30 yıllık gazetecilik hayatım boyunca öğrendiğim en önemli şeylerden biri şu oldu:
“Bir işten somut sonuç beklemiyorsanız komisyona havale edersiniz.”
Terörsüz Türkiye işi de komisyona havale edildi.
Üstelik daha komisyon kurulmadan, çalışmaya başlamadan yaşanan tartışmalara bakarsanız, komisyon kurulması “Terörsüz Türkiye” için araç olması gerekirken başlı başına bir amaca dönüşmüş görünüyor.
***
Terörsüz Türkiye sürecine yönelik eleştirilere çok kızıyorlar. İki cümle eleştirdin mi “Terörün bitmesini istemiyor musun” diye soruyorlar.
Terörün bitmesini kim istemez?
Ancak insan olup bitene bakınca “terörü böyle mi bitireceksiniz” diye sormadan da edemiyor insan.
Neyi kastettiğimi açayım biraz:
MHP lideri Devlet Bahçeli kurulacak komisyonun adını “Milli Birlik ve Dayanışma Komisyonu” olarak ilan etti.
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş “Terörsüz Türkiye Komisyonu” dedi.
DEM Parti de sürecin Kürt sorunu ya da demokratikleşme yerine terörle ilişkilendirilmesinden rahatsız olmuş. DEM Parti’nin TBMM Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit şöyle diyor: “Biz bu sürecin bu isimlendirmesine şiddetle karşı çıkıyoruz. Bu ülkede Kürt sorununun demokratik çözümünü sağlayacaksak, terör ve güvenlikçi politikalar üzerinden ifadelendirmek yerine gerçekten barışı, demokratik toplumu esas alan bir nitelendirmenin daha doğru olacağını söylemek isterim.”
CHP’liler de komisyonun isminde “demokrasi” sözcüğünün olması gerektiğini gündeme getirdiler.
***
Komisyonun isminde dahi anlaşamayanların içerikle ilgili anlaşmasını nasıl bekleyebiliriz ki?
Mesela yarın bir komisyon toplantısında parti temsilcilerinden biri çıkıp “Selahattin Demirtaş’ın, Figen Yüksekdağ’ın, Osman Kavala’nın, Can Atalay’ın, Ayşe Barım’ın, Ahmet Özer’in, Resul Emrah Şahan’ın ve diğer belediye başkanlarının içeride olduğu bir ortamda PKK’lıların serbest kalmasını nasıl konuşabiliriz?” diye sorarlarsa iktidar cenahı ne yanıt verebilir ki?
Malumunuz 30 yıllık müebbet hapis cezasının tamamını çektiği halde İdare ve Gözlem Kurulu kararıyla İmralı Cezaevinde 1 yıl 3 ay fazladan tutulan Veysi Aktaş’ın geçen hafta tahliye edilmesi dahi sırf “Öcalan’ın cezaevi arkadaşı” olduğu için kamuoyunda büyük tepki çekmişti.
Demirtaş, Ahmet Özer, Kavala, Atalay gibi birçok siyasi suçlu içerideyken, PKK’lıların serbest kalmaya başlaması kim bilir sürecin inandırıcılığına nasıl zarar verir ve kamuoyunda nasıl tepkiler doğurur?
***
İşin başka boyutları da var. DEM Parti Milletvekili Cengiz Çandar’ın son yazısına bakarsanız, Kürt cephesinde de ciddi rahatsızlıklar var.
Çandar, Terörsüz Türkiye projesini yürüten iktidarın Suriye’deki Kürtlerin temsilcisi konumunda olan SDG’ye yönelik alerjisinden kurtulmasını ve üst düzeyde temas kurmasını telkin ediyor.
Geçmişte Turgut Özal’ın Kuzey Iraklı Kürt liderler Talabani ve Barzani’yle Ankara’da görüştüğüne dikkat çeken Çandar, Ankara’nın ABD ve Avrupa tarafından üst seviyede kabul gören SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi’yle diyalog kurması gerektiğini savunuyor.
Buna karşın başta Dışişleri Bakanı Hakan Fidan olmak üzere Ankara’daki bütün yetkili isimler, sürecin sonunda YPG/PYD gibi SDG’nin de dağıtılmasını istiyor.
Milli Güvenlik Kurulu da bu konudaki tavrında hiçbir değişikliğe gitmiyor.
***
Geçmişte güzel bir reklam sloganı vardı: “Anlayış farklı, felsefe farklı...”
Terörsüz Türkiye projesinde de taraflar arasında ciddi anlayış farklılıkları var. Tarafların konuya bakışları ve felsefeleri de çok farklı.
Bu nedenle komisyona ortak bir isim dahi bulamıyorlar.
Komisyonun adı dahi yok!
Hal böyle olunca da adı dahi konulamayan bir komisyonla nasıl bir sonuç elde edecekler ben de merakla bekliyorum.
Hayırlara vesile olsun!