Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim 2024’te DEM Parti’ye uzattığı el ile başlayan, PKK’nın kongresini toplayıp yaptığı fesih açıklamasıyla devam eden süreç, ülkemizde ve bölgede radikal bir dönüşümün kuvvetli habercisi olmuş durumda.
Süregelen çatışma ve gerilim atmosferini dağıtan, toplumsal barış ve güvenlik siyasetine yeni bir boyut kazandıran bu hamle, yaklaşık yarım asırdır süren terör ve şiddet dalgasından arınma yönünde bugüne kadar atılmış önemli adımlardan biri olarak tarihe geçti bile. 1993’ten bu yana neredeyse her Cumhuriyet hükümeti ve Genelkurmay, MİT gibi ilgili kurumlar tarafından görüşmeler yoluyla en az 13 kez denenmiş olan PKK’nın silahsızlandırılması girişimi, önceki örnekler ve dünya tecrübelerinden ayrışmasına rağmen nevi şahsına münhasır bir modelle sonuca ulaşmaya oldukça yakın.
PKK’nın 12 Mayıs’ta silahları bıraktığını ve kendini lağvettiğini duyurmasının ardından kamuoyunda sürece verilen temkinli destek gibi inanç da artıyor. Bu destek, Terörsüz Türkiye hedefinin, demokratik hukuk devleti olacak bir Türkiye’ye gebelik yapacağı umudunu da taşıyor. Sürecin başarılı olma ihtimali son yıllarda iyice uzaklaştığımız müreffeh, adil ve demokratik yaşam ideallerine yönelik umudu da canlandırıyor.
Tokalaşmalar, çağrılar, müzakereler ve fesih kararı; Türkiye’nin demokrasi, adalet ve toplumsal barış idealine bir adım daha yaklaşmasının önünü açtı şüphesiz. Gelişmelerin toplumsal mutabakata dönüşebilmesi için sürecin TBMM çatısı altına taşınması, yapısal bir çerçeveye oturtulması şart. Sadece feshin gerekleri değil; fesih sonrası büyük dönüşüm, TBMM’de temsil edilen tüm siyasi partilerin paydaşlığı ve bu tarihi sorumluluğu paylaşması ile mümkün olacaktır.
Daha önce Sayın Bahçeli’nin sürece dair tutumunu bütünlüklü olarak ele almış idik. (Bahçeli’nin Tutumu İkinci Yüzyılın Anahtarı Olabilir mi?) Bu yazıda ise siyasi partilerin tutumları, sürecin toplumsallaşması ve kurumsallaşması için TBMM’nin üstlenmesi gereken sorumlulukları ve Türkiye’nin bu yeni döneme nasıl hazırlanması gerektiğini kayda geçirmeye çalışacağız.
Terörün kök sebeplerinin çözümü, güçlü bir demokratik mutabakat zemininde mümkündür. Bu zemini oluşturmak iktidarın, zemini işler kılmak ise TBMM çatısı altında yer alan tüm siyasi partilerin ortak sorumluluğudur. Siyasi partilerin sürece ilişkin yaklaşımları, bu sorumluluğun nasıl üstlenilebileceği konusunda bize önemli veriler sunmaktadır.
Sürecin Atipik Doğası
“Terörsüz Türkiye” başlığı altında şekillenen ve derin tartışmalara konu olan bu sürecin en belirgin özelliği, klasik çözüm süreçlerinden ciddi ölçüde ayrışan metodolojisidir. Sürecin mimarisi, müzakere modeli, iletişim stratejisi, aktörlerin konumlanması, toplumsal katılımın niteliği, bu girişimi “atipik” kılan temel unsurlardır.
Özgün ve çok katmanlı sürecin en önemli aktörü olarak Sayın Devlet Bahçeli kayda geçti. İlk dönemlerde süreci “Bahçeli’nin başlattığı” şeklinde genel bir kanaat olsa da zaman geçtikçe devlet kurumlarının en az 30 yıllık hafıza ile yürüttüğü, hiç kesilmemiş ve son yıllarda artan nitelikli bir görüşme trafiğinin ürünü projenin, Bahçeli eliyle aleniyet kazanmış olduğu anlaşıldı. Bahçeli’nin örgütün feshini terörle mücadelenin kesin bir zaferi değil, yeni bir sürecin başlangıcı olarak kodlayan stratejik boyutta dönüştürücü söylemi ve kaleme aldığı makaleleri, siyasal ufku genişletmeye matuf bir yenilenme çağrısının tezahürü oldu.
Sürecin atipikliğini belirleyen yönlerden biri de sürecin fesih aşamasına kadar devlet, örgüt, iktidar ortağı siyasi partiler dahil mübalağasız maksimum 10 kişiyle yürütüldüğü kanaatidir.
İletişim tercihleri ve güçlü liderliklerle şekillenen süreç; tabandan yukarıya doğru değil, yukarıdan tabana doğru bir toplumsallaşma dinamiğiyle ilerlemektedir. Sürecin tercihen ve stratejik olarak elitler arası mutabakatla ilerlediği söylenebilir. Liderlere duyulan güven, toplumsal rızanın oluşmasında esas unsur haline gelmiştir. MHP’li, AK Partili, DEM Partili bir vatandaş süreci rasyonalize edememekte, duygusal olarak da tam bir bağ kuramasa da liderlerinin pozisyonunu boşa çıkaracak kuvvetli bir itiraz da geliştirmemektedir. Bu durum, barış süreçlerinin taban hareketlerine dayanan doğasına tezat oluşturan, hatta onu tersine çeviren özgün bir durumdur. Sürecin seyri, barış siyasetinin toplumsallaşma biçimlerine dair sıra dışı bir örnek teşkil edecek niteliktedir. Dar kapsamlı bir kadro ile yürütme tercihi, ilerleyen aşamalarda süreci geniş kesimlere anlatma ve sürecin meşruiyetinin derinleştirilmesine dair ihtiyacı ortaya koymaktadır. Süreci toplumsallaştırmaya dair emareler de artmaktadır.
Erdoğan’ın “Süreç” Politikası
Sürecin siyasi mimarisinde en kritik rolü üstlenen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaklaşımı özel olarak değerlendirilmelidir. Sayın Erdoğan’ın başlangıçtaki mesafeli ve temkinli tutumu; sürecin hassasiyeti ve geçmiş başarısızlıkları göz önünde bulundurulduğunda anlaşılır olmakla birlikte, zamanla ortaya koyduğu açıklamalar ve yürüttüğü temaslar yeni dönemi şekillendirme yönündeki iradesini güçlendirerek ortaya koymaktadır.
İlk aşamalarda Erdoğan’ın tutumu ancak alt mesajlardan, satır aralarından takip edilebilmişti. Örneğin, 12 Ekim 2024 tarihinde sarf ettiği “Her zaman varız” ifadesi, sürecin kendi bilgisi ve onayıyla yürütüldüğü yönünde yorumlanmıştı. Cumhurbaşkanı’nın 22 Ekim 2024 tarihindeki “Siyaset kurumu, Meclis, sivil toplum, basın, akademi ve topyekûn millet olarak hep beraber terörün ve şiddetin olmadığı bir Türkiye’yi inşa edelim istiyoruz” yönündeki çağrısı, destek pozisyonunu güçlendirmiştir.
Ancak bu sözlerin üzerinden sekiz ay geçmesine rağmen Meclis zemininde henüz tartışılan, görüşülen, istişare edilen somut bir gündem oluşmamıştır. TBMM’nin sürece dahli bakımından belki de tek önemli temas, 2 Ocak 2025 tarihinde TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un İmralı Heyeti’ni ağırlaması olmuştur.
Erdoğan’ın “topyekûn millet” dileğinin reel zeminde karşılık bulduğunu söylemek için de henüz erkendir. Siyasi aktörlere yönelik güven sorunu devam etmekte, silah bırakmaya ve demokratikleşme adımlarına ilişkin belirsizlikler, sürece destek veya karşıtlık yönünde olması fark etmeksizin vatandaşların inancını zayıf kılmaktadır.
Geçmişi Hatırlatmaktan Kaçınmak
Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki süreçleri hatırlatacak “çözüm” ve benzeri terminolojiden özellikle kaçınmış, geçmişi hatırlatacak olumlu-olumsuz örneklerden uzak durmuştur. Erdoğan, uzunca bir süre konuyu kamuoyunun gündemine taşımaktan kaçınmış, sürecin kamusal iletişimini Bahçeli’ye bırakmıştır. Öyle ki Bahçeli’nin kendi tarzınca yürüttüğü iletişimi “düzeltmekten” de uzak durmuştur. Erdoğan’ın temkinli, hatta yer yer mesafeli tutumunun nedeninin dört farklı dönemde (2004, 2009, 2011, 2013) yürütülen ve örgütün silahsızlandırılmasını hedefleyen girişimlerin başarısızlığı ve başarısızlığın ürettiği siyasi maliyet olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu temkinli tavır, 10 Nisan 2025 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde DEM Parti heyetiyle gerçekleştirilen ve 1 saat 25 dakika süren kritik görüşme ile birlikte kırılmaya uğramıştır. Görüşme hem Erdoğan’ın süreci net olarak sahiplenmesi hem de sürecin nihai karar verici ile detaylı olarak müzakere edilmesi açısından oldukça önemlidir. İki taraf da görüşmeden memnuniyetlerini kamuoyuna yansıtmaktan imtina etmemiştir.
Erdoğan 3 Mayıs’ta KKTC’de yapmış olduğu açıklamada: “Sırrı Süreyya Önder’in vefatından üzüntü duydum. Önder Terörsüz Türkiye için emek harcadı. Terörsüz Türkiye hedefine ulaşacağız. Malum Sayın Önder’i ve Sayın Buldan’ı Külliye’mizde kabul etmiş, yürüttükleri temaslarla ilgili verimli bir görüşme yapmıştık. Merhum Önder’in de son zamanda emek verdiği Terörsüz Türkiye menziline vasıl olacağımıza yürekten inanıyorum” diyerek memnuniyetini kamuoyuna da duyurmuştur. Erdoğan, İtalya ziyareti dönüşünde gazetecilerin sürece ilişkin sorularını yanıtlarken bu çerçeveyi daha da netleştirmiştir. Süreci Milli İstihbarat Teşkilatı’nın yürüttüğünü ve bu çalışmalara MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın öncülük ettiğini açıklamış, Cumhur İttifakı’nın bu doğrultuda “güçlü ve kararlı bir irade” ortaya koyduğunu vurgulamıştır. “Bu süreçteki en büyük motivasyonumuz evlatlarımıza terörsüz bir ülke bırakmak… Sivil siyasetin güçlendiği, huzurun kökleştiği… bir Türkiye için çalışıyoruz.” Bu ifadeler, çözüm perspektifinin yalnızca terörün sona erdirilmesi ile sınırlı olmadığını, daha geniş anlamda siyasi ve toplumsal dönüşümün hedeflendiğini göstermektedir.
“Siyasete Büyük İş Düşüyor”
Cumhurbaşkanı’nın 8 Mayıs’ta milletvekilleriyle yaptığı kapalı grup toplantısında basına yansıyan değerlendirmeleri de süreci üstlenme ve kadrolarını harekete geçirme açısından önemlidir. Erdoğan, “Bütün engelleri aştık. Yakında PKK’nın silahları bırakacağına ve örgütü feshedeceğine ilişkin olumlu haberler bekliyoruz. Ondan sonra da yeni bir süreç, hepimiz için yeni bir dönem başlayacak” sözleriyle gelinen aşamayı teyit etmiştir. Aynı konuşmada yer alan “Siyasete büyük iş düşecek. Süreci doğru yönetmemiz gerekiyor… Bizi kolay bir süreç beklemiyor ama size bu konuda güveniyorum” ifadeleri ile kurmaylarına ve parti kadrolarına sorumluluk yüklemiştir. Ömer Çelik’in bu sözleri kamuoyuna duyurması ile de AK Parti tüm kadrolarıyla süreç iletişiminin bir parçası olmuştur. Bu çerçeve, sürecin artık gizli ve sınırlı aktörlerle yürütülen güvenlik odaklı temaslardan çıkarılarak, siyasal ve toplumsal düzeyde kurumsal bir zemine taşınması ihtiyacını ortaya koymaktadır.
PKK’nın fesih ilanı sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 12 Mayıs’taki “Terörsüz Türkiye hedefimize engelleri aşarak, önyargıları kırarak, fitne ve nifak tuzaklarını bozarak emin adımlarla yürüyoruz. Cumhur İttifakı olarak iç cephemizi tahkim etme amacıyla büyük bir samimiyetle hayata geçirdiğimiz ‘Terörsüz Türkiye’ sürecinde kritik bir eşiği daha aştık. Alınan kararı ülkemizin güvenliğinin, milletimizin ebedi kardeşliğinin perçinlenmesi adına önemli buluyoruz. Her alanda yeni bir dönemin kapıları açılacaktır. Ocaklara ateş düştüğü günler geride kalmıştır. Terörün ve şiddetin tamamen devreden çıkmasıyla birlikte başta siyasetin demokratik kapasitesinin güçlendirilmesi olmak üzere, her alanda yeni bir dönemin kapıları açılacaktır” ifadeleri, önceki mesafeli ve temkinli pozisyondan farklı olarak artık sürecin siyasal sahipliğini açıkça üstlendiğini göstermektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 14 Mayıs 2025 tarihinde AK Parti grup toplantısında yaptığı konuşmasında da “Bölücü örgütün feshi ve silahları bırakma kararını açıklaması ile Türkiye Yüzyılı’nda yeni bir safhaya geçmiş bulunmaktayız. Bu safha birliğimizi, beraberliğimizi güçlendirme safhasıdır. Bu safha terör duvarını kalıcı olarak ortadan kaldırma safhasıdır. Demokrasimizin serpilmesine engel olanlara ket vuran safhadır. Kendi vatandaşlarının iradesiyle sorunlarını çözebilme kabiliyetine sahip olduğunu dosta düşmana göstermiştir” diyerek sürecin silah bırakma hadisesinin ötesinde Türkiye’nin demokratik kapasitesini güçlendirecek bir dönüm noktası olduğuna dikkat çekmiştir. Benzer şekilde, “Terör örgütünün kendini feshinin ardından siyasetin daha güçlü şekilde devreye girmesiyle belediyelerdeki kayyum uygulamasının yeniden istisna haline geleceğini düşünüyoruz” sözleriyle kayyım uygulamalarından yeni dönemde vazgeçileceğine işaret etmiştir.
Aynı konuşmada Erdoğan’ın “CHP Genel Başkanı Sayın Özel’e ve diğer siyasi parti yöneticilerine bu süreçte sergiledikleri yapıcı tutum için takdirlerimizi sunuyoruz. Her ne kadar sürece karşı mesafeli, hatta kimi zaman ciddi manada olumsuz tavır takınmış olsalar da sorumlu siyaset çizgisinden ayrılmayan muhalif parti genel başkanlarına da teşekkürlerimizi iletiyoruz. Siyasi rakibimiz de olsa siyasetçilerin temsil ettikleri toplum kesimlerinin hissiyatına tercüman olma görevlerini demokratik siyasetin meşru zemininde kalarak yerine getirmeleri çok ama çok önemlidir” şeklindeki sözleri tüm tartışmalara rağmen muhalefetin desteğinden duyulan memnuniyeti ifade etmiştir. Erdoğan’ın ilk kez 11 Ocak 2025’te Diyarbakır ve Şanlıurfa kongrelerinde ifade ettiği diğer siyasi partilerin sürece katılımına ve desteklerine verdiği önemi bu konuşmayla bir kere daha ifade etmiştir.
Cumhurbaşkanı’nın “siyasete büyük iş düşüyor” vurgusu ve Meclis’teki tüm aktörlere “bu süreci birlikte taşıyalım” yönündeki çağrısı; sürecin ikinci aşamasında demokratikleşme, hak ve özgürlükler ve kurumsal reformlar gibi alanlarda ihtiyaç hissedilen desteği elde etmeye matuftur. Sürecin başarıya ulaşabilmesi, örgütün silahsızlanmasını takiben yürütülecek siyasi, hukuki ve toplumsal yeniden inşa süreci ile mümkün olacaktır.
Son olarak Erdoğan, 15 Mayıs 2025 tarihinde yaptığı açıklamada “Devletimizin toprak bütünlüğü, milletimizin birlik ve beraberliği, üniter yapımız, bayrağımız, resmî dilimiz asla tartışma konusu değildir. Cumhuriyet’imizin temel niteliklerine dokunulmasına bu işin yaygarasını koparanlardan önce biz karşı çıkarız, biz itiraz ederiz. Ne yapılıyorsa ‘tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet’ diyerek sembolleştirdiğimiz ilkelerimiz çerçevesinde yapılmaktadır. Geçmişte bu meselenin çözümü için bilhassa merhum Özal döneminde çok cesur adımlar atıldı ama dışarıdan olduğu kadar içeriden yapılan sabotajlarla bu çözüm engellendi. Yapıcı eleştirilere, tekliflere sonuna kadar açığız, bundan memnuniyet duyarız. Ama ‘Terörsüz Türkiye’ çabalarının zorlaştırılmasına iyi niyetli bakmayız” sözleriyle olası risklere karşı pozisyonunu ortaya koymuştur.
“Terörsüz Türkiye” ve AK Parti
Her ne kadar Sayın Erdoğan ile AK Parti’nin pozisyonunu ayrı ayrı incelemek anlamsız olsa da AK Partili aktörlerin uzun süren sessizlikleri ayrı bir başlık açmayı gerektirmiştir. Sürecin ilk günlerinde temkinli söylemleri ile parti bürokrasisi sürece mesafeli yaklaşmıştır. AK Parti Genel Başkanvekili Sayın Efkan Âlâ 17 Ekim 2024 tarihinde sürece ilişkin yöneltilen soru karşısında, “Bizim öyle bir şeyimiz yok. Bizim hedefimiz var, gündemimiz var. Reform gündemleri var, anayasa gündemimiz var. Onları tartışıyoruz. Meclis’te de herkes yan yana oturuyor, her gün konuşuyor. 24 saat Kürtçe kanal yayın yapıyor. Bunlar aşıldı” sözleriyle süreci doğrudan tanımlamaktan ve kamuoyunun gündemine taşımaktan kaçınmış, meseleyi mevcut reform gündemlerinin doğal bir uzantısı olarak nitelendirmeyi tercih etmiştir.
6 Ocak 2025 tarihinde Abdullah Güler başkanlığında Ömer Çelik, Özlem Zengin, Efkan Âlâ’dan oluşan AK Parti heyeti; Ahmet Türk, Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan’dan oluşan İmralı Heyeti ile görüşme yapılmış, daha sonra Abdullah Güler, görüşmenin samimi ve verimli geçtiğini söylemiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemlerinin belirginleşmesi ve sürecin kamuoyuna daha açık biçimde yansımasıyla birlikte AK Parti cephesinde de “Terörsüz Türkiye” söylemini daha güçlü şekilde sahiplenen açıklamalar dikkat çekmeye başlamıştır. 27 Şubat 2025 tarihinde, Abdullah Öcalan’ın PKK’ya silah bırakma ve kendini feshetme çağrısına ilişkin olarak Sayın Âlâ, “Sayın Cumhurbaşkanımızın başından beri, yani ilk hükümeti kurduğu andan itibaren Türkiye’de terörle mücadelede nasıl bir politika izlediği bütün dünya tarafından biliniyor. Yani o zamandan beri kararlı bir şekilde terörü Türkiye’nin gündeminden çıkarma konusunda yapılması gerekenleri yaptı, atılması gerekenleri attı. AK Parti, bütün bu süreçlerde gerçekten ciddi inisiyatifler aldı. Öcalan’ın çağrısının özü silahların bırakılması ve terör örgütünün kendisini feshetmesidir. Biz sonuca bakarız” ifadelerini kullanmıştır.
Bu açıklamadan bir gün sonra, 28 Şubat tarihinde AK Parti Sözcüsü Sayın Ömer Çelik, “PKK, PYD, YPG, SDG hangi adla olursa olsun, Irak ve Suriye’deki bütün uzantılarıyla terör örgütü silah bırakmalıdır ve kendi kendisini feshetmelidir. Şöyle bir konu gündeme getiriliyor; ‘Devlet bir pazarlık sürecine girer mi?’ Bir kere daha ifade ettik ki; burada devletin nitelikleriyle ilgili bir pazarlık söz konusu değildir. Milletimizin değerleri konusunda bir al-ver süreci söz konusu değildir” sözleriyle benzer bir açıklamada bulunmuştur.
Sürecin Sahiplenilmesi
3 Mart 2025 tarihinde yapılan Merkez Yürütme Kurulu toplantısı sonrasında Ömer Çelik, yaptığı açıklamada Sayın Cumhurbaşkanı’nın “Terörsüz Türkiye” hedefine ulaşmak için yürütülen çalışmalara gerekli özenin gösterilmesi gerektiğini vurguladığını belirtmiştir. Çelik’in ifadeleri sadece iç siyasete değil, aynı zamanda bölgesel istikrara ilişkin mesajlar içermektedir. Çelik, “Türkiye’nin hem kendi içinde Türk-Kürt kardeşliğini hem de Türk, Kürt, Arap, Alevi, Sünni hepsinin birlikteliğini daha da pekiştirme anlamında iç cepheyi güçlendirme başlığıyla verdiği mesaj, hem bölgede terör örgütlerinin bölge halklarına karşı birtakım emperyalist projeler tarafından kullanılmasını engellemek için terörsüz Türkiye hedefi çerçevesinde ortaya koyduğu yaklaşım ki bunun devamı doğal olarak terörsüz Suriye, terörsüz Irak şeklinde, bütün bir bölgeyi, bütün Ortadoğu’yu kapsayacak bir vizyonun aslında çekirdeğidir. Türkiye açısından bir terör istemediğimiz gibi Irak açısından Suriye açısından, bölgedeki kardeş ülkeler açısından da herhangi bir şekilde terör tehdidi ve terör oluşumlarının istikrarsızlaştırıcı tutumlarını istemediğimizi ve kabul etmediğimizi de bu şekilde ortaya koymuş oluyoruz” diyerek süreci sadece iç değil, dış politik bir paradigma değişimi olarak da tanımlamıştır.
Sürecin Cumhur İttifakı ortakları arasında koordineli biçimde yürütüldüğünü vurgulayan bir diğer açıklama da 8 Nisan 2025 tarihinde yine Ömer Çelik’ten gelmiştir. Çelik, 8 Nisan 2025 tarihinde AK Parti MKYK toplantısı sonrası yaptığı açıklamasında sürecin Sayın Bahçeli’nin ve Cumhurbaşkanı’nın koordinasyonunda devam ettiğini vurgulayarak “Sayın Bahçeli’nin, iyileşme sürecinde bile Terörsüz Türkiye konusundaki hassasiyeti sahiplenerek, süreci en ince ayrıntısına kadar takip ederek, sürecin başarıya ulaşmasına dair değerlendirmelerini paylaşması gerçekten çok kıymetliydi. Yaptığı açıklamalarla Terörsüz Türkiye hedefinin herhangi bir yol kazasına uğramadan, provokasyona uğramadan hedefine ulaşabilmesi için önemli değerlendirmeler ve uyarılar yaptı. Sayın Bahçeli’nin konuyu bu şekilde takip etmeleri, Cumhur İttifakı olarak konuya verdiğimiz önemin, hassasiyetin yeni bir zirvesi olarak kayda geçmiştir. Sayın Cumhurbaşkanımız, MYK toplantısındaki açılış konuşmalarında Terörsüz Türkiye hedefine ulaşılması için yapılması gerekenler konusunda devlet kurumlarının senkronize bir şekilde çalıştığını, faaliyet yürüttüğünü ve siyasi açıdan da bu hassasiyetlerin aynı şekilde gözetilmesi gerektiğini ifade etmişlerdi. Önümüzdeki dönemde bu sürecin başarıya ulaşması için yeni aşamaları hep beraber göreceğiz ve takip edeceğiz. AK Parti Genel Merkezi olarak da bizim siyasi ajandamızın en üst sıralarında yer alan bir konudur” sözleriyle devlet kurumlarının senkronize bir şekilde çalıştığını ve sürecin AK Parti Genel Merkezi’nin öncelikli gündemi olduğunu belirtmiştir.
10 Nisan 2025 tarihinde NTV’de katıldığı bir programda konuşan Efkan Âlâ, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli’nin iradesini “yeniden umutlanmak için bir iklim” olarak nitelemiş; “Sayın Cumhurbaşkanımızın AK Parti kurulduğundan beri bu meselenin çözümü için gösterdiği irade, Sayın Devlet Bahçeli’nin gösterdiği irade ve söylemler yeniden umutlanmak için bir iklim oluşturmuştur. Bu iklime herkes katkıda bulunmalıdır. Türkiye, hedeflerine doğru emin adımlarla ilerlemelidir. Biz, ihtiyatlı ve temkinli bir dille meselelere vaziyet ediyoruz. Terörsüz Türkiye süreci, bizim öngördüğümüz biçimde devam ediyor. Bir aksama, duraksama yok. Umut ediyorum ki sonuç almaya doğru emin adımlarla ilerliyoruz” diyerek sürecin ihtiyatlı ama kararlı bir biçimde yürütüldüğünü vurgulamıştır.
AK Parti’nin “Terörsüz Türkiye” sürecini sahiplenici tutumunu en açık biçimde ortaya koyan değerlendirmeler ise 7 ve 12 Mayıs tarihlerinde Ömer Çelik tarafından yapılmıştır. 7 Mayıs 2025 tarihinde sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada Sayın Çelik, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde gelişen süreci, Cumhur İttifakı’nın sahip çıktığı bir “devlet politikası” olarak nitelemiştir. Açıklamasında, sürecin ittifak kadar AK Parti tarafından da sahiplenildiği, Cumhurbaşkanı’nın da çok yakından takip ettiği vurgulanmıştır. Açıklamadaki AK Parti nezdinde kısa vadeli bir siyasi refleks değil, uzun vadeli ve kapsayıcı bir devlet vizyonuna dönüştüğü vurgusu dikkat çekicidir.
Ömer Çelik’in 12 Mayıs 2025 tarihinde PKK’nın kendini feshettikten sonraki ilk açıklaması ise, “İmralı’dan yapılan çağrı sonrasında PKK’nın kendini feshetme ve silah bırakma kararı alması ‘Terörsüz Türkiye’ hedefi açısından önemli bir aşamadır. Terörün tamamen bitmesi halinde yeni bir dönemin kapısı açılacaktır. Bu kararın fiilen uygulanması ve tüm boyutlarıyla gerçekleşmesi gerekmektedir. ‘Fesih’ ve ‘silahları teslim etme’ kararının, PKK’nın tüm şube ve uzantıları ile illegal yapılarını kapayacak şekilde, somut olarak ve eksiksiz hayata geçmesi bir dönüm noktası olacaktır. Bu süreç devlet kurumlarımız tarafından sahada titizlikle takip edilecektir. Terörsüz Türkiye hedefine somut olarak ulaşılması, tüm dünyada siyasetin siyasetsizleşmeye boğulduğu bir dönemde, Türkiye’nin siyasi tüm kanalları daha etkili şekilde işletebilmesine imkân verecek, demokrasimizi, siyasi hayatımızı ve milli birliğimizi daha da güçlendirecektir. Siyasi diyalog kanallarının, TBMM başta olmak üzere siyasetin tüm meşru adreslerinde en güçlü şekilde çalışmasını sağlayacaktır. Cumhuriyetimizin hepimizin ‘çatı’sı olduğu bilinci, demokrasimizin her türlü sorunun çözümü için temel ‘zemin’ olduğu anlayışı daha güçlenecek ve siyasi olarak kökleşecektir” şeklinde ve somut adımlara işaret etmektedir.
Çelik’in özellikle “siyasi diyalog kanallarının TBMM başta olmak üzere meşru tüm platformlarda daha güçlü çalışacağı” yönündeki vurgusu, sürecin siyasal kurumsallaşma boyutunu güçlendiren, Türkiye’deki temsil mekanizmalarının güçlendirilmesi, TBMM’nin yeniden asli kurucu zemin olarak etkinleştirilmesi ve demokratik meşruiyetin kurumsallaştırılması yönündeki muhalefetin ısrarlı talebine bir cevaptır.
Çelik, son olarak, 16 Mayıs tarihinde katıldığı bir yayında; PKK’nın fesih kararının örgütün tüm uzantılarını kapsaması gerektiğini ve Terörsüz Türkiye’nin bir devlet politikası olduğunu belirterek şu açıklamaları yapmıştır: “Sayın Bahçeli bütün siyasi partilerin elini sıktı. Arkasından sayın Bahçeli’nin tarihi çağrısı geldi. Bunun rahatça tartışılması için zemin oluşturan bir çağrı. Gerçek milliyetçilik anlamında iç cephenin güçlendirilmesi. Orada sık sık görüşüldüğü için Cumhur İttifakı’nın ortak duruşu var. Bununla ilgili olarak Sayın Bahçeli sürecin önünü açan, süreci dengede tutan, çeşitli konularda krize gitmeye başladığı zaman doğru müdahalelerle bu meselenin diri tutulmasını sağladı. Sayın Cumhurbaşkanımızın grup konuşmasında ortaya koyduğu ifadelerle terörsüz Türkiye devlet politikası olmuştur. Bu devletin başı olarak söylendiği için bütün devlet kurumlarına emir anlamına gelmektedir. Ahlat’ta çağrı, Sayın Bahçeli’nin tarihi çağrısı, Sayın Cumhurbaşkanımızın iradesi, DEM Parti heyetini kabul etmesi, bütün sürecin arka planında MİT’in yaptığı görüşmelerdir. Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatları çerçevesinde TSK, Emniyet ve Jandarma’nın hazırlıkları yapması.”
İlk Saha Programları
Batman, Diyarbakır ve Mardin’de sivil toplum kuruluşlarıyla “Türkiye Yüzyılı” vizyonu doğrultusunda düzenlenen “Türkiye Sohbetleri” programı ilk saha programları olarak kayda geçmiştir. Söz konusu programlar, sadece uzun bir aradan sonra gerçekleşmiş olmasıyla değil, aynı zamanda AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Hatay Milletvekili Sayın Hüseyin Yayman, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Sağlık Politikalar Kurulu Üyesi Sayın Ahmet Selim Köroğlu’nun katılımıyla gerçekleşmesi de süreç bağlamında kamu diplomasisinin ilk örneği olmuştur.
Sürecin Başrol Oyuncuları: DEM Parti ve Bahçeli
Sürece dair iletişimde Sayın Bahçeli’nin tutumunun ne denli belirleyici olduğu açıktır. Süreçte iletişim sorumluluğu alan bir diğer aktör de DEM Parti’dir. Siyasi kimlikleri, tarihsel pozisyonları ve kurumsal gelenekleri bakımından birbirinden oldukça farklı görünen bu iki aktörün tutumları; sürecin teknik seyrini, toplumsal ve siyasal meşruiyetini doğrudan şekillendirmiştir. Nitekim, Bahçeli’nin fesih kararı sonrasındaki “Partimiz ve Cumhur İttifakı hiçbir şekilde geri adım atmamış, İmralı ile DEM Parti de ülkemizi kapsamına alan risk ve tehditleri isabetle ve itinayla okumuşlardır” sözleri de bu yöndedir.
DEM Parti ilk andan itibaren temkinli bir şekilde gelişmeleri onaylamıştır. 22 Ekim 2024 tarihinde Eş Genel Başkan Sayın Tülay Hatimoğulları’nın yaptığı “Çözümün yolu TBMM’dir, biz inisiyatif almaya hazırız” açıklaması, Eş Genel Başkan Sayın Tuncer Bakırhan’ın Öcalan’a dair sözlere “Biz de (Öcalan’ın) ne diyeceğini merak ediyoruz” şeklindeki net cevabı, girişimi onaylayan ve süreci işleten bir tutum olmuştur.
Tuncer Bakırhan 30 Ekim 2024 tarihinde grup toplantısındaki “Devlet aklı gerçekten tarihi Türk-Kürt barışına hazır mıdır? Bir planı programı var mı? Bunu görmek istiyoruz. Türkiye halkları bunu merak ediyor. Kürt tarafı en üst düzeyde bütün kurum ve kuruluşlarıyla hazır olduğunu söyledi” ifadeleriyle süreci sorgulayan, ancak aynı zamanda içinde kalmaya ve yön vermeye hazır bir pozisyonu ortaya koymuştur.
DEM Parti Eş Genel Başkanlarının 11 Kasım tarihinde DEVA Partisi Genel Başkanımız Ali Babacan’ı ziyaretlerinde de benzer bir tutum görülmektedir. Bakırhan ziyaretin ardından yaptığı açıklamada, “İktidarın büyük partisi bunun neresinde, bunu biz de merak ediyoruz. Bu tartışmalar bu biçimde bir sürece evrilmez. Sadece iktidarın ortağının söylediği şeyler tek başına ne ifade ediyor, sonrası nedir, anlamaya çalışıyoruz. Her şeye rağmen önemli tartışmalar da yürüyor. Bu önemli tartışmaların Türkiye’nin demokratikleşmesine, Kürt meselesinin demokratik yollarla çözülmesine evrilmesini biz isteriz. Türkiye’nin kendi meselelerini demokratik yollarla çözerek aslında bölgede iyi bir model olma fırsatı var” ifadeleri hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temkinli duruşuna yönelik bir beklenti ve çağrı içerirken hem de sürecin demokratik bir düzleme taşınabileceği yönündeki inancın muhafaza edildiğini ortaya koymaktadır.
Soruşturmalar ve Kayyım Atamaları
DEM Parti’nin en büyük imtihanı kayyım atamaları ve yürütülen soruşturmalar olmuştur. İmralı Heyeti’nin görüşme trafiği devam ederken yaşanan bu olaylarda DEM Parti’nin soğukkanlılığını koruması süreci ayakta tutan bir sonuç yaratmıştır. Esenyurt Belediye Başkanı’nın tutuklanması ile başlayan; Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine atanan kayyımlarla devam eden, birçok belediyeye kayyım atanması, kent uzlaşısı soruşturmaları, HDK operasyonları, sokak eylemlerine milletvekillerini de hedef alan şiddetli müdahalelerin her biri süreç bozucu mahiyetteyken DEM Parti tabanından ve bileşenlerinden gelen itirazlara rağmen süreç ile bu uygulamaları ayrıştırmayı başarmıştır.
Sürecin devamlılığını sağlayan önemli etkenlerden biri de İmralı Heyeti’nin temaslarını sürdürmesi ve siyasi zeminde diyaloğun devam etmesi olmuştur. Aralık ayının sonunda Sırrı Süreyya Önder ile Pervin Buldan, Abdullah Öcalan’ı ziyaret etmiş, İmralı Heyeti’nin partilere yönelik ziyaretleri başlamıştır. Siyasi partilerin açık desteği sayesinde süreç oldukça rahat atlatılmıştır.
Ömer Öcalan’ın Sözleri
22 Ekim 2024 İmralı ziyareti sonrası Ömer Öcalan aracılığıyla ilan edilen cümleyi aşan bir gelişme olmadığı gibi olacağı da gözükmemektedir. “Bana imkân ve fırsat verilirse Kürt meselesini şiddet ve silah zemininden; hukuk, demokrasi ve siyaset zeminine çekebilirim.” Bu ifade, meselenin çözümüne dair bir irade beyanından ziyade mücadele yöntemine dair değişiklik teklifiydi. Metin açıkça ve sadece silahlı mücadelenin sona erdirilmesi ve demokratik siyaset zeminine geçilmesi yönünde bir çağrı içeriyordu.
28 Ocak 2025 tarihinde DEM heyetinin Abdullah Öcalan ile gerçekleştirdiği ikinci görüşme sonrasında Bahçeli, partisinin TBMM grup toplantısında, “DEM heyeti ile İmralı arasındaki görüşmelerin Terörsüz Türkiye’ye ön şartsız destek olması ve beklenen çağrının bir an evvel açıklanması samimi dileğimdir” diyerek bir kez daha DEM Parti yöneticilerine doğrudan mesaj göndermiştir. Bu açıklamaya cevaben Hatimoğulları’nın; “Sayın Öcalan son görüşmede heyetimize, ‘Bahçeli’nin yaklaşımının devlet aklıyla buluşması halinde barışa hizmet edecek tarihsel bir çıkışa vesile olacağını’ belirtmiştir” şeklindeki beyanı, iki tarafın söylem düzeyinde birbirine daha da yaklaştığını göstermiştir.
23 Şubat tarihinde ise DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın, “Çağrıyla birlikte artık demokrasi ve özgürlükler konuşulacak. Bundan kaçan kaybeder” ifadesi, Bahçeli’nin tutumuyla örtüşen söylemsel yakınlaşma olarak kayıtlara geçmiştir.
Sürecin İletişimde Eksiklik
Nihayetinde 27 Şubat günü İmralı Heyeti, Abdullah Öcalan’ın mesajını İstanbul’da kamuoyuyla paylaşmış; ardından Bahçeli, “DEM heyeti tarafından kamuoyuna okunan ve İmralı’da kaleme alınan açıklama baştan sona değerli ve önemlidir” ifadesiyle sürecin ulaştığı aşamayı teyit etmiştir. DEM Parti ile ilgili yapılabilecek en önemli eleştiri, bu görüşme trafiğinin bir çözüm paketi değil mücadele yöntemine dair bir değişiklik yaratacağı bilindiği halde, çağrı yapılana kadar, kamuoyuna ve kendi teşkilatlarına bu yönde kayda değer bir anlatının gerçekleşmemiş olmasıdır. Bunun etkisi iledir ki 27 Şubat çağrısı tabanlarında büyük bir hayal kırıklığıyla karşılanmıştır. DEM Parti bu açığı 27 Şubat’tan sonra yoğun bir trafik ile teşkilatlarına, kamuoyuna toplantı, miting ve ev ziyaretleri yaparak süreci anlatmak suretiyle kapatmaya çalışmıştır.
Süreçte Muhalefetin Tutumu
DEVA Partisi
Genel Başkan Yardımcısı ve milletvekili olduğum DEVA Partisi’nin tutumu Genel Başkanımız Ali Babacan tarafından “Bu girişimin yüzde 5 başarılı olma şansı varsa buna destek oluruz” şeklinde ifade edilmiştir. Süreç desteklenmiş, süreç yönetimine dair yön gösterici görüşler ve yapıcı eleştiriler ifade edilmiştir. Genel Başkanımız Babacan, “Şiddetle, terörle hiçbir şeyin çözülemeyeceğini biliyor, terörün gölgesi altında sağlıklı bir siyaset işleyemeyeceğini görüyoruz” ifadeleri ile siyasi hayatı boyunca istikrarlı bir biçimde sürdürdüğü barışçıl ve demokratik haklar zeminini bu süreçte de korumuştur. Babacan, Bahçeli’nin çağrısının ardından bir müddet suskunluğu tercih eden Erdoğan’a çağrıda bulunarak “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın konunun neresinde durduğunu net olarak açık olarak görmüş değiliz. TBMM çözüm alanıdır ancak yönetim sistemimizi dikkate aldığımızda Erdoğan’ın kendi durduğu noktayı da netleştirmesi gerek” sözleriyle Erdoğan’ın pozisyonunun netleşmesi ve sürecin Meclis zeminine taşınması gerekliliğine dikkat çekmiştir.
Babacan, süreç boyunca Yeni Yol grubu toplantıları ve medya buluşmalarında düzenli olarak sürece destek verirken, Kürt vatandaşların temel hak ve özgürlüklerinin pazarlığın bir parçası kılınmadan tanınması gerektiği yönünde de çağrıda bulunmuştur. Örgütün fesih kararı alması sonrası yaptığı açıklamada “40 yılı aşkın bir süredir binlerce canımızın kaybına sebep olan, ağır sosyal ve ekonomik maliyetlere yol açan terör ve şiddet sarmalının sona ermesi, sadece ülkemiz için değil, tüm Ortadoğu’da yeni bir barış ve huzur ikliminin vesilesi olabilir. Örgütsel bağlılık fark etmeksizin, bütün terör unsurlarının fesih kararına uygun biçimde derhal ve herhangi bir tereddüde yol açmayacak şekilde silah bırakmalarını bekliyoruz. Bu topraklarda bin yıldır var olan ve daha binlerce yıl devam edecek birlikteliğimize fitne ve fesat karıştıracak tüm girişimlere karşı, başta Suriye odaklı riskler olmak üzere, çok dikkatli olmak zorundayız. Şimdi Türkiye’nin önünde, tüm vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerinin ihya edilmesi için yeni bir fırsat penceresi açılmaktadır. DEVA Partisi olarak, sorunların meşru demokratik siyaset zemininde çözülmesi ve insan haklarına dayalı bir hukuk devleti hedefine ulaşılması konusunda kararlılığımız nettir” ifadelerine yer vermiştir.
14 Mayıs 2025 tarihinde grup toplantısında da değerlendirmelerde bulunan Genel Başkanımız, “Sürece baktığımızda, şimdi sırada; örgütsel bağlılık fark etmeksizin, bütün terör unsurlarının, fesih kararına uygun biçimde derhal silah bırakması vardır. Silahların teslimi, kontrolü, envanterinin tutulması gibi hususlar; hiçbir tereddüde yol açmayacak usullerle yapılmalıdır. Şunu da açıkça bilmemiz gerekir ki; önümüzdeki aylarda örgütün fesih süreciyle ilgili oldukça karmaşık gelişmelere şahit olacağız. Meclis çatısı altında görüşülüp karara bağlanması gereken pek çok konu gündeme gelecek. Burada çok önemli bir konuya işaret etmek istiyorum. Bu sürecin her aşamasında, ülkenin Cumhurbaşkanı toplumu ve Meclis’i doğrudan kendisi bilgilendirmelidir. Cumhurbaşkanı, bu süreçte yapılacakların doğru olduğuna kendisi gerçekten inanıyorsa, her adımı açıkça bizzat sahiplenmelidir. Aksi halde, sürecin başarıyla tamamlanması mümkün olmayacaktır. Sayın Erdoğan’ın çok iyi bildiğimiz bir iş tutma usulü var. Kendi değerlendirmesine göre, önünde bir mayınlı arazi olduğunu düşünürse, önce başkalarının o araziden geçmesini ister. İşler yolunda giderse, süreci sahiplenir. Baktı olmuyor, hemen vazgeçer, yön değiştirir. Buradan uyarılarımızı peşinen yapmak zorundayız. 40 yıllık terör sorunun kalıcı olarak bitmesini istiyorsak; ileride terörün tekrar hortlamasını engellemek istiyorsak; bundan sonraki her aşamada Cumhurbaşkanı’nın yapılanları ve yapılacakları tam sahiplenmesi ve gerektiğinde her türlü riski alması gerekir” demiştir.
Saadet Partisi
Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan’ın, DEM Parti heyetiyle gerçekleştirdiği görüşme sonrası yaptığı “İktidarın da bu konuda sorumluluk alması ve kamuoyunu bilgilendirmesi gerekir. Sonuçta İmralı ile iktidar veya devlet arasında bir trafik olduğu anlaşılıyor. Bu sürecin iktidar tarafından da adının konulması gerekir” açıklaması, sürecin kapalı bir şekilde yürütülmesinin taşıdığı risklere işaret etmesi bakımından dikkate değerdir. Buna ek olarak Arıkan’ın katıldığı bir programda sarf etmiş olduğu “Bir yanda İmralı süreci devam ederken diğer yanda kent uzlaşısının bir suç olarak görülmesi gibi bir durum söz konusu” sözleri sürecin dilemmalarına dikkat çekmektedir. 11 Mayıs 2025 tarihinde yaptığı açıklamada Arıkan, “Eğer ‘yeni süreç’ diyorsanız, önce eski hataların olmayacağını garanti altına almalısınız. Çözüm mü arıyorsunuz, o zaman adres belli, bu iş için çözüm adresi Ankara, bu işin makamı Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Bu işi gerçekten çözmek istiyorsanız bu işin tarafı aziz milletimizdir” demiştir.
Arıkan, 14 Mayıs 2025 tarihinde Yeni Yol grup toplantısında yaptığı konuşmada “Bizim için; akan kanın durmasına, şiddetin son bulmasına, siyasetin alanının genişlemesine, hak ve özgürlükler üzerindeki kısıtlamaların kalkmasına vesile olacak her adım kıymetlidir. Biz iktidarın şiddetin önüne geçmeye yönelik samimi çabalarını desteklemekten imtina etmeyiz. Ancak iktidarın neyin olmaması gerektiğine dair bir vurgu olan ‘Terörsüz Türkiye’ tanımlamasının yeterli olmadığı kanaatindeyiz. İhtiyacımız olanı, istemediğimizi değil, istediğimizi dile getirerek söylemeliyiz. ‘Terörsüz Türkiye’ müphem bir kavramdır. Bizim ihtiyacımız olan yaşanabilir bir Türkiye’dir. Yaşanabilir bir Türkiye’de terör de yoktur, kayyım da yoktur. Biz iktidardan; samimi olmasını, şeffaf olmasını, varmak istediği hedefi toplumun her kesimiyle paylaşmasını, siyasi partileri düşman olarak görmekten vazgeçmesini, TBMM’yi gerçek bir müzakere zeminine dönüştürmesini, emperyalist baskılara boyun eğmemesini, bölgede muhtemel savaş ve çatışmalara aparat olmamasını, hiçbir insanımızı ötekileştirmeden herkese kucak açarak memleketi yönetmesini, tüm bu süreçlerde de yapılan uyarılarımızı can kulağıyla dinlemesini bekliyoruz. Silahın bırakılması önemli, aynı şekilde milleti ayrıştıran zihniyetin terk edilmesi de önemli. 592 milletvekili arkadaşımız var. Birkaçı dışında, milletvekillerinin bu süreçle ilgili hiçbir bilgisi yok. Allah aşkına, biz bunları Abdulkadir Selvi’den mi öğreneceğiz; Şamil Tayyar’dan, Mehmet Uçum’dan mı öğreneceğiz? Hayır, geleceksiniz TBMM’de bunları konuşacaksınız” diyerek TBMM’nin özel gündemle olağanüstü toplanması gerektiğini vurgulamıştır.
Gelecek Partisi
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, en başından beri süreci desteklemektedir. DEM Parti heyetinin Gelecek Partisi ziyareti sonrasında değerlendirmelerde bulunan Ahmet Davutoğlu, “Süreci önemli bir tarihi fırsat olarak görüyoruz. Biz Türk, Kürt, Sünni, Alevi bütün bu laik, muhafazakâr gerilim hatlarının barışçıl yollarla konuşarak, anlaşarak, yüz yüze bakarak çözülebileceğine kesinlikle inanıyoruz” diyerek sürece yönelik desteklerini yinelemiştir. Davutoğlu’nun “Sayın Bahçeli’nin inisiyatif aldığı bir süreç rahat yürür” sözleri de Bahçeli’nin liderliğinin sürece katkısını ortaya koymaktadır. Davutoğlu, PKK’nın silah bırakması açıklamasının ardından Halk TV’de yaptığı açıklamalarda “Sayın Bahçeli’nin hakkını şu anlamda tespit etmek lazım: Uç noktalar birbirine yaklaştığı zaman çözülür. DEM ile MHP’nin buluşması, görüşmesi, Sayın Bahçeli’nin Sırrı Süreyya Önder’in taziyesine gitmesi, ondan övgüyle bahsetmesi… Bu psikolojik devrimdir. Bu açıdan Bahçeli’nin hakkını vermek lazım, hiç tereddütsüz” sözleriyle Bahçeli’nin süreçteki katkısını tekrar vurgulamıştır. Davutoğlu’nun konuşmasının devamındaki şu sözleri ise oldukça dikkat çekicidir: “Yedi aydır bu karar için altyapı çalışması yapanlara başta Cumhurbaşkanımıza, Devlet Bahçeli’ye, MİT’e ve bu konuda destek beyan edenlere teşekkür borçluyuz. PKK’nın silahlı yapısının ve örgüt kademesinin tasfiyesinin zamana yayılması halinde büyük riskler doğurabilir. Sürecin dikkatle ve hızlı şekilde yürütülmesi gerekir. Silahsızlanma teknik olarak ‘belli bir materyalin teslimi’ anlamına gelir, bu nedenle bu sürecin geciktirilmemesi gerekir. Örgütsel yapının tasfiyesi konusunda, asıl mesele kadro yapısındadır. Esas itibarıyla tepedeki, 30 ila 50 kişi arasında değişen kadrodur. En az 30’dur, 30’un altına düşmez ama 50’yi geçmez. Bu kişilerin gönderileceği ülkenin dikkatle seçilmesi gerekmektedir. Türkiye ile geçmişte de gelecekte de sorun yaşamamış bir ülke olmalı. Daha farklı ülkeler de olabilir. Katar iyi bir örnek. Süleymaniye uygun değildir, Bağdat gibi alternatifler değerlendirilebilir.”
Sayın Davutoğlu, 14 Mayıs 2025 tarihinde Yeni Yol grup toplantısında yaptığı konuşmada, “Örgüt terör tehdidinin sözde değil gerçekte bittiğini gösterecek şekilde silahlarını Türk ve Iraklı yetkililerin gözetiminde kamuoyu önünde teslim etmelidir. Bir törenle başlayacak bu teslimatın detayları kamuoyu ile paylaşılmalı; silahlar uygun zamanda tekrar çıkarılabilecek şekilde meçhul yerlere gömülmemeli; tümüyle tasfiye edilmelidir. Örgütün insan unsuru dağıtılmalı; herhangi bir suça bulaşmamış olanlar rehabilite edilmeli; örgütün Türkiye’ye girmesi sakıncalı üst düzey kadroları Türkiye’ye müzahir bir ülkede denetim altında tutulmalıdır. Örgütün finansal ağı çözülmeli; uyuşturucu trafiğinde de beslenen terör sektörünün ağababalarının provokasyonları engellenmelidir. Şam yönetimi ve Suriyeli Kürtlerin demokratik temsilcileri ile birlikte üçlü bir mekanizmayla terörün Suriye ayağı da dağıtılmalıdır. Sınır ötesindeki kardeş Kürt toplulukların hakları, sorunları, kaderi ve geleceği hiçbir yabancı gücün iradesine terk edilmemelidir. Suriye, Irak ve İran ile birlikte bölgedeki Kürtlerin huzur, sükûn ve barışı teminat altına alınmalıdır. Bu bağlamda Mezopotamya havzası başta olmak üzere Türkiye, Suriye ve Irak arasında ikili ve üçlü projelere ekonomik entegrasyon projeleri geliştirilmelidir. Geniş kapsamlı bir demokrasi ve hukuk reformu açıklanmalı; düşünce özgürlüğü en geniş kapsamlı niteliğe kavuşmalı, kamu vicdanını derinden sarsan tutuklu aydınlar, gazeteciler ve siyasetçiler serbest bırakılmalıdır. Süreç bütün partilerin katılımıyla TBMM’de tam bir şeffaflık içinde yürütülmelidir. Şehit ve gazi derneklerimiz başta olmak üzere kaygı ifade eden bütün kesimler ve sivil toplum sürece dahil edilmelidir. Ve nihayet bu sürecin birinci derecede muhatabı ve sorumlusu Sayın Cumhurbaşkanı bu unsurları da kapsayacak şekilde kamuoyundaki kaygıları giderecek bir ulusa sesleniş yapmalı ve muhalefet partilerine bir çağrıda bulunarak başta kendisini bağlayacak sözlerle birlikte, bir yol haritası ilanını milletle paylaşmalıdır” ifadeleriyle sürecin TBMM’de şeffaflık içinde yürütülmesi gerektiğini belirtmiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Bahçeli’nin 22 Ekim çağrısından kısa bir süre sonra “El yükseltiyorum Devlet Bey. Ben de Kürtlere bir devlet teklif ediyorum. Tam olarak kendilerini ait hissetmeyen bütün Kürtlere, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sahibi olmayı teklif ediyorum. Varsanız hep beraber bunu yapalım” ifadelerini kullanmıştır. Özel, bu sözleriyle sürece Erdoğan’dan önce destek açıklamıştır. Çözüm adresi olarak TBMM’yi sıklıkla işaret eden Özel, kendi partileri ve belediye yönetimlerinin maruz kaldığı çok sayıda operasyona rağmen sürece desteğini sürdürmeye devam etmiştir.
Son gelişmeler sonrası ise Özel, “Bu sürecin başarılı olması ve kalıcı toplumsal barışa evrilmesi; atılacak adımların samimiyeti, hukukiliği ve demokratik meşruiyeti ile doğrudan ilişkilidir. Sürecin tüm aşamalarıyla nihayete ermesini, on binlerce canımızı kaybetmemize yol açan, ağır ekonomik ve toplumsal yıkım yaratan terörün ilelebet sonlanmasını bekliyoruz. Kürt sorunu dahil olmak üzere ülkemizdeki tüm sorunların çözümü hukuk devleti, adalet ve demokrasiden geçer. Bundan sonraki dönemde tam mutabakata dayanan bir toplumsal barışın güvencesi olarak demokrasi ve hukukun üstünlüğünün kurumsallaştırılması konusunda atılması gereken adımlar vardır. Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu konuda; şehit ailelerinin, gazilerimizin ve bütün mağdurların rızalarının alındığı tam bir çözüm için sorumluluk bilinciyle davranmayı kararlılıkla sürdüreceğiz. Bu amaçla, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında, demokratik düzenlemelerin ele alınması yönündeki tarihsel ve siyasi tutarlılık taşıyan tavrımızı muhafaza ediyoruz. Demokratikleşmenin gereği olan tüm yasal düzenlemelerin beklemeksizin TBMM çatısı altında yapılması ihtiyacının altını çiziyoruz. Demokratikleşme için gerekli kanuni düzenlemelerin yapılması kadar, mevcut kanunların uygulanmasındaki hukuk dışı yaklaşımların terk edilmesi ve anayasa ihlallerine son verilmesinin şart olduğunu hatırlatıyoruz” ifadeleri ile somut adımların bir an önce atılması gerektiğini ve bunun adresinin de TBMM olduğunun altını çizmiştir.
Yeniden Refah Partisi
Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Suat Kılıç’ın “Sayın Bahçeli mademki sivil siyasete misyon yüklemiştir, DEM Parti’nin İmralı ile görüşmesini istemiştir biz de bu öneriyi destekliyoruz” şeklindeki açıklaması da sürece yol veren tutumun yansımasıdır. Fesih kararı sonrası Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan açıklamasında, “Cumhuriyet tarihimizin en büyük ihanetine ve en kanlı olaylarına sebep olan PKK terör örgütünün kendini fesih kararı ile ilgili gelişmeleri yakından takip ediyoruz… PKK’nın feshine ‘imkan sağlayan, göz dolduran, güven kazanan’ müebbet hükümlüsü terörist Abdullah Öcalan’a bu sürecin sonunda ödül olarak ne vardır? Umut hakkı tanımak mı, özgürlüğe kavuşturmak mı, siyaset yapmasına imkân sağlamak mı, İmralı’dan Ankara’ya taşımak mı?” açıklamalarına yer vererek sürecin belirsizliklerine dikkat çekmiştir.
Türkiye İşçi Partisi ve Emek Partisi
Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş, partisinin sürece destek veren partiler içerisinde yer aldığını ifade ederek “Ülkenin demokratikleşmesi ve barışın sağlanması konusunda, bütün bu tarihsel mirasın bir uzanımı olarak kayıtsız ve şartsız bir biçimde barışın tarafıyız” açıklamasında bulunmuştur.
Keza Emek Partisi de süreci desteklemiş, Genel Başkan Seyit Aslan “İmralı’dan yapılan çağrının demokratikleşme adına önemli olduğunu düşünüyoruz. Partimiz geçmişten bugüne Kürt sorununun savaş sarmalından çıkarılmasını hep söyledi. Bu zeminin daha demokratik olarak tartışılması açısından İmralı’daki tecridin kaldırılması, operasyonların durdurulması, belediye başkanlarının yeniden göreve başlaması Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından önemli olacaktır. Bütün bu süreçlerin demokratik bir zeminde tartışılması için herkesin üzerine düşen görevi ve sorumlulukları acilen yerine getirilmesi gerekir. Yapılan çağrının askıda durması, sürecin başka nedenlerle başka sonuçlar doğurması hem Türkiye halkları açısından hem Ortadoğu halkları açısından hem Türkiye’nin demokrasi güçleri açısından kabul edilebilir değildir. Bu sürecin demokratik yollarla çözülmesi bizim için esastır” açıklamalarında bulunmuştur.
HÜDA-PAR
HÜDA-PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, ‘Terörsüz Türkiye Hedefi’ ile ilgili, “Türkiye’de terörün, şiddetin, çatışmanın, kanın ve gözyaşının durması için HÜDA-PAR olarak elimizden gelen bütün çabayı ortaya koyacağız” diyerek sürecin en başından beri olumlu tutumunu sürdürmüştür. PKK’nın silah bırakması sonrasında yaptığı açıklamada Yapıcıoğlu, “‘Terörsüz Türkiye hedefi gerçekleşsin mi gerçekleşmesin mi, terör bitsin mi bitmesin mi?’ diye bir soru sorulduğunda olumsuz cevap verenlerin ya aklından bir zoru vardır ya da ahlaki bir problemi vardır. Bu, çok nettir. Yüksek beklenti var, hayaller bir kez daha yıkılırsa devlet mekanizması da tepkiler verebilir. Hem toplumsal anlamda hem de beklentileri yükseltenler açısından devlet mekanizmasının bazı tepkiler vermesi muhtemel. Samimi dileğimiz şudur: Umarız silahlar susmuştur” ifadeleriyle sürece olan desteklerini ve beklentilerini yinelemiştir.
Tüm bu açıklamalar Meclis’teki pek çok aktörün, sürece dair ortak bir irade beyanında bulunduklarını göstermektedir. Siyasi yelpazede oluşan bu ortaklık, tarihi sorumluluğun farkında olunduğunun göstergesidir.
İYİ Parti
Meclis’te sürece açıktan muhalefet yalnızca İYİ Parti’den gelmiştir. İYİ Parti’nin konumlanışı da sürecin sağlıklı işleyişine delalet eder. Böylesi tarihi ve toplumsal mahiyet arz eden süreçlerde, yalnızca tasvip edenlerin değil; kaygıyla yaklaşan, tereddüt gösteren, eleştiri getiren, hatta açıkça karşı duranların da kamusal alanda yer bulabilmesi gerekir.
Bu bağlamda, İYİ Parti’nin kimi zaman tonu yüksek ve sert addedilebilecek karşıt duruşu yalnızca siyasi çeşitliliğe değil, aynı zamanda toplumsal enerjinin meşru ve demokratik kanallarla tahliye edilmesine de katkı sunmaktadır. Bu karşı duruş, uzlaşıya değilse bile toplumsal tansiyonun sağlıklı biçimde ifadesine imkân tanıyan bir nefes borusu işlevi görmekte ve demokratik çoğulculuğun sağlıklı işlemesi açısından dikkate değer bir rol üstlenmektedir. Bu mesafeli duruşun, Genel Başkan Sayın Müsavat Dervişoğlu’nun “Kim istemez terörsüz Türkiye’yi? Ben sizin gibi analar ağlamasın deyip anaların gözyaşlarının denizler gibi akmasına sebep olan bir siyasi geçmişten ve gelenekten gelmiyorum ki. Ben zaten bu topraklarda devlet kurma iradesiyle bir araya gelmiş, bütün farklı unsurların birleşerek Cumhuriyet’i kurduğunu, o Cumhuriyet’e Türkiye Cumhuriyeti dediğini, o Cumhuriyet’i kuran millete de Türk milleti dediğini söyleyen gelenekten geldim” şeklindeki söylemleri İYİ Parti’nin PKK’nın feshine karşı olmadığını, sürecin işletilmesine itiraz ettiklerini göstermiştir. İYİ Parti’nin; Zafer Partisi çizgisinden değil, Cumhuriyetçi bir zaviyeden konuştuğu ve ulus-devletle elde edilen tarihsel kazanımları koruma kaygılarını öne çıkarttığı görülmektedir.
İmralı sürecine çok sert bir tavır takınan ve DEM Parti ile görüşmeyi reddeden İYİ Parti Lideri Müsavat Dervişoğlu’nun, 23 Nisan resepsiyonunda DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ile ayaküstü sohbet etmesi ve DEM Partililerin bulunduğu masaya giderek el sıkışması sembolik değerdedir. Türkiye gibi siyasal fay hatlarının sık değiştiği bir ülkede bu tür sembolik adımların, siyasi anlamda normalleşmeye katkıda bulunabileceği unutulmamalıdır.
14 Mayıs 2025 tarihinde Müsavat Dervişoğlu, “Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı baş veren kalkışmaya dair” başlığıyla yaptığı açıklamada, “Bu pazarlıklar sonucu Öcalan’a özgürlük mü verilecek? Bu kişi elini kolunu sallayarak siyaset mi yapacak? Terör örgütü Lozan’a karşı zafer ilan ediyorsa, Türk Devleti’ni yönetenler bu kalkışmanın faili olmaktan kaçamaz. Biz uyardık, ‘pazarlık var’ dedik. Onlar ise ‘yok’ dediler. Haklılarmış, çünkü bu pazarlık bile değil, doğrudan teslimiyettir. Öcalan’a özgürlük ve siyaset vadediliyor. Terörist başına ikametgâh aranıyor. Lozan’a karşı verilen mücadele başarıya ulaştı diyebilecek kadar ileri gidilmiş. Türk milletine bunu yapamazsınız” ifadeleri ile süreci endişe ve korkular üzerinden değerlendirmiştir.
TBMM’nin Sürece Dahli
Yeni dönemin silahsızlanmayı, eve dönüşü ve toplumsal bütünleşmeyi tamamen sağlayabilmesi için iki ana eksende ilerleyeceği açıktır. Birinci eksen, sahadaki fiili durumun netleştirilmesi; yani silahların bırakılması ve örgütün feshi sürecinin teknik olarak tamamlanmasıdır. Bu eksen, güvenlik kurumlarının işletip takip edeceği bir süreci ifade etmektedir. Silahların belirlenmiş mekanizmalara teslimi, silahını teslim etmiş olan örgüt mensuplarının hukuki statüsünün netleştirilerek sosyal ve ekonomik hayata katılımları, örgüte ait lojistik merkezlerinin başka bir örgüt veya devletin kontrolüne geçmeden tasfiyesi en önemli başlıklardır. Mevcut Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’nun böyle bir fesih ve tasfiye süreci açısından yetersiz olduğu görülmektedir. Bu nedenle, bir an önce, silahların tesliminden örgütlerin hukuki statüsüne kadar geniş kapsamlı ancak metin olarak kısa bir düzenlemenin Meclis’ten geçirilmesi gerekmektedir.
Bununla eşzamanlı olarak ilerlemesi gereken ikinci eksen ise, siyasal ve anayasal çerçevenin yeniden inşa edilmesidir. Bu bağlamda, TBMM’nin sürece etkin ve kurucu biçimde katılması gerekmektedir. Sürecin başından bu yana Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İmralı’dan gelen mesajlar, Meclis’in rolüne özel bir vurgu yapmaktadır. Sayın Bahçeli’nin 31 Mart tarihli Türkgün gazetesinde yayımlanan “Tarihi Çağrı” başlıklı makalesinde, Türkiye’nin yeni yüzyılında yeniden yapılanmanın nasıl şekillenmesi gerektiğine dair vurguladığı çerçeve metni, bir önceki yazımda etraflıca ele almıştım.
Sayın Bahçeli, 12 Mayıs 2025 tarihinde PKK’nın silah bırakması sonrası yaptığı açıklamasında da sürece dair oldukça detaylı bir yol haritası çizmiştir. Bahçeli, “Silahların ne zaman, nerelere, hangi şartlar dahilinde, hangi sınır ve ölçekte bırakılacağı, bunun zaman ve mekân parametrelerini analiz ederek teknik takip ve gözetiminin kimler tarafından ve nasıl sağlanacağı, feshedilen PKK’dan PYD/YPG’ye muhtemel geçiş ve intikallerin denetim ve kontrolünün eşzamanlı ve eşgüdüm halinde nasıl ve ne şekilde temin edilip edilmeyeceği, silah bırakan örgüt militanlarından suça bulaşmış ya da bulaşmamış olanların tasnif ve tefrikinin nasıl yapılacağı, PKK terör örgütünün lider kadrosuyla ilgili alınacak tedbirlerin kapsam ve hududunun ne olacağı, siyasi ve hukuki reformlarla demokrasi ve sivil siyasetin güçlendirilmesinin yanı sıra bin yıllık kardeşliği ve birlikte yaşama iradesini pekiştirip ileriye taşıyacak stratejik ve yasal adımların çatı ve çerçevesinin nasıl belirleneceği ayrıca ele alınmalı, müştereken ve maşeri vicdana muvafık halde tatbik edilmelidir” diyerek kritik başlıklarda yönlendirici önerilerde bulunmuştur.
TBMM’nin Atması Gereken Üç Temel Adım
Buna rağmen, TBMM’nin kurumsal düzeyde sürece henüz dahil olmadığını görmekteyiz. Oysa böylesi bir dönüşüm süreci, yalnızca yürütme organının inisiyatifiyle sürdürülemez; yasama organının süreci üstlenmesi, siyasi aktörlerin bilgilendirilmesi ve kurumsal mekanizmaların işletilmesi gerekmektedir. Bu noktada, TBMM’nin üç temel adımı gecikmeksizin atması gerektiği kanaatindeyiz:
Birinci olarak, Meclis Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş’un TBMM’yi özel bir gündemle toplantıya çağırması ve tüm siyasi partilerin sürece dair pozisyonlarını yapılacak genel görüşme yoluyla paylaşmasını sağlaması gerekmektedir. Bu, sürece demokratik meşruiyet kazandıracak ilk adım olacaktır.
İkinci olarak, Meclis bünyesinde, bizzat Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş başkanlığında ve tüm siyasi partilerin en üst düzey temsiliyetle eşit temsiline dayanan bir “İzleme ve Yönlendirme Komisyonu” kurulmalıdır. Bu komisyonun görevi yalnızca örgütün fesih sürecini izlemek değil, aynı zamanda Meclis’te yapılması gereken hukuki ve anayasal düzenlemeleri tespit etmek, bu konularda raporlar hazırlamak ve öneriler sunmak olmalıdır.
Üçüncü olarak, iktidarın demokratikleşme ve anayasal reformlar konusundaki vaatlerini somutlaştıran bir temel metni TBMM’ye sevk etmesi gerekmektedir. Zira son dönemde hem Sayın Erdoğan hem de Sayın Bahçeli, anayasal reformlara dair birçok açıklamada bulunmuş; Ömer Çelik, Efkan Âlâ ve Mehmet Uçum gibi isimler bu çağrıları daha güçlü ve tekrar eden biçimde dile getirmiştir. Bu açıklamaların gerçek bir reform gündemine dönüşebilmesi için tartışılabilir, katkıya açık ve çoğulculuğa elverişli bir metne ihtiyaç vardır.
Meclis’in sürece etkin biçimde dahil olması, yalnızca demokratik meşruiyetin artırılması açısından değil, aynı zamanda sürecin iç ve dış kaynaklı provokasyonlara karşı korunabilmesi için de önemlidir. Siyasi kararların yalnızca yürütme tarafından alındığı bir süreç, kırılgan ve güvenlikçi bir zeminde ilerlemeye mahkûm olur. Buna karşın, TBMM’nin devrede olduğu bir süreç hem toplumsal temsiliyeti hem de kurumsal meşruiyeti sağlamlaştıracaktır.
Yıllardır varlığını koruyan statüko, siyasal değişim taleplerini “bölünme” ve “terör” tehdidini bir araç olarak kullanarak baskılamıştır. Şimdi bu tehdidin yapısal anlamda ortadan kalktığı bir eşiğe gelinmiştir. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına yakışan demokratik bir reorganizasyon için iktidarın bu vizyonu Meclis’e taşıması ve tüm siyasal aktörlerin sürece dahil edilmesi gerekir.
Meclis’te temsil edilen muhalefet partilerinin ezici çoğunluğu sürecin başından bu yana yapıcı bir duruş sergilemiş; DEVA, Saadet, Gelecek, Yeniden Refah, HÜDA-PAR, TİP gibi partiler çeşitli zorluklara rağmen sürece dair pozitif katkı sunmuşlardır. CHP, yoğun soruşturmalar ve baskı ortamına rağmen desteğini sıcak ve canlı biçimde sürdürmektedir. Bu desteğin anlamlı ve sürdürülebilir hale gelmesi için iktidarın kapsayıcı ve çoğulcu katılım mekanizmalarını işletmesi gerekir.
Eğer iktidar, bugüne dek alışkın olduğu gibi bir yasa ya da anayasa teklifini Meclis’e getirip, hiçbir tartışmaya izin vermeden, nokta-virgüle dokundurmadan aynen geçirmek isterse, sürecin hem niteliğini hem de meşruiyetini zedeler. Bu kez ihtiyaç duyulan şey, kapsayıcı bir müzakere sürecidir. İktidar, bir teklif sunmalı; bu teklifin nihai metin değil, tartışma zemini olduğunu ifade etmeli ve “birlikte inşa edelim” çağrısıyla süreci başlatmalıdır. Bu yaklaşım, yalnızca muhalefetin katkı sunmasını sağlamakla kalmayacak aynı zamanda kamuoyunda oluşan endişeleri de giderecektir.
Bu bağlamda, İYİ Parti gibi endişe, korku ya da güvensizlikle yaklaşan her aktörün bu sürece dahil edilmesi, yalnızca demokratik meşruiyeti artırmakla kalmayacak sürecin siyasi stresini de önemli ölçüde azaltacaktır. TBMM, bu tarihi süreçte yalnızca bir izleyici ya da onay mercii değil, sürecin asli kurucusu olmalıdır. Silahların sustuğu, örgütün dağıldığı, çözüm sürecinin teknik olarak tamamlandığı bir eşikte, artık halkın temsilcilerinin açık bir şekilde sürece katılması, Türkiye’nin geleceği adına zorunlu hale gelmiştir.
Geleceği İnşa Sorumluluğu
Önceki süreçlerle karşılaştırdığımızda, bu sürecin en önemli avantajı, Meclis’te bulunan partilerin neredeyse tamamının verdiği destektir. Devlet makamlarından ve iktidar ittifakından, muhalefet partilerine doğrudan bir bilgilendirme yapılmamış olmasına rağmen bu desteğin ilk günden itibaren açıklanması ve geri adım atmadan kuvvetlenerek artması da muhtemelen muhalefet partilerinin hanesine yazılacak bir artı değerdir. Bu süreçte İmralı Heyeti’nin ve DEM Parti’nin, diğer siyasi partilere yaptığı bilgilendirme gibi, devlet katından ve ittifak kanadından bir bilgilendirmenin yapılmamış olması, ciddi bir eksiklik olarak kayda geçmiştir. 28. Dönem TBMM’nin temsil gücünün yüzde 98 seviyesinde olması, bu sürece verilen desteğin toplumsal meşruiyeti üretme noktasında önemini ortaya koymaktadır.
2013 sürecinde, sürece toplumsal desteğin yüzde 70’leri bulmasına rağmen MHP’nin doğrudan karşıtlığı, CHP’nin sürece yaklaştırılmaması nedeniyle siyasal gerilimin yüksek olduğu hatırlandığında, bugün; Bahçeli’nin başlattığı ve CHP’nin destek verdiği bir sürecin ne kadar kıymetli olduğu daha iyi anlaşılır.
Cumhuriyet’in siyasi ve bürokratik anlamda kuruluş kodlarını temsil eden CHP ile Türk toplumunun, özellikle de milliyetçi kesimin sosyolojik ve kültürel kodlarını temsil eden MHP’nin, aynı anda, bu süreci destekliyor oluşu şüphesiz çok önemlidir.
İçinde bulunduğumuz süreçte CHP ile AK Parti arasında devam eden rekabetin, özellikle yargı soruşturmalarının süreci etkileme potansiyeli yüksek olmasına rağmen CHP, dosyaları ayrıştırarak bu sürece desteğini sürdürüyor. Erdoğan da yargı operasyonlarına konu olan meseleler nedeniyle CHP’yi eleştirirken bu sürece verdiği destek için CHP’ye teşekkür ediyor. Görünürde iki tarafın da dosyaları ayrıştırması, olumlu bir tabloya işaret ediyor; ancak siyasetin genelindeki yüksek gerilimin ne kadar taşınabileceği belirsiz. TBMM zemininde yapılacak çalışmalarda tartışmaların sağlıklı yürümesi ve yasal ve anayasal düzenlemelerin suhuletle geçirilmesi için siyasi tansiyonun bir an önce düşürülmesi gerekir. Demokratikleşme anlamında belirli yasal ve anayasal düzenlemelere, CHP’nin destek vermekten kaçınmayacağı da göz önüne alındığında, CHP’yi kendi tabanı karşısında zor durumda bırakacak ikilemlerden korumanın yolu tansiyonun düşürülmesidir. Mademki bu süreç, Bahçeli’nin ifadesiyle içeriyi tahkim etmek için başlatıldı, o zaman, sürecin selameti için içeride siyasi iklimi tahrip edecek iş ve eylemlerden imtina edilmesi veya ertelenmesi gerektiği açıktır.
Bu sürecin başından beri ifade ettiğimiz bir husus vardı. Sürecin başarıyla tamamlanması Erdoğan’a yarar diye bu sürece karşı çıkmak ne kadar yanlış ise bu süreci bir fırsata çevirip Erdoğan’ın bir kere daha seçilmesini kolaylaştıracak bir fırsatçılık da o kadar yanlıştır. Bahçeli’nin ve Erdoğan’ın ısrarla vurguladığı anayasal reform ve demokratikleşme zemininin, Erdoğan’ın bir kere daha seçimine dair bir gündemin tuzağına düşmeden, gerçek anlamda bir reform, demokratikleşme ve başkanlık sisteminin revizyonuna dönüşmesi gerekir.
Siyasi partilerin tutumları, Türkiye’nin bu tarihi kavşağında ortak akla ve kolektif sorumluluğa dayalı bir iradenin varlığına işaret etmektedir. Kuşkusuz, bu iradenin gerçek sınavı, Kürt sorununun çözümünü ilgilendiren yasal ve anayasal adımların Meclis zeminine gelmesiyle birlikte verilecektir. Siyasi partilerin takınacağı tutumlar, yalnızca bu sürecin kaderini değil, aynı zamanda Türkiye’nin demokratik olgunluğunu da belirleyecektir. Sürecin demokratik adımlarla ilerletilmesi, sahnedeki her siyasi partinin sorumluluğundadır. Gerçek ve kalıcı bir barışın inşası, yalnızca Meclis çatısı altında şekillenecek siyasi uzlaşılarla sınırlı değildir. Kalıcı barışın ancak toplumun her kesiminde inşa edilecek derin bir kaynaşma ve hakiki bir anlayış birlikteliğiyle mümkün olabileceği unutulmamalıdır. Bu ideal, her bir vatandaşımızın düşünsel zenginliğinden, toplumsal çeşitlilikten ve kollektif bilinçten beslenen; daha adil, daha kapsayıcı ve daha sürdürülebilir bir toplum yapısının inşasını gerekli kılmaktadır.
Türkiye’nin iç ve dış politikasını, ekonomik istikrarını ve uluslararası itibarını da dönüştürmeye muktedir bir süreçten söz ediyoruz. Türkiye’nin tarihi birikiminin, böylesine köklü bir dönüşümü büyük bir uzlaşı çerçevesinde yürütecek demokratik olgunluğa sahip olduğuna kuşku yok. Önümüzdeki dönem, bu iradenin kalıcı ve sağlam bir zemine taşınması için hepimize büyük sorumluluklar yüklemektedir.
Her ne kadar bu makale siyasi partilerin pozisyonu ve Meclis’in etkin olarak devreye alınmasını inceliyor olsa da toplumsal desteğin, keza sürece yönelik inancın artmasının, ancak sürecin toplumsallaşmasına yönelik ciddi çalışmalar ile mümkün olduğu unutulmamalıdır. Türkiye’nin sivil toplum birikimi, bu tip süreçleri toplumsallaştırma adına çok önemli tecrübelere sahiptir. 2013 Çözüm Süreci tecrübesinden çıkarılacak dersler dikkate alınarak, sivil toplumun süreci toplumsallaştırma yönünde teşvik edilmesinin ve bu yönde yapılan çalışmaların desteklenmesinin süreci rahatlatacağını not düşmek isterim.