‘‘Ateş çemberi’’ deyimi, İsrail’in İran’ın nükleer tesislerine saldırdığı ilk gün medyamızın literatürüne girdi; İsrail’in yarım bıraktığını tamamlama çabasına ABD’nin gönüllü yazılmasıyla birlikte deyimin kullanımı iyice yerleşti.
İsrail’in ilk saldırısı -13 Haziran- günü çıkan yazım herhalde hatırlanıyordur. Başlığı ‘‘Etrafımızdaki ateş çemberi giderek genişliyor’’ olan ve ABD’nin her an savaşa müdahil olacağını öngören yazımın bitiş cümlelerini aktarayım:
‘‘Anlaşmalarla düşmanlıklarını sıfırladığı Mısır ve Ürdün ile ‘İbrahim Mutabakatı’ yoluyla ittifakına dahil ettiği Körfez ülkeleri yanında, Libya, Irak, Yemen ve Suriye gibi vaktiyle kendisine savaşlar açmış ülkelerin güçsüzleşmelerinin ardından, İsrail’in tek hedefi haline geldiğinin farkında İran. / O da kendince savaşa hazırlanıyor… / Peki ya ülkemiz? / Etrafında meydana gelen ateş çemberinin giderek genişlediğini görüyor olmalı Türkiye… /Herhalde görüyordur.’’
Saldırılar, İran’ın nükleer çalışmalarına ve uzmanların ‘kirli bomba’ adıyla andığı silahların yapımını mümkün kılacak düzeye çalışmaların eriştiği iddiasına dayandırılmış olsa da, ABD’nin yakın ilgisi, konunun daha geniş boyutları bulunduğunu düşündürüyor.
Ben de, o ilk yazımdan bugüne kaleme aldığım beş yazıda bunu yapmaya çalıştım.
Konu üzerinde düşündüm.
Düşünürken de araştırdım.
Bu köşede çıkan, başlığı ‘‘İran, çökertilmesi sona kalmış yedinci hedef ülke’’ olan son yazım, Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali ve Sudan olarak belirlenmiş hedefteki ilk altı ülkenin zayıflatılması sonrasında, yedinci hedefin -İran’ın- şimdi hizaya getirilmesini konu ediniyor.
ABD’ye Trump ile birlikte yeniden hakim olan ‘Neo-Con’ grup, ta 1996 yılında çerçevesini çizdikleri, Ortadoğu’yu İsrail’i tehdit eden rejimlerden kurtarma amaçlı projelerini yeniden devreye sokmuş bulunuyor.
Irak’la başlamıştı o projenin hayata geçirilmesi, arada yaşananlarla beş ülke daha çökertildi; Irak’ta yaşanana benzer ‘el çabukluğu marifet’ yöntemi kullanılarak şimdi son hedef olan İran ile hesaplaşılıyor.
Yöntem göz boyamacılığı; sihirbazlık yani…
Irak için bulunan bahane, Saddam’ın El-Kaide irtibatlı olduğu, elinde kitle imha silahları bulunduğu, atom bombası üretmeye hazırlandığı yalanıydı; İran da ‘kirli bomba’ yapma niyetiyle suçlanıyor…
Trump, gönderdiği özel uçaklar ve denizden yolladığı füzelerle, sivil amaçlı olduğu ileri sürülmesine aldırmadan, İran’ın nükleer tesislerini yok etmekle övünüyor.
Bir başka amacı daha var bu saldırıların: Öndegelen isimlerini teker teker yok ettiği rejimi ne yapacağını bilemez hale getirmek…
Saldırılara saldırının cesametine uygun biçimde cevap veremese de kaybedecek İran rejimi, saldırganları yaptıklarına pişman edecek çapta karşı hücuma geçtiğinde de…
Çok acımasız bunlar… Trump, Netanyahu ve onlarla birlikte hareket edenler yerleşik kural tanımıyorlar…
ABD ve İsrail’in niyeti, gereğinden çok daha büyük güç kullanarak gerçekleştirdikleri saldırılarla, İran’ı yediği yumruklarla dengesi bozulmuş bir boksör durumuna düşürmek…
Bu durumu daha da derinleştirmek için, Washington ve Tel Aviv’in beklenmedik türden tekliflerine bile muhatap olabilir Tahran yönetimi…
Yeter ki, yönetimdekiler kendilerinden istenecek bir-iki şartı kabule yanaşsınlar, Washington uzun yıllardır İran’ın ekonomisini zora düşürmüş yaptırımları kaldırabilir, Tel Aviv de saldırmazlık anlaşması teklifinde bulunabilir.
Bu beklentimi akıl almaz sayacakları uyarırım: Bu yolda bir senaryo, ABD’nin ağır saldırılarından hemen önce, saldırıyı kaçınılmaz gören bir yorumcu tarafından ortaya atıldı bile.
Geleneksel yakın destekçilerinden mahrum halde İran: Hizbullah, Hamas gibi örgütler işlevsiz hale getirildi; Rusya ve Çin gibi her çok yönlü ihtilafta yanında bulduğu uluslararası destekçileri de gelişmeyi uzaktan izlemeyi tercih etmekte...
İran’a dönük sempati, fazla bir anlam taşımayan sözel desteklerden ibaret…
Düşürüldüğü hal için Süleyman Demirel’in benzer durumlarda kullandığını bildiğim bir deyim var ama ben onu burada tekrarlayamam.
‘‘Kıpırdayamaz hale düşürüldü’’ diyebilirim ama.
Hürmüz Boğazı’nı kapatabilir…
Elindeki henüz devreye sokmadığı söylenen öncekilerden daha ölümcül füzeleri -tabii gerçekten varsalar- devreye sokabilir...
Katar ve Irak’taki Amerikan üslerini kullanılamaz hale getirebilir.
Tekil ama ürkütücü eylemlerin önünü açabilir…
Bunlar ve şu anda aklıma gelmeyen daha ne varsa başvurulabilecek yolların hemen hepsi, doğrudan veya dolaylı olarak, İran’ın kendisine de zarar verebilecektir.
‘‘Niyet, rejimi değiştirmek’’ deniliyor ya, İran yönetimine saldırılarla tek bir kurtulma yolu bırakıldı: Rejimi kendi elleriyle değiştirmek…
Fazla ileri bir beklenti mi bu?
Evet, öyle.