Cezaevinde son bir ay içinde dört kez baygınlık geçirdiği belirtilen bir tutuklu, 1 Ekim 2025’e kadar yaklaşık 3 ay daha hapiste tutulacak. Umarım hâkimler, bu hastalıklar ile ilgili olarak hekimlerden daha deneyimli olsunlar, Ayşe ekim ayındaki duruşmaya sağ salim çıkabilsin
Ayşe Barım
Gezi soruşturmasından tutuklu yargılanan menajer Ayşe Barım
27 Ocak’tan beri cezaevinde tutulan Ayşe Barım dün nihayet mahkemeye çıktı.
Mahkemedeki ilk ifadesinde “Yaşam hakkımı geri istiyorum. Ben yaşam hakkımı sizin adaletiniz ve vicdanınıza bırakıyorum” dedi.
Mahkeme ise 9 hekimin cezaevinde kalmasını yaşamsal açıdan sakıncalı bulduğu Barım’ın tutukluluk halinin devam etmesini uygun gördü.
Mahkeme heyetinin, daha önce Ayşe Barım’ın tutukluluk kararını kaldıran hâkimin başına gelenleri hatırlamıyor olması mümkün mü?
Normal şartlar altında Ayşe Barım’ın bir gün bile tutuklu kalmaması gerekirdi çünkü.
Barım ile ilgili iddianame “olsa olsa böyle olmuştur” varsayımıyla yazılmış bir iddianame.
Savcılık bir hayal kurmuş, onu gerçekmiş gibi anlatıyor.
Hatırlarsınız Ayşe Barım hakkındaki soruşturma önce iki oyuncunun reklam amacıyla birlikte olmasını sağlayarak bundan para kazandığı iddiasıydı.
Bu yolla eşcinsel bir ilişkinin maskelenmek istenildiği iddia ediliyordu.
Barım dahil, olayın kahramanları olduğu iddia edilen oyuncular önce bu amaçla sorgulandı.
Sonra ortaya çıktı ki bundan bir suç icat edebilmek mümkün değil.
Artık kimin aklına geldiyse Barım’ı, Gezi protestolarının örgütleyicilerinden birine dönüştürmek fikri uygulamaya sokuldu.
Aradan bunca yıl geçtikten sonra Ayşe Barım, “oyuncuları Gezi protestolarına katılmaya davet ederek hükümeti devirmeye kalkışmakla” suçlanıyor.
İddianameyi okuduktan sonra savcılığın hayal gücüne hayran mı olsam, gülsem mi karar verememiştim.
“Türk adalet tarihinin en tuhaf suçluları” listesinde ilk üçe girecek bir suçlamaydı bu.
İlk üçü paylaşan iki suçu Fetullahçılar, Balyoz kumpası sırasında uydurmuştu.
Birisi F 16 ile devriye gezerek Şükrü Saraçoğlu stadının güvenliğini sağlamaya çalışan pilot, diğeri ise koca bir zırhlı gemiyle Marmara haritasını çıkarmak için koy koy gezinen kaptandı.
Ayşe de “oyuncuları sokağa çıkararak hükümeti yıkmaya çalışmak” gibi acayip bir suçla bu ilk üç arasına girmeyi hak ediyor.
Barım aleyhindeki 172 sayfalık iddianamenin ilk 63 sayfasında, Gezi eylemleri anlatılıyor.
Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapılması planını protesto eden 18 oyuncunun görüntüleri ve sosyal medya paylaşımları “delil” olmuş.
Ayşe Barım, o tarihte herkesin yaptığı gibi bir kere Gezi Parkı’na da gitmiş, fotoğraf çektirmiş.
Böyle fotoğraflardan on binlerce bulunabilir. Dikkat edin sizi de böyle bir fotoğrafınız sosyal medyada yayınlandı diye hapse atmaya kalkabilirler.
Gezi Parkı’nda yapılan basın açıklamasına katılan oyuncuların görüntüleri de delil sayılmış.
Bunlar da tuhaf suçlular: Basın açıklaması yaparak hükümeti devirmeye teşebbüs!
Delillerden biri Ayşe’nin oyuncu Mehmet Ali Alabora ile telefon konuşması.
Bu konuşmanın çözümünden anladığım şu: Yönetmen ve oyuncuların imzalaması düşünülen bir bildiri var ve Ayşe Barım buna karşı.
Savcının iddiasının aksine, konuşmadan anlaşılıyor ki Barım bu işlere bulaşmayı hiç istemiyor.
Hem kendisinden bu tür bir bildiriye oyuncularını yönlendirmesini isteyenleri kırmamaya gayret etmiş hem de oyuncularının imza atmamalarını sağlayarak, onları rejimin şerrinden koruyabileceğini düşünmüş.
Ama işe yaramamış tabii.
Barım, Erdoğan yönetimi bütün unsurlarıyla orman yangınlarını havadan seyrederlerken “help Turkey” etiketiyle paylaşımlarda bulunarak da hükümeti devirmek istemiş.
Bu nasıl bir hükümet, anlayamadım.
Sosyal medya paylaşımı yaparsanız devrilmek üzere oluyor, mitinge giderseniz devirebiliyorsunuz.
Hükümet adeta devrilmek için bahane arıyor gibi!
İddianamede Barım’ın Çiğdem Mater ve Osman Kavala’yla telefon görüşmesi yaptığı belirtiliyor.
İçeriğini kimse bilmiyor, savcı bey tahmin ediyor.
Madem konuştular, hükümeti devirmeye kesin kararlılar diye düşünmüş olmalı.
İyi de böyle ceza yargılaması olmaz ki.
“Dam üstünde saksağan, gel bize bazı bazı” özdeyişindeki gibi absürt bir durum bu.
Sonuç olarak cezaevinde son bir ay içinde dört kez baygınlık geçirdiği belirtilen bir tutuklu, 1 Ekim 2025’e kadar yaklaşık 3 ay daha hapiste tutulacak.
Kalbinde çok ciddi problemler tespit edildiği, beynindeki anevrizmanın genişlediği ve patlama riski bulunduğu belirtilen sağlık raporunu mahkeme ciddiye almadı.
Umarım hâkimler, bu hastalıklar ile ilgili olarak hekimlerden daha deneyimli olsunlar, Ayşe ekim ayındaki duruşmaya sağ salim çıkabilsin.
Anormal olanı normalmiş gibi görmek
Adalet Bakanlığı hepimizi Nasreddin Hoca’ya çevirdi. Savcıyla, polisle, hâkimle aslında hiç karşılaşmaması gerekenler, hapiste değil diye sevinmek yeni normalimiz oldu. Hoca da kaybettiği eşeğini bulunca çok seviniyordu ya aynen onun gibi!
Tutuklama talebiyle sevk edildiği hâkimlik tarafından serbest bırakılan gazeteci Timur Soykan ile meslektaşları Barış Terkoğlu, Şule Aydın, Barış Pehlivan ve Murat Ağırel
Nevşin Mengü, Suriye’de Salih Müslim ile yaptığı röportajı yayınladığı için gözaltına alınıp, sonra da “adli kontrol şartı” ile serbest bırakılınca çok sevinmiştik.
Özlem Gürses, uyduruk bir suçlamayla gözaltına alınıp, ayağına elektronik kelepçe takılıp ev hapsine gönderildiğinde de çok sevinmiştik. Hapiste yatmayacak, evde oturacak diye!
İsmail Saymaz, 56 gün ev hapsinde kaldıktan sonra salıverilince de sevincimizi saklayamadık, çok sevindik.
En son Timur Soykan adli kontrol şartıyla serbest bırakılınca haliyle sevindik tabii!
Fatih Altaylı, Cumhurbaşkanını tehdit etti diye hapse atılınca üzüldük ama.
Tahminime göre ilk duruşmasından sonra tutuksuz yargılanmak üzere salıverilecek ve hepimiz çok sevineceğiz.
Öyle görünüyor adalet sistemimiz milletin mutluluğu için elinden geleni esirgemiyor.
Adalet Bakanlığı hepimizi Nasreddin Hoca’ya çevirdi.
Hoca da kaybettiği eşeğini bulunca çok seviniyordu ya aynen onun gibi!
Savcıyla, polisle, hâkimle aslında hiç karşılaşmaması gerekenler, hapiste değil diye sevinmek yeni normalimiz oldu yani.