle ve Kürt meselesiyle ilgili. Yeni CHP perspektifi Türkiye ve bölge Kürtlerini birlikte ve ayrı ayrı ele almalı. CHP, Türkiye Kürtlerine eşit vatandaşlık, Kürtçenin eğitim dili kılınması, iyi yönetişim temelli bir yerelleşme teklif ederken, Türkiye harici Kürtlere de kardeşlik ve Türkiye’yle yoğun iletişim ve işbirliği teklifiyle gidebilir. Ancak bu son parametrenin Kürtlerle meskûn ülkelerle ilgili bir boyut da içermesi elzem. CHP, Kürtlerle meskûn Suriye, Irak ve İran’a Kürtlerin kimliğinin tanındığı, Kürtlerle beraber herkesin eşit vatandaş sayıldığı, ifade özgürlüğü ve mülkiyet hakkı gibi temel hakların tanındığı, iyi yönetişimin ve yerelleşmenin esas olduğu bir siyasi gelecek için işbirliği yapmayı ve birlikte çalışmayı teklif edebilir. Diğer deyişle, CHP’nin yeni bölge perspektifi sadece Türkiye’nin değil herkesin Kürtlerle barışı ilkesini esas almalı.
Hülasa, Ortadoğu ve Kürtler, her ikisi birden CHP’yi oyuna çağırıyor. Peki, CHP çağrıldığı oyuna girmezse ne olur? Hiç, sadece Türkiye’yi yönetebilir bulunmayabilir.