Trump’ın ekibi, dış politikayı şimdilerde tek bir slogana indirmiş durumda: “ayda bir barış antlaşması.” Beyaz Saray’ın basın toplantılarında sıkça tekrarlanan bu ifade, son aylarda Washington’un aracılık ettiği bir dizi ateşkes ve çerçeve anlaşmaya dayanıyor: Mayıs ayında Hindistan ile Pakistan arasında askeri tırmanmanın sona erdirilmesine arabuluculuk etmek, 27 Haziran’da Washington’da Katar eşliğinde imzalanan Ruanda–Kongo çerçeve metni, Haziran’da Trump’ın duyurduğu İsrail–İran ateşkesi, Temmuz’da Malezya çıkışı ve ABD’nin ticari baskılarıyla elde edilen Tayland–Kamboçya arasında sınır sükûneti, Ağustos’ta ise Trump’ın ev sahipliğinde Ermenistan–Azerbaycan arasında imzalanan çerçeve metin.
Basın Sözcüsü Karoline Leavitt’in deyimiyle, altı ayda “ayda bir barış/ateşkes” ortalamasıyla Trump Nobel Barış Ödülü’nü “çoktan hak etmiş durumda.
Trump’ın Nobel adaylığına liderlerden destek
Üstelik bu yalnızca Beyaz Saray’ın kendi iddiası değil. Trump’ın Nobel hevesine Asya’dan Afrika’ya uzanan bir hatta dünya liderlerinden de destek var.
trump
ABD Başkanı Donald Trump
Trump’ın ekibi, dış politikayı şimdilerde tek bir slogana indirmiş durumda: “ayda bir barış antlaşması.” Beyaz Saray’ın basın toplantılarında sıkça tekrarlanan bu ifade, son aylarda Washington’un aracılık ettiği bir dizi ateşkes ve çerçeve anlaşmaya dayanıyor: Mayıs ayında Hindistan ile Pakistan arasında askeri tırmanmanın sona erdirilmesine arabuluculuk etmek, 27 Haziran’da Washington’da Katar eşliğinde imzalanan Ruanda–Kongo çerçeve metni, Haziran’da Trump’ın duyurduğu İsrail–İran ateşkesi, Temmuz’da Malezya çıkışı ve ABD’nin ticari baskılarıyla elde edilen Tayland–Kamboçya arasında sınır sükûneti, Ağustos’ta ise Trump’ın ev sahipliğinde Ermenistan–Azerbaycan arasında imzalanan çerçeve metin.
Basın Sözcüsü Karoline Leavitt’in deyimiyle, altı ayda “ayda bir barış/ateşkes” ortalamasıyla Trump Nobel Barış Ödülü’nü “çoktan hak etmiş durumda.
Trump’ın Nobel adaylığına liderlerden destek
Üstelik bu yalnızca Beyaz Saray’ın kendi iddiası değil. Trump’ın Nobel hevesine Asya’dan Afrika’ya uzanan bir hatta dünya liderlerinden de destek var.
Pakistan hükümeti Hindistan’la çatışma sonrası Trump’ı aday gösterdi. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu Nobel Komitesi’ne mektup gönderdiğini açıkladı. Kamboçya Başbakanı Hun Manet Tayland sınırındaki beş günlük çatışmayı bitiren ateşkesin ardından Trump adına resmî adaylık açıklaması yaptı. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ile Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev Washington zirvesinde “Nobel’i hak ediyor” diyerek Trump’a siyasi destek verdi. Gabon Cumhurbaşkanı Nguema, Ruanda Dışişleri Bakanı Nduhungirehe ve Moritanya Cumhurbaşkanı Ghazouani de benzer çıkışlarda bulundu.
Bu destekler aslında bir çıkar diplomasisi: güçlü bir lideri memnun edip karşılığında kendi kazançlarını güvenceye almak. Pakistan’dan İsrail’e, Kafkasya’dan Afrika’ya kadar desteğin farklı sebepleri var ama ortak hesap aynı: Trump’la iyi geçinmek, siyasi ve ekonomik fayda getirebilir. Nobel adaylığı bu açıdan bir ödül kampanyası değil, bir jeopolitik yatırım.
Oslo hattında ise Trump kendi adaylığına aktif destek arıyor. Norveç hükümetiyle gümrük tarifeleri üzerine yapılan bir telefon görüşmesinde Trump’ın konuyu ansızın Nobel Barış Ödülü’ne bağlayarak ödülü bizzat talep ettiği aktarılıyor.
Trump dönemi barış
Trump’ın “ayda bir barış” diplomasisinin ortak noktası net: hızlı üretilmiş, çok aktörlü ama kırılgan ateşkesler. Her anlaşma aynı kalıptan çıkıyor: ortak güvenlik merkezleri, doğrudan iletişim hatları, maden ve ticaret yatırımlarına bağlanan teşvikler.
Ancak sahada izleme mekanizmaları zayıf, ihlaller karşısında otomatik tepkiler yok, tarafların iç siyasetine uyumlu takvimler ise belirsiz. Bu yüzden küçük bir sınır ihlali ya da küresel ticarette yaşanacak bir sarsıntı bütün yapının çökmesine kâfi. Trump’ın barışları kalıcı bir mimari değil; geçici ateşkesler ile ekonomik vaatlerin yan yana geldiği kırılgan vitrinler.
Trump ise “ne yaparsam yapayım Nobel’i vermeyecekler” diye sızlanarak iç siyasette ona seçim kazandıran mağduriyet anlatısını da diri tutuyor.
Her şeye rağmen ödüle gerçekten yaklaşmasının tek yolu, Ukrayna’da bir barış anlaşmasına aracılık etmek. Hillary Clinton bile “Rusya–Ukrayna savaşını Ukrayna’nın toprak bütünlüğü korunarak bitirirse, kendim aday gösteririm” dedi.
Ukrayna’dan Nobel’e giden yol
Ukrayna savaşı ölçeği ve sonuçları açısından ile diğer tüm başlıklardan ayrılıyor: Bu savaş, Avrupa’da II. Dünya Savaşı’ndan beri yaşanan en büyük ve en yıkıcı çatışma. Savaşın başlangıcından bu yana yaklaşık 14 bin sivil öldü (sivil ölümlerinin bu yıl artış gösterdiğini de kaydetmeliyim); yaklaşık 6,9 milyon insan ülke dışına mülteci olarak çıktı, 3,7 milyon kişi ülke içinde yerinden edildi. Cephede ise bilanço daha da ağır. Bağımsız analizlere göre Rusya’nın toplam kaybı —ölü ve yaralılar birlikte— 1 milyonun üzerine çıktı. Bunun içinde ölü sayısı yaklaşık 250 bin civarında.
Savaş, Avrupa’nın enerji damarlarını ve tahıl koridorlarını da defalarca kesti. Karadeniz’deki tahıl ihracatı akışları sekteye uğradı, sigorta ve navlun piyasaları çalkalandı, enerji hatları ve fiyatları kalıcı biçimde yeniden şekillendi.
Ukrayna savaşı ile Avrupa güvenlik mimarisi de adeta baştan yazıldı: savunma bütçeleri hızla arttı, kuvvet yapıları yeniden kuruldu, NATO Finlandiya ve İsveç’in katılımıyla genişledi. Ve en önemlisi, Avrupa’da “sınırların zorla değişmezliği” ilkesi 2. Dünya savaşı sonrası ilk kez ciddi biçimde siyaset sahnesine geri döndü.
Trump açısından Ukrayna’nın önemi tam da burada: “ayda bir barış” diye kotarılan hızlı ateşkeslerin hiçbiri Ukrayna ölçeğinde değil. Ukrayna’da işleyecek bir anlaşma, piyasaları, ittifakları ve Avrupa güvenliğini aynı anda topyekûn dönüştürebilir. Hiç kuşkusuz Gazze/İran dosyalarındaki “barış adına savaş” çelişkisini bir anda silemez; ama onu gölgeleyen güçlü bir başarı anlatısı da kurabilir. Ukrayna barışı Trump’ın Nobel almak için en büyük şansı.
Nobel Barış Ödülü'nü kimler alır?
Alfred Nobel vasiyetinde Nobel Barış Ödülü'nün, “uluslar arasında kardeşlik için en çok çalışanlara” verilmesini şart koşmuştu. Nobel Komitesi ödülün tarihi boyunca bu vasiyete bağlı kalarak ödül vermek için “silahlar sustu” fotoğrafından çok daha fazlasını aradı.
Komite iki ana hatta ödül verdi: Birinci hatta ödül alanlar büyük çatışmaları kalıcı ve kurumsal çerçeveye bağlayan anlaşma mimarileri ve bu mimarilerin temsilcileri oldu. Camp David (1978, Sadat–Begin), Oslo süreci (1994, Arafat–Peres–Rabin), Hayırlı Cuma Anlaşması (1998, Hume–Trimble) ve Kolombiya barışı (2016, Santos) bu hattın klasik örnekleri olacaktı.
İkinci hat ise, doğrudan bir barış anlaşmasından çok, barışı mümkün kılan değerler ve kurumlar üzerinden ilerledi. Dünya Gıda Programı (2020), Tunus Ulusal Diyalog Dörtlüsü (2015), Memorial ve sivil toplum aktörleri (2022) ya da Narges Mohammadi (2023) gibi örneklerde ödül; açlıkla mücadele, demokrasi ve insan haklarının gerçek ve kalıcı bir barışın ön koşulu olduğu mesajıyla verildi.
Nobel, bütün bu örneklerde bir barış anlaşmasının ötesinde, çatışmasız bir düzenin normatif altyapısını kuran girişimlere gitti.
Yarım barış ve Vietnam
Burada hemen bu çizginin en önemli istisnalarından birinin Vietnam savaşı olduğunu söylemeliyim. Nobel Komitesi 1973’te, savaşı sona erdirme iddiasıyla imzalanan Paris Ateşkesi’nin baş müzakerecileri Henry Kissinger ile Lê Đức Thọ’ya ödül verdi.
Anlaşma kâğıt üzerinde oldukça kapsamlıydı: Vietnam genelinde ateşkes; 60 gün içinde tüm Amerikan muharip birliklerinin çekilmesi ve esir değişimi; siyasal geleceği belirlemek üzere bir “Ulusal Uzlaşma ve Uyum Konseyi”nin kurulması; uygulamayı gözetmek için bir Ortak Askerî Komisyon (JMC) ve Kanada–Macaristan–Endonezya–Polonya temsilcilerinden oluşan bir Uluslararası Kontrol ve Gözetim Komisyonu (ICCS).
Ne var ki, bu metin sahadaki güç dengesini değiştirecek sağlam bir askerî ve kurumsal mimari kuramadı. İhlal durumunda öngörülen yaptırımlar zayıftı; inşa edilen gözetim kurumlarının yetkileri sınırlıydı; siyasal geçiş mekanizmaları muğlak bırakılmıştı. Tarafların sistematik ihlalleriyle ateşkes daha baştan çöktü ve Vietnam savaşı kısa sürede yeniden alevlendi.
Bu nedenle Vietnam deneyimi Nobel tarihine yalnızca kalıcı barış mimarisi olmayan bir anlaşmanın ödüllendirilmesiyle değil, aynı zamanda savaşı fiilen yürüten aktörlerin “barış kahramanı” ilan edilmesiyle geçti. Kissinger ödülü kabul ederken, Thọ reddetti. Komite içinden iki üyenin istifası da kararın ne kadar tartışmalı olduğunun göstergesiydi (sonradan açılan arşiv belgeleri Komitenin bunun kalıcı bir barış olmadığının farkında olduğunu gösteriyordu.)
Vietnam örneği, Nobel’in tarihinde bir uyarı levhası olarak kaldı: silahların kalıcı biçimde susturulmadığı, uygulama zemini olmayan bir anlaşmayı ödüllendirmek yalnızca “yarım barış” üretmekle kalmıyor, aynı zamanda savaşın mimarlarını barışın sembolüne dönüştürme gibi tarihî bir ironiye de yol açıyordu.
Ukrayna’ya “yarım barış” ve Nobel hesabı
Trump’ın Ukrayna için öne sürdüğü “büyük barış anlaşması” söylemi, gerçekte yarım bir barıştan ibaret. Bir uzlaşmanın çıkmadığı Alaska buluşmasının ardından Trump, başlangıçta benimsediği “önce ateşkes, statü sonra” yaklaşımını terk ederek Kremlin’in uzun süredir arzuladığı modele kaydı. Artık hedef, tek hamlede bir “barış anlaşması”: ateşkesi statü düzenlemeleriyle birlikte çözmek. Bu doğrultuda yeni yaptırım tehditlerini rafa kaldırdı ve sürecin sorumluluğunu “yakınız ama imza Kiev’den gelmeli” diyerek Zelenski’nin üzerine yıktı.
Moskova’nın talepleri ise net: Donetsk ve Luhansk’ın tamamının Rusya denetiminde kalması, güney cephede hattın dondurulması, sınırlı alan iadesi, Rusçaya resmî statü verilmesi, Kırım’ın tanınması ve yaptırımların gevşetilmesi. Trump bunları “pazarlık edilebilir” diye sunuyor ama aslında Putin’in siyasi kazanımlarını tescilleyen bir diplomatik zaferden söz edebiliriz. Moskova’nın amacı savaşı bitirmek değil; yaptırımları gevşetmek, işgal altındaki bölgeleri fiilen meşrulaştırmak ve en kötü ihtimalle yeni bir donmuş çatışma düzeni kurmak. Bu kalıp Sovyet-sonrası dönemde defalarca denendi ve bugün Ukrayna’ya dayatılmak isteniyor.
Daha önemlisi, Ukrayna’nın önüne konan bu paket: bir “yarım barış.” İşgali fiilen tanıyan ve saldırgan tarafa diplomatik meşruiyet kazandıran bir düzenleme. Bu düzenleme kısa vadede sükûnet getirse de uzun vadede yeni çatışmalara ve büyük güç saldırganlığına kapı aralayacak.
ABD Başkanı Donald Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, geçen hafta Alaska'da 7 yıl sonra ilk kez yüz yüze görüştü
Tarihin ironisi
Trump kendini “barış başkanı” olarak pazarlıyor; fakat sahadaki pratiği farklı bir hikâye anlatıyor. Bir yanda hızlı ateşkesler ve vitrine konmuş çerçeve metinler, öte yanda ticaret savaşlarıyla çok taraflı işbirliğini aşındıran, müttefiklerle sürtüşmeyi artıran, İsrail’in politikasına açık destek veren ve İran’la nükleer anlaşmayı rafa kaldıran bir dış politika. Kurumlara meydan okuyan bu çizgi, Nobel’in vasiyetinde tanımladığı “uluslar arasında kardeşlik, silahların azaltılması, barış konferanslarının teşviki” ölçütleriyle derin bir gerilim içinde.
Asıl ironi ise barış ile savaş arasındaki çizginin bulanıklaşması. Trump’ın diplomasisi, savaş tehdidini barış masasındaki en güçlü koz hâline getiriyor; ateşkesler kalıcı bir çözüm değil, yeni bir çatışma evresinin hazırlık perdesi oluyor. Liderler arası pazarlıklar, ekonomik kaldıraçlar ve güvenlik vaatleriyle kurulan kırılgan sükûnetler, “kalıcı barış”ın yerine konuyor. Sivillerin ödediği bedeller, hukukun üstünlüğü ve insan güvenliği bu modelde tali ayrıntılara indirgeniyor. Barış artık halkların güvenliği için değil, liderlerin sahne performansı için üretiliyor.
**
Trump’ın Ukrayna barışındaki en temel motivasyonlarından birinin, jeopolitik dengelerden çok Nobel Barış Ödülü’nü kazanarak kendi siyasi mirasını taçlandırmak olduğu çok açık. Bu yıl Nobel adaylık başvuruları 31 Ocak’ta sona erdi. Ödülün kime verileceği 10 Ekim 2025’te açıklanacak; takvim gereği Trump’ın dosyası muhtemelen 2026’ya kalacak. Yine de karar, yalnızca ödülün sahibini değil, barışın 21. yüzyılda ne anlama geleceğini de belirleyecek.
Dünya liderlerinin pek çoğunun “barışı bir performansa indirgediği” ve Trump’ı destekleyerek bu dönüşümü onayladığı bir dönemde Komite, bu yeni güçlü adam modelini mi ödüllendirecek, yoksa kalıcı ve normatif bir barış vizyonuna mı sadık kalacak?