Ülkemizdeki olaylar yetmiyormuş gibi şimdi de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) birçok açıdan gündemde. Prof.Dr. Kemal Gürüz’ün Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanlığı döneminde, KKTC’nin bir üniversiteler ülkesi olması planlanmış ve buna göre YÖK tarafından her türlü destek verilmeye başlanmıştı. Dünyanın değişik ülkelerinden KKTC’ye öğrenim için gelenlerin sayısı da her yıl artıyordu. Sonra, üniversite ülkesi olması bir kenara bırakıldı, kumarhanelerin açıldığı, kara paranın aklandığı ülke konumuna getirildi. Böyle bir ülkede organize suç örgütlerinin gücü ve bu gücün başkalarını kontrol altına almaları da fazla olur.
Gelişmeleri yakından izleyen Doç. Dr. Bülent Öztürk, KKTC’nin son dönemde sadece Doğu Akdeniz’deki enerji politikaları ya da iki devletli çözüm önerileriyle değil, içeride derinleşen bir siyasal ve ideolojik kamplaşmayla da dikkat çektiğini belirtiyor. Öztürk, gelişmeleri şöyle yorumluyor:
ÇEVRELEME VE DUYGU ODAKLI MANİPÜLASYON
“KKTC’de kadın kamu çalışanlarının başörtüsü takmasına yönelik tepkiler, salt bir kıyafet meselesi değildir. Bu, siyasal iletişimde ‘çerçeveleme’ stratejisinin tipik bir örneğidir. Laiklik üzerinden yaratılan tartışma, kamuoyunu bir kutuplaşma eksenine çekerek halkın dikkatini daha yapısal sorunlardan uzaklaştırmak ve gündemi şekillendirmek için kullanılıyor.
Bu noktada, ‘laiklik elden gidiyor’ söylemiyle korku üretilirken, karşı blokta ise ‘dini yaşam tarzımıza müdahale ediliyor’ argümanı yükseliyor. Her iki söylem de medya aracılığıyla büyütülerek kamuoyunun duygusal reflekslerini harekete geçiriyor ve seçmen davranışlarını etkiliyor. Siyasal iletişimde bu, “duygu odaklı manipülasyon” olarak tanımlanıyor.”
OPERASYONEL KASETLER VE YOLSUZLUK
Doç. Dr. Bülent Öztürk, kamuoyuna servis edilen gizli çekim görüntüleri, rüşvet iddialarını, KKTC siyasetinin sadece içeriden değil, dışarıdan da kurgulanan bir algı savaşı içinde olduğunu gösterdiğini belirtiyor ve şunları söylüyor:
“Kaset operasyonları, Türkiye’de yaşanan ‘kaset siyaseti’nin bir benzeri olarak karşımıza çıkıyor. Hedef kişi ya da grubu itibarsızlaştırmak, kamuoyunun güvenini sarsmak ve yeni aktörlerin önünü açmak amacıyla kullanılıyor. Bu tarz gelişmeler, sadece bireyleri değil, kurumların meşruiyetini de hedef alıyor, sistemin tamamını sorgulatacak bir ‘meşruiyet krizi’ yaratıyor. Bu kriz anları, siyasal iletişimde ‘yeniden pozisyon alma’ ve ‘imajın yeniden inşası’ süreçlerini doğurur.
KKTC’deki gelişmeler, sadece iç dinamiklerle açıklanamaz. Türkiye ile olan yakın ilişki, KKTC’yi bir tür iletişim laboratuvarı haline getirdi. Yürütülen her kampanya, söylem ve operasyon, daha geniş bir coğrafyayı ilgilendiren stratejik hamlelerin parçası olabilir.”
BATININ KIBRIS İZLERİ
Son dönemde dikkat çeken bir başka gelişme ise Türk Cumhuriyetlerinin, Avrupa Birliği’nin ekonomik vaatleriyle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne (GKRY) yönelmeye başlamasıdır.
Azerbaycan’ın ardından Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan gibi devletlerin GKRY ile diplomatik ilişkileri güçlendirme ve büyükelçilik açma girişimleri, sadece ekonomik kaygılarla değil, aynı zamanda Batı’nın yönlendirdiği daha geniş bir stratejinin izleri olarak okunmalı.
BİR AYAĞI TAMAMLANIYOR
ABD ve İngiltere’nin Kıbrıs adasının nihai olarak birleşmesini ve Avrupa merkezli bir yönetime entegre edilmesini hedefleyen uzun vadeli projelerinin önemli bir ayağı da tamamlanıyor. Türk Cumhuriyetlerinin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile ilişkilerinin normalleştirmesi, KKTC’nin uluslararası izolasyonunu derinleştirecek ve Türkiye’nin adadaki tezlerini zayıflatacak zemini hazırlayabilir.
Siyasal iletişim açısından bu sürecin “uluslararası meşruiyet mühendisliği” olarak adlandırıldığını belirten Öztürk, “Yani KKTC’nin değil, GKRY’nin ‘tek meşru otorite’ olarak kabulünü sağlayacak bir algı haritası inşa ediliyor. Bu da hem Avrupa Birliği (AB) nezdinde, hem NATO perspektifinde, hem de küresel medya ağlarıyla sürdürülen stratejik iletişimin bir ürünüdür” diyor.
MÜCADELE, GÖRÜNENDEN DERİN
KKTC’de yaşananlar, sadece bir başörtüsü meselesi, bir kaset skandalı ya da bir yolsuzluk dosyası değil; aksine, siyasal iletişim perspektifiyle okunduğunda, bir rejim ve yönetişim modeli tartışması. İletişim stratejileriyle şekillenen bu süreç, bir anlamda toplumsal mühendisliğin iletişimsel zeminini de oluşturuyor.
Bunun yanında, Ada üzerindeki jeopolitik mücadele artık çok katmanlı bir hale gelmiş. İçeride laiklik-dindarlık çatışması, dışarıda ise KKTC’nin yalnızlaştırılması ve GKRY’nin diplomatik meşrulaştırılması stratejileri birbiriyle entegre bir şekilde ilerliyor. Bu yönüyle Kıbrıs, yalnızca bir “ulusal dava” değil, aynı zamanda küresel iletişim stratejilerinin ve jeopolitik yeniden kurguların test alanı haline gelmiş. Aksi halde, içeride bir “başörtüsü” üzerinden şekillenen kimlik tartışmaları, dışarıda birleşik Kıbrıs projesinin görünmez taşlarını döşeyebilir.
Bu yüzden kamuoyunun dikkatini sadece gündeme değil, gündemi kimin ve nasıl belirlediğine, hangi ülkelerin hangi algıları neden satın aldığına yöneltmesi; Türkiye’nin ve KKTC’nin elini güçlendirecek yeni iletişim ve diplomasi stratejilerine yönelmesi önemli bir zorunluluktur.