Bitmeyen yargı sorunu

CHP İstanbul il kongresi dolayısıyla yargı sorunu bir kere gündeme geldi. 45. Asliye Hukuk Mahkemesi Eylül başında, İstanbul il Başkanlığına kayyım atamış, ilçe kongrelerini da durdurmuştu. (5 Eylül)

YSK aynı gün şu kararı vermişti:

"Başlayan kongre sürecinin durdurmasına ilişkin aldığı kararlar tam kanunsuzluk nedeniyle kaldırıldı ve kongrelerin devamına karar verildi."

Fakat Asliye Mahkemesi hızını alamadı, YSK kararına uygun olarak yapılmakta olan İstanbul İl Kongresi’nin durdurulması için karar aldı.

Tabii acilen toplanan YSK nihai ve kesin kararı verdi:

"Başlamış olan kongrenin durdurulması Anayasa'ya aykırıdır. Kongrenin durdurulmasının mümkün olmadığına karar verilmiştir. Bu çerçevede İstanbul İl Kongresi’nin devamına onay verilmiştir."

Çünkü Anayasa’ya göre seçim-kongre işlerinde tek yetkili yargı mercii, il-ilçe seçim kurullarıyla Yüksek Seçim Kurulu’dur. Öyle ki YSK kararına AYM ve AİHM bile bakamaz.

SİYASETİN ETKİSİ

Bir hakim, üstelik İstanbul gibi “1. Bölge”ye terfi ettirilmiş bir hakim seçim-kongre işlerinde tek yetkilinin YSK olduğunu bilmez mi? Anayasa’nın bu konudaki 79. Maddesini bilmez mi?

Buna hukuken cevap verilemeyeceğini yazmıştım. Özgür Özel, hakimin avukatlığı sırasında AK Parti iktidarı ile yıkın ilişkilerini açıkladı.

Aslında sorun, iktidarın yargı üzerindeki genel ve ağır etkisidir. Bu, uluslararası yargı belgelerine geçmiş bir gerçektir.

İktidar, HSK eliyle hakimler üzerinde, dosyadan alma veya sürgün gibi tasarruflarda bulunmaktadır. Yüzlerce örnekten sonuncusu, Ayşe Barım hakkında tahliye Kararı veren Asliye Ceza Hakimi’nin, kariyeriyle ve uzmanlığıyla hiç ilgisi olmayan “Tüketici Mahkemesi hakimliğine” atanıvermesidir!

AYM ve YSK’da ise, YSK’nın hiçbir yetkisi olmadığı gibi, AYM ve YSK üyelerinin atama usul ve sureleri anayasayla belirlenmiştir. İktidar adli yargı gibi kolayca değiştiremiyor.

BİLİRKİŞİ SORUNU

Yargı sorunumuzun bir parçası da bilirkişi sorunu… İBB soruşturmalarında “bilirkişi tartışmaları” yaşanmıştı. Kartalkaya soruşturmalarında “bilirkişi tartışmaları” yaşanmıştı.

Sistemimizde, soruşturma aşamasında iktidarın bilirkişi seçimi konusunda etkili olması kolaydır. Çünkü…

Ceza Kanunumuza göre, “Yargı Görevi Yapanı, Bilirkişiyi veya Tanığı Etkilemeye Teşebbüs” suçtur. Fakat iktidar, 18 Haziran 2014’te kanun değişikliği yaparak, “koğuşturma”, yani savcılık aşamasında bunu suç olmaktan çıkardı!

Gerekçesi neydi? Gerekçesi “uygun görülmüştür”den ibaretti!

Burada önemli olan, “koğuşturma aşaması”nda bunun suç olmaktan çıkarılmasıdır. Bu bir niyet beyanıdır. Savcı, ne ölçüde iktidar tarafından “etkilemeye teşebbüs”e maruz kalırsa, bilirkişi seçiminde de o ölçüde maruz kalacaktır.

FETÖ’ye karşı 11 yıl önce yapılan bu düzenleme, hala yürürlükte!

BİLİRKİŞİ SORUN

Mansur Yavaş’ın, Beypazarı belediyesindeki başarısı onu ABB Başkanlığına getirdi, bu görevini de başarıyla yürütüyor. Gördüğü halk desteğinden belli. Artık belediyeciliğin ötesinde Türkiye genelinde etkili bir siyaset insanıdır.

ABB hakkında açılan “konser” soruşturması, ister istemez “operasyon sırası Ankara’da mı?” sorularına yol açtı.

Yavaş’ın yaptığı ayrıntılı açıklama, soruşturmaların AK Parti dönemini aklama, Mansur Yavaş dönemlini suçlama gayretiyle yürütüldüğünü ifade ediyor.

Bilirkişi, konser giderleri hakkında mesela Kültür Bakanlığı rakamlarını, benzer konser rakamlarını emsal almadan suçlama yapmış. Gökçek dönemini aklayan bilirkişilerle, Yavaş dönemini suçlayan bilirkişiler, “aynı kişiler.”

Şu sözlerinin altını çizdim:

“4 bin bilirkişi arasından hep aynı kişilerin görevlendirilmesi ciddi bir sorun teşkil etmektedir.”

Evet, 2014’ten beri “soruşturma aşamasında” yargı bağımsızlığı kanunla sıfırlandığı için, soruşturmaların hep muhaliflere yöneltilmesi, soruşturmalarda hep benzer sorunların yaşanması ve bu soruşturmalar siyasi algılandığı için piyasaların sarsılması maalesef ‘ahval-i adiye’den oldu.

Şu hiç akıldan çıkmamalı: “A’dan Z’ye