Türkiye siyaseti, özellikle de AK Parti’nin son 25 yıldır ortaya koyduğu birikim, aslında dünya siyaseti için de çok önemli bir laboratuvara dönüşmüştür. Osmanlı’nın son döneminde olduğu gibi, bugünkü Türkiye’de de bazı entelektüeller İbn Haldun’un devletlerin doğuşu, büyümesi ve sonlanmasıyla ilgili yaklaşımını hatırlatan kanaatlere sahiptir.
Partiyle ilgili olarak herkesin zihninde bir ANAP modeli vardır. Yani Özal geldi, dört eğilimi birleştirdi, fakat Özal gittikten sonra Anavatan Partisi diye bir şey kalmadı. Yaklaşık 15 yıldır, bazen AK Parti’yi tanımayanlar, bazen de parti içinde güçlü pozisyonda bulunup sonradan konumunu kaybedenler, bu basmakalıp cümleyi sürekli tekrar ettiler.
Cumhurbaşkanlığı seçiminden yaklaşık iki yıl önce bu söylem çok daha güçlüydü. Hem parti içerisinden hem de siyaseti yakından takip edenler arasında, AK Parti’nin sonuna gelindiğine dair görüşler dile getiriliyordu. O dönemde önemli incelemeler yaparak kaleme aldığım “AK Parti’nin İkinci 20 Yılı” makalesi üzerine, bırakın muhalif kesimi, AK Parti’de pozisyon kaybedenler bile ciddi eleştirilerde bulundular.
Bugün gelinen noktada ise AK Parti hâlâ bir sonraki dönemin iktidara en yakın partisi gibi duruyor. Son günlerde Cumhuriyet Halk Partisi birinci parti olduğunu iddialı bir şekilde ifade ediyor; ellerinde araştırmalar ve veriler bulunduğu da söyleniyor.
Ekrem İmamoğlu yolsuzluk gerekçesiyle tutuklandığında, Cumhuriyet Halk Partisi önemli bir siyasal kampanya yürüttü ve oylarını yüzde 35’lere kadar yükseltti. İlginçtir ki, AK Parti’nin yüzde 30-32 bandındaki oyları, CHP’nin baskın tutumundan etkilenerek yeniden yüzde 35 seviyesine çıktı.
AK Partili seçmenin CHP’ye karşı bu refleksi oldukça dikkat çekicidir. Siyasal bilim ve toplumsal psikoloji açısından incelenmeye değer bir durumdur. Yani AK Parti seçmeni, CHP’nin baskın bir şekilde kendi üzerine gelmesini istemiyor. Dolayısıyla böyle bir durumla karşılaştığında, partiye mesafeli duran, ekonomiden şikâyet eden ya da AK Parti’nin uygulamalarını eleştiren seçmen dahi bir tehdit algısı oluştuğunda yeniden partisine dönebiliyor.
Cumhuriyet Halk Partisi ile ilgili olarak her ay yayımladığımız Türkiye Raporu’nun siyaset bölümünde şunu vurgulamıştım: Siyasal kampanya, histerik eleştiriler ve yolsuzluk tutuklamalarına karşı meydan okumalar sayesinde CHP oylarını yüzde 35’e çıkarıyor. Fakat CHP bu dönemlerde elde ettiği oy potansiyelini, rasyonel meselelere dönüldüğünde kaybediyor. Nitekim o günden bugüne CHP’nin oyları yüzde 35’ten yüzde 30’a geriledi.
Seçmen kısa süreli meydan okumaları ve kampanyaları desteklese de nihayetinde temel beklentisi nettir: “Benim sorunlarımı kim çözecek?” Ekonomi, tarım, işsizlik ya da uluslararası ilişkiler gibi meselelerde çözüm sunacak partiyi seçmen her zaman aramaktadır. CHP ise bu rasyonelliği hiçbir zaman gösterememiştir.
Bugün AK Parti’nin oyları yüzde 35 bandındadır. Buna Milliyetçi Hareket Partisi’nin 10 puanlık potansiyelini eklediğinizde Cumhur İttifakı’nın toplam oyu yüzde 45 olarak görünmektedir. CHP ise tek başına yüzde 30 civarındadır ve geçmişteki Millet İttifakı gibi bir yapı da mevcut değildir. Hatta eski ittifak üyelerinin birçoğu bugün AK Parti’ye daha yakın durmaktadır.
Dolayısıyla önümüzdeki dönemde iktidara en yakın parti hâlâ AK Parti’dir. Ancak asıl soru şudur: Parti, bir sonraki dönem için siyasal reformunu yapıp “Yeni Türkiye”nin beklentilerini karşılayabilecek mi? Eğer AK Parti kendini reforme edebilir ve yeni yüzyılın yeni siyasetini ortaya koyabilirse, toplumsal anlamda çok daha sürükleyici bir rol oynayabilir.
Reform başlığını bir sonraki yazıda geniş biçimde ele alabiliriz. Ancak AK Parti’nin reform yapabilmesi için öncelikle, kurulduğu günden bugüne toplumun önüne koyduğu hedeflerin büyük kısmını -yaklaşık yüzde 90’ını- gerçekleştirdiğini kabul etmesi gerekir. Dolayısıyla gerçekleştirilen hedeflerin üzerine tekrar vizyon koymak mümkün olmadığından, yeni yüzyılın yeni hedeflerinin ortaya çıkması elzemdir.
Bu hedefler şunlar olabilir:
* Yeni anayasa,
* Hukuk toplumuna geçiş,
* Rıza toplumuna geçiş,
* Güvenlik ve güven ikliminin inşası,
* Dijital teknolojiye geçiş,
* Eğitimde kalitenin artırılması,
* Dış politikada bölgesel güç konumundan kademe kademe küresel etki ve küresel güç aşamasına geçiş.
Görelim Mevla neyler.