Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan, Devlet Bahçeli ve Ahmet Türk
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bundan sonraki yol haritasında “siyasi ve hukuki reformlarla demokrasi ve sivil siyasetin güçlendirilmesi” konusu var.
Bu konu, Bahçeli’nin “yapılacaklar listesinin son adımı” olarak açıklamada yer alıyor.
Bu adıma gelinceye kadar silahların ne zaman, nasıl teslim edileceği, bunun gözetiminin nasıl yapılacağı, suça bulaşmış ve suça bulaşmamış örgüt üyelerinin nasıl ayrılacağı gibi konular var.
Bir de silah bırakan PKK’lıların PYD/YPG’ye geçişlerinin kontrolü ile ilgili bir başlık var ancak bunlardan bazılarının YPG’ye geçişinin mümkün olup olmaması konusu biraz muallakta kalmış sanki.
Bahçeli’nin listesinde “hukuk ve demokrasi alanındaki reformlar ile sivil siyasetin güçlendirilmesi” bir son adım olarak yer alıyor.
İktidar çevreleri için de bu konunun benzer bir şekilde, silah bırakma ve Kandil’in boşaltılmasından sonra ele alınacağı vurgusu var.
Buradan anlıyorum ki bugüne kadar Türkiye’de hukuk ve demokrasi alanında bir ilerleme olmamasının nedeni PKK’nın elde silahla dağlardaki varlığı imiş.
Yani PKK öyle bir örgütmüş ki Türkiye’yi yönetenleri demokrasiyi sınırlamak ve hukuk konusunu ötelemek zorunda bırakmış!
Ne alaka?
Amaç bu yolla sivil siyaseti güçlendirmektiyse, niye bugüne kadar beklendi, anlayamadım.
Sivil siyasetin alanını genişletmek, milletin iradesinin daha iyi tecelli etmesini sağlamaz mı?
Terör örgütü yüzünden milli iradenin sınırlandırıldığını mı itiraf ediyorsunuz?
Kusura bakmasınlar ama bu tutum kendilerini bir vesayet odağı olarak konumladıklarını gösteriyor.
Yani AKP-MHP koalisyonu, hukuk ve demokrasi reformlarını yapmamış çünkü Türklere o kadar da güvenmiyorlarmış.
Başıboş bırakılan genç kızın, davulcuya ya da zurnacıya kaçma ihtimalinden duyulan korkunun, alaturka siyaset versiyonu her halde.
Demokratik hakların kullanımına izin verecek bir hukuk düzenini kurmamışlar, çünkü PKK elde silah, dağlarda geziniyormuş.
Türkler, demokratik hakları bol bulunca nerelerine süreceklerini bilemezler diye mi PKK’nın silah bırakması beklendi?
Bu tipik bir “vesayetçi” bakıştır: Tepemizde birileri bizlerin demokratik haklarımızı kullanırsak yanlış şeyler yapacağımızı düşünüyorlarmış demek ki.
Yıllardır kafamızı ütülediğiniz “askeri vesayet” de aynı endişeyle hareket etmiyor muydu?
* * *
Orhan Bey cahil mi, yalancı mı?
Lozan delinecek diye korkanlar arasında Orhan Miroğlu ve tıpkı onun gibi cahiller var. İddialarına göre AKP-MHP-PKK ve ABD bir araya gelip, Lozan’ı kaldıracaklarmış. ABD bu antlaşmanın tarafı değildir ki imzacısı olsun!
Dönemin karikatür sanatçılarından Derso ile Kelin'in, tarihe geçen çizgileriyle Lozan Antlaşması tasviri
PKK’nın kendisini feshederek militanlarının silahları bırakacağını açıklamasının ardından bir “Lozan tartışması” çıktı.
Lozan Antlaşması, Rum, Ermeni ve Yahudilerden oluşan gayrimüslimleri “azınlık” kabul ediyor.
Bu azınlık gruplarına tanınan hakları garanti altına alıyor, bunun dışında Türkiye topraklarında “azınlık grubu” bulunmadığını benimsiyor.
Yani Lozan’da “azınlık” denilince Müslümanlar dışında kalan topluluklar anlaşılıyor.
Anlaşıldığına göre PKK, Kürtleri “azınlık” olarak tarif etmediği için Lozan’a karşı.
O tarihte ana dil farkına dayalı “azınlık” tanımı yapılmamış.
Tanım bu şekilde yapılmış olsaydı, Türkiye sınırları içinde yaşayan Araplar, Lazlar, Boşnaklar, Arnavutlar da “azınlık statüsüne” sahip olacaklardı ki bu kadar çok “azınlığı” olan bir ülke bugüne kadar ayakta kalabilir miydi, bilebilmek mümkün değil.
PKK’nın kendisini feshettiğini açıklarken bunu hatalarını kabul edip, kanlı eylemleri için özür dileyerek yapamayacağını tahmin etmek için allame olmaya gerek yok.
Kabahat samur kürk olsa, kimse sırtına almaz.
Onun için artık küflenmiş diyebileceğimiz ideolojik terminolojiyi de kullanarak Lozan’dan filan söz etmesinin çok da anlamı yok.
PKK’nın bu açıklamasına bakarak “Lozan’ı delecekler, Lozan’ı iptal edecekler” diye ayağa kalkmak da aynı derecede anlamsız.
Lozan, deyim yerindeyse Türkiye’nin tapu senedi.
Kimse merak etmesin, bu iş Türkiye’nin İslamcılarının da ayrılıkçı hareketlerin de çapını çok aşar.
AKP’nin yöneticilerinden (MKYK Üyesi) Orhan Miroğlu da Lozan delinecek diye endişelenenlere kızıyor.
Anladığım kadarıyla Miroğlu Bey de Lozan’dan hazzetmeyenlerden biri.
Şöyle diyor:
“Lozan delinecek diye feveran ediyorlar!
Lozan’la beraber kimi sınıf ve zümrelerin elde ettiği kazanımların tarihe karışacak olmasından korkuyorlar!”
Cehaletin bu kadarına ne demek gerekir, bilmiyorum.
Böyle bir tiple hiç karşılaşmadığım için ne dendiğini bugüne kadar öğrenememiştim, kusura bakmayın.
Lozan, Türkiye ile İtilaf Devletleri arasında bir barış antlaşmasıdır.
Birinci Dünya Savaşı’nın mağluplarından Osmanlı Devleti’nin yerine kurulan yeni devletin sınırlarını belirler.
Kapitülasyonların kaldırılması, savaş tazminatlarının iptal edilmesi, patrikhanelerin konumu gibi konularda hükümler içerir.
Ve 1878 yılında Padişah Abdülhamit tarafından idaresi İngiltere’ye devredilen Kıbrıs’taki egemenlik durumunu netleştirir.
Bunun dışında kim ne söylüyorsa ya cahilliğinden söyler ya da yalancılığından.
Lozan, Miroğlu Bey’in iddia ettiği gibi “kimi sınıf ve zümrelere kazanımlar” sağlamaz. Böyle bir hükmü yoktur.
Orhan Miroğlu, bununla ilgili bir madde bulsun ben bu işi bırakırım.
Ama biliyorum ki kendisi bu cehaleti ile ilgili özür de dilemez, oturup iki kitap okuyarak gerçeği öğrenmek için de gayret etmez.
Lozan delinecek diye korkanlar arasında da tıpkı Orhan Bey gibi cahiller var.
İddialarına göre ABD Senatosu onaylamadığı için ABD, Lozan’ı imzalamamış şimdi AKP-MHP-PKK ve ABD bir araya gelip, Lozan’ı kaldıracaklarmış.
Bu tür şeyler cehaletten mi kaynaklanır, kötü niyetten mi bilemem ama şunu biliyorum:
Lozan Antlaşması’na taraf ülkeler şunlardı: Britanya, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı.
ABD bu antlaşmanın tarafı değildir ki imzacısı olsun!