70 bin ölünün ardından

PKK’nın kendisini feshedip silahlarını teslim edeceğini açıklaması kuşkusuz ki tarihi önemde siyasi bir gelişmedir.

Bunun değerini bilmek için son 40 yılı bu ülkede yaşamış olmak yeterli aslında.

PKK’nın ilk silahlı eylemleri 15 Ağustos 1984 tarihinde Şemdinli ve Eruh’ta gerçekleştirildi ve o günden bugüne yaklaşık 70 bin insanımızı kaybettik.

Türkiye istatistik seven bir ülke olmadığı için böyle önemli bir rakamı bile “yaklaşık” olarak verebiliyorum.

Bu sayının yaklaşık 9 bini asker ve polis, yaklaşık 6 bini sivil terör kurbanı.

Bunların her biri insan. Rakamlar, onları kuru bir istatistiğe dönüştürüyor ama onları hâlâ özleyen ana babaları, eşleri, çocukları var.

Kaç kişinin yaralandığını, sakat kaldığını, gelecek için hayallerini kaybettiğini ise bilemiyorum. Onlar kuru bir istatistik bile olamamışlar.

Bu olaya hükümetin oy kazanmak için icat ettiği bir oyun olarak bakmadan önce bu insanları hatırlamaya çalışın.

Bu Türkiye’nin başında büyük bir belaydı ve def etmeye artık çok yakınız.

Bunun değerini bilelim.

Bu işi gerçekleştirenler elbette bunu oya çevirmek isteyeceklerdir, bu normal bir durum. Siyaset, sorunları çözmek için yapılır, bu sorunu çözebilen de bunun siyasi nemasından yararlanır.

Muhalefet partilerinin de bir iki tanesi hariç zaten bu gelişmeyi tereddütle değil, memnuniyetle karşıladığını görüyorum.

CHP, Gelecek Partisi, DEVA gibi partilerin liderleri silah bırakma kararından duydukları memnuniyeti açıkladılar.

Bundan memnun olmayan ve bu işin ardında başka oyunlar arayan partiler de var.

O partilerin temsil ettiği insanlardan çok daha kalabalık bir kitlenin de böyle düşündüğünü görebiliyorum.

Araştırmalar bu memnun olmayan kitle içinde CHP seçmeninin ağırlıklı olduğunu gösteriyor.

Bunun nedenini tahmin edebiliriz: Bu işi iktidar partilerinin bir oyunu olarak görüyorlar.

Silah bırakma ile belli bir aşamaya gelen bu süreçte, bugünden açıklanmayan gizli hesaplar ve planlar varsa, onları ortaya çıkarmak muhalefetin görevidir elbette.

Muhalefet partilerinin demokrasilerdeki görevi budur: İktidar partisinin yanlışlarını bulmak, halka göstermek, düzeltilmesini talep etmek.

Düzeltilmediği takdirde iktidara geldiklerinde bu sorunu nasıl çözeceklerini de açıklamalılar ama.

Sadece karşı olduğunu bağırmak, bir politika yapma biçimi olamaz. Siyaset böyle yapılırsa kayıkçı kavgasına dönüşür, sorunlar da çözülmeden ortada kalır.

Muhalefet, yapılanları eleştirirken kendi bildiği doğru yolu da göstermelidir ki millet sonraki seçimini doğru yapabilsin.

PKK’nın açıklamasında küflenmiş ideolojik saplantıların izleri de var elbette.

Bunları normal karşılamak gerek.

Tek bildiği iş silahlı eylem olan, bağımsız bir Kürt devleti için gencecik insanlarını göz göre göre ölüme gönderen bir örgütün bir günde “Biz yanlış yaptık, kusura bakmayın” diyeceğini kimse zaten beklemiyordu sanırım.

PKK’nın dolambaçlı ifadelerle dolu uzun bildirisini yorumlayarak nefes tüketmenin anlamı yok.

Benim için Abdullah Öcalan’ın bu yolun en başında yaptığı açıklamadaki bir ifade yeterli.

Bu açıklama, Türkiye’nin artık iliklerine işlemiş bile sayabileceğimiz “bölünme korkusunu” yatıştırıyor olmalı.

Öcalan o açıklamasında “ayrı ulus devlet” hayaliyle çıktıkları yolda uğradıkları “federasyon” ve “idari özerklik” duraklarının “aşırı milliyetçi savruluş” olduğunu vurguladı.

PKK’nın bu nedenle “anlam yoksunluğuna düştüğünü” de söyledi.

Bu tarihten sonra o örgütün içinde kalarak ayrılıkçı tezleri savunabilmek mümkün değil.

Bu elbette ayrılıkçı fikirlerin tamamen yok olacağı anlamına da gelmez.

Kürt milliyetçiliği yaşadığı sürece bu talep gizli ya da açık varlığını sürdürecek.

Milliyetçilik ile mücadele zannedildiği kadar kolay değildir. Bunu da sanırım en iyi bilecek milletlerden biri de biziz.

Önemli olan bu taleplerin peşine düşecek olanların elinde silah olmaması.

Bu süreç sadece bunu sağlasa, bu bile tarihi önemde bir başarıdır.

Bu işin sonunda demokrasi çıkmaz

Türkiye’de hukuk ve demokrasinin askıya alınma nedeni esasen PKK terörü değil, yolsuzluk düzeniydi. O düzen sürdürülmeye çalışıldığı sürece Türkiye’ye demokrasi filan gelmez

PKK’nın açıklamasının ardından Adalet Bakanı Yılmaz Tunç “Türkiye, hukuk Devleti ilkesine bağlılıkla yüksek standartlı demokrasi yolunda emin adımlarla yürüyüşünü sürdürecek” dedi.

Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum da mesajında şunu yazdı:

“Yeni dönem Türkiye’yi her bakımdan güçlendirecektir. Demokrasi ve hukuk alanında kapsamlı reformların yapılacağı, ulusal ve yurtsever demokrasi hukukunun somutlandığı yeni bir aşamaya geçileceği herkesin kabulündedir.”

Bunlar nasıl olacak, doğrusunu isterlerse ben pek ümitli değilim.

Yani Uçum Bey’in sözünü ettiği “herkes” içinde ben yokum.

Bu sözlerden anlıyorum ki PKK yüzünden Türkiye’de demokrasi ve hukuk konularında sıkıntılar yaşıyormuşuz.

Şimdi PKK kendini feshettiğine göre hukuk ve demokrasiye mi kavuşacağız?

Bu fikirlere katılmıyorum çünkü Türkiye’de hukuk ve demokrasinin askıya alınma nedeni esasen PKK terörü değil, yolsuzluk düzeniydi.

O düzen sürdürülmeye çalışıldığı sürece Türkiye’ye demokrasi filan gelmez.

Demokrasi, şeffaflık ve hesap verebilirlik rejimidir.

Onun için milleti boş yer heveslendirmeyin.

“Demokrasi geldi, istediğimi söylerim” diye yanılanların Adliyeleri ve hapishaneleri doldurmasını mı istiyorsunuz? ---------------------------------------

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı.

Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu.

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grubu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ve futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.