Bir deprem ülkesi olan Türkiye’nin depreme karşı hazırlıksız ve savunmasız olmasından kim sorumludur? Bu soru hayati bir mesele olmanın yanısıra her büyük deprem veya her sarsıntıdan sonra yaşanan siyasi çekişme açısından da önemlidir. Bilindiği ve görüldüğü gibi depremi ortak problemimiz olmaktan çıkarıp, siyasi fayda veya siyasi rekabet haline getirmeyi başaran bir ülkeyiz. Nitekim, 23 Nisan’da yaşanan korkutucu sarsıntının ardından da konu, Tayyipçiler ve Ekremciler eksenine yığıldı.
Depremden siyasi fayda dönemindeyiz… İktidar zaten birinci derecede sorumlu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan toplanan vergilerin depreme gitmemesinden, çalışmayan telefon hatlarına, toplanma alanlarının imara açılmasına kadar bir sürür eleştiriye cevap vermek durumunda. Ekrem İmamoğlu da hedefte malum… Belediye başkanlığı döneminde İstanbul’u depreme hazırlayamadığı, kentsel dönüşümü tamamlayamadığı için vesaire…
İktidarın/Erdoğan’ın propaganda üstünlüğü var ve ekranları kapatabiliyor, bütün yetkililerle yan yana fotoğraf verebiliyor. Zaten icra yetkisine sahip olduğu için “duruma hakimiz” mesajı ile “durum”u idare edebiliyor. Belediye Başkanı İmamoğlu ise hapiste ve ne duruma hakim olduğunu söyleme imkanı var, ne de söylese inandırması mümkün.
Peki…
Art arda deprem yaşayan ve daha iki sene önce 11 vilayette göz göre göre gelen depremde 50 binin üzerinde insanının kaybeden, İstanbul’da da her an büyük depremi yaşaması mukadder bir ülkenin gündemi bu mu olmalı?
1999 Gölcük Depremi’nden sonra hala bu tehlikeyi yaşayan bir ülke, önlem alamayan, gereğini yapamayan bir ülke, dünyada depreme en açık ama en hazırlıksız bir ülke, gele gele Tayyipçilerle Ekremciler arasındaki siyasi rekabetin cerbezesine mi esir oldu?
Ekrem İmamoğlu deprem için ne yaptığını, ne yapmadığını ve zaman zaman söylediği gibi iktidarın çıkardığı manialar yüzünden neler yapamadığını bir daha anlatsın bize. Neler oldu neler olmadı konuşalım.
Tayyip Erdoğan da anlatsın. Gölcük Depremi’nden 25 sene sonra bu ülke hala nedene depreme karşı hazırlıksız? Bu süre zarfında Van, İzmir, K. Maraş, Adıyaman, Hatay, Malatya ve birçok vilayet neden yıkıldı? İstanbul’daki binaların yüzde 70’i neden haya bükük depremde yıkılmayı bekliyor?
Niye bu kadar büyük potansiyeli olan bir ülke depremi eli kolu bağlı bekliyor? Konuşuyor, bağırıyor, panikliyor, korkuyor ama neden kapıya dayanan bu problemi çözemiyor?
Türkiye’de milli meselelerin en millisi depremdir. Daha önemlisi yoktur. Çünkü, sonu yıkımdır ve ölümdür. Hiçbir aklı başında ülke her an yaşanabilecek bir felakete karşı böyle beklemez. Sadece devlet ya da belediye değil, hiçbir ülkenin insanları başlarına yıkılma ihtimali olan binalarda yaşamayı kabul etmez. Ya kendisi çözüm bulur ya da devleti zorlar, çözüm buldurur. Kendisine “güçlü devlet” diyen ülke de “büyük millet” diyen halk da bu problemle yaşayamaz.
Tamam, memlekette seviye düştü, kalite kalmadı, tecrübe terkedildi, kurumlar zayıfladı ama o kadar da değil. Deprem bu. Sonu ölüm. Deprem kuşağındaki bütün ülkeler dersini aldı, gereğini yaptı ve artık bu korkuyu yaşamıyor. Sadece, zengin Japonya değil, fakir Şili de başardı. Biz kaldık… Türlü bahanelerle kulağımızın üzerine yatmaya devam ediyoruz.
Çözümü mümkün olan, kaynağı -dünyadan da - kolaylıkla bulunabilecek, niyet edilirse iki üç senede üstesinden gelinebilecek bir probleme karşı bu kadar çaresizlik yakışmıyor. Bu en hayati meseleyi çözmek yerine, siyasi kavgayı tercih etmek, 25 seneyi boş geçirmek hiç yakışmıyor.