Ekrem İmamoğlu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki ekibiyle ilgili soruşturma, (Ergenekon, Balyoz, Poyraz köy ve benzeri kumpas soruşturmalarını andırırcasına) iyece belden aşağı indi.
Özel hayata dair asılsız iddialar, suç işlemiş gibi gösterilen gazetecilerin listesi, gizli tanık ve itirafçı avı...
Ne derseniz var artık.
Yolsuzluk, rüşvet, irtikap soruşturmalarının rutinidir bu aslında. İddia sahipleri suçlamaları konusunda somut kanıtlar ortaya koyamayınca zanlıların itibarını hedef alırlar ve “iddiayı ortaya at, adı geçenler aksini kanıtlasın” yaklaşımıyla hareket ederler.
***
Biz gazetecilere en çok sorulan soru şu:
“İmamoğlu’nu bırakırlar mı?”
Yanıtım şu:
Normal şartlar altında ortaya konulan iddialara, İmamoğlu ve ekibine sorulan sorulara, kanıt olarak gösterilenlere, tanıklıklara ve İmamoğlu ve ekibinin yaptığı savunmalara bakılırsa İmamoğlu’nun bir gün dahi içerde kalmaması lazım.
Ancak davanın çok fazla siyasileşmesi, soruşturmanın çok iddialı bir gözaltı ve tutuklama süreciyle başlaması, savcıların çok ciddi bir siyasi baskı altında kalması gibi nedenlerle bu zor görülüyor.
Düşünsenize İmamoğlu yarın serbest kalırsa bu iktidar için büyük bir yenilgi gibi durmaz mı?
***
İmamoğlu ve ekibinin tutukluluk durumuyla ilgili seyir yakın zamanda değişmese de soruşturmayla ilgili kamuoyunda oluşan algı iktidar aleyhine hızla değişiyor.
Aranan turp bulunmaz, dananın kuyruğu kopmazsa ve İmamoğlu’nun sırf Cumhurbaşkanı adayı olduğu için mahpus olduğu algısı içeride ve dışarıda pekişirse, süreç iktidarın işini daha da zorlaştırabilir.
Zaten AK Parti’den gelen yorumlar ve soruşturmayla ilgili tabanda oluşan algı, “külliye” diye kavramsallaştırılan hükümetin algısıyla pek örtüşmüyor.
AK Parti’nin ileri gelenleri dahi Külliyede alınan kararları, atılan adımları anlamakta zorlanıyor.
Bir örnek vereyim: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kaymakamların, valilerin yetkilerini artıracak düzenlemelerden söz ediyor. Ancak AK Parti’nin ileri gelenleri böyle bir konu hakkında hiç çalışmadıklarını söylüyorlar. AK Parti kurmayları şehirlerde valilerin ilçelerde kaymakamların seçilmiş başkanlara karşı güçlendirilmesinin kendi yönetim anlayışlarıyla pek bağdaşmadığına dikkat çekiyorlar.
***
Külliye ekibi farklı yansıtmaya çalışsa da ülkeyi yöneten ekiple halk arasındaki bağ kopmuş görünüyor.
Zira o bağı oluşturan AK Parti kadrolarının hayata, demokrasiye, millet iradesinin üstünlüğüne bakışıyla, hali hazırdaki karar alıcıların bakışı arasında büyük mesafeler var.
Buna bir de kadrolar arasındaki ağır rekabet eklenince ilginç tablolar oluşuyor.
- AK Parti’nin de oy deposu olan muhafazakâr tabanın Gazze konusundaki beklentileri, iktidarın Gazze’yi tatil beldesi yapmayı hayal eden ABD Başkanı Donald Trump’la ilişki biçimiyle pek örtüşmüyor. Bu durum seçmenin Refah, Gelecek, Saadet gibi partilere kaymasının önünü açıyor.
- DEM Parti ve İmralı ile yürütülen Terörsüz Türkiye süreci, AK Parti kadroları çok fazla sahiplenmediği için tabana yeterince anlatılamıyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Edoğan’ın “gidin anlatın” demesinin arkasında da bu duruma ilişkin veriler yatıyor.
- Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ihale krallarıyla dostluğunu gösteren unsurların bizzat içeriden muhalif medyaya sızdırılması, Nurettin Nebati’nin kardeşinin, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Nihat Zeybekçi’nin Şimşek’in izlediği ekonomi politikalarını açıktan ve sert bir şekilde eleştirmesi, Şimşek’in Londra’da yabancı yatırımcılara kullandığı tartışmalı ifadelerin sızdırılması çok açık göstergeler olsa gerek.
- Külliye ile parti arasındaki gruplaşmalar, İletişim Başkanlığı, Turkuaz Grubu, Anadolu Ajansı ve TRT arasındaki çekişmelerden de anlaşılıyor.
- Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral’la Hacı Bayram Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Naci Bostancı arasındaki tartışmayı da örnek olarak sıralayabiliriz. AK Parti dışındaki kesimlerin de saygısını kazanmış muhafazakâr kesimin önemli entelektüellerinden Naci Hoca’nın karşılaştığı seviye, Külliye ile AK Parti entelektüelleri arasındaki tarif etmeye çalıştığım durumun vücut bulmuş hali olsa gerek.
- İki gün kaldığım Çanakkale’den de bir örnek aktarayım: İçişleri Bakan Yardımcısı Bülent Turan ile AK Parti Çanakkale Milletvekili Ayhan Gider arasındaki rekabet ve bu rekabet nedeniyle AK Parti’nin zayıfladığı gerçeği sokakta konuşulur hale gelmiş.
***
Bir taraftan muhalefeti bölmeye, diğer taraftan soruşturmalarla da İmamoğlu’nu yıpratmaya çalışan iktidar, kendi tabanının gevşemeye başladığını, yekvücutluğunu yitirdiğini fark ediyor mudur sizce?
Bence etmiyor.
Muhalefeti kendisine göre dizayn etmeye uğraşırken kendi yekvücutluğunu yitiren iktidarı zor günler bekliyor.