19 Mart ve barış süreci arasındaki bağ

Endişe ettiğim iki şey gerçekleşiyor.

Bunlardan ilki, 19 Mart hamlesi ve sonuçlarının bir tür “normalleşme” eğilimi göstermesi, toplumsal ve muhalif tepkinin güç gösterilerinin zaman içinde sönümlenmesiydi. Her ne kadar kamuoyu araştırmaları İmamoğlu’na yapılan adaletsizliğin altını çizse de bu durumun Erdoğan ve AKP’ye oy kaybettirdiğini, muhalefete oy kazandırdığını söylese de, seçimlere daha uzun bir süre var.

Tepkilerin birikmesi kutuplara bölünmüş bu ülkede muhalefeti büyütmez, daha doğrusu tepkiler bu anlamda kolay birikmez. Muhalif kesimlerin 2014, 2018, 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik her sefer yükselen, kuvvetli beklentilerine karşın bunların benzer sonuçları ortada. Kaldı ki, bugün birçok kesim tarafından Erdoğan otoriterleşme pedalına basmasına karşın bölgesel ve uluslararası alanda ilerleme ve başarının bugün itibariyle asli aktörü olarak algılanıyor.

Avrupalı liderlerin 19 Mart dalgasına oldukça sessiz, etkisiz ve yaptırımsız yollarla tepki gösterdiği de açık. Sınırlı temsil tepkileri yanında (Antalya Diploması formuna düşük düzeyde katılmak gibi), güç politikaları, yeni dengelerin ve haritaların oluşumunda Erdoğan ve Türkiye’yi kaçınılmaz muhatap olarak tanımlıyor, buna göre hareket ediyorlar.

Türkiye’deki siyasi iktidar bir bakıma yaptığıyla kalıyor.

Yaptığı ise açık: Yargıya mutlak hakimiyet üzerinden ve keyfi iddialarla muhalif siyasi iktidarların tasfiyesini sıradan bir kanun işlemi haline çevirerek aldığı yol, rejimin otoriterleşmesi ve tek aktörlü bir sistem olması istikametinde kat ettiği mesafe…

Demokrasiye geri dönüşler için her şeyden önce bu tür gelişmelerin toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından sindirilmemesi, sıradanlaşmaması esastır. Uluslararası arenada bir ülkenin çare kaldırmaz yapısal otoriter bir doku olarak tasnif edilmemesi de önemlidir.

Buradan geri dönüşün tek ve asli yolu toplumun demokrasi istikametinde seferber edilmesidir. Velhasıl doğru ve etkili bir siyaset yapılmasıdır.

İkinci endişem de bu.

Zira ortada böyle bir muhalif siyaset olmadığı gibi, Özgür Özel’in yürüttüğü tepki ve meydan okuma tarzı, bana olası bir kurucu siyaset ihtimalini de maskeliyor gibi geliyor. Diğer bir ifadeyle CHP’nin itiraz söylemi, toplumun farklı kesimlerini belli bir tema ve tasavvur etrafında umutla bir araya getirecek siyaset üretimini geri plana itiyor kanısındayım.

Türk siyaseti 19 Mart süreci yanında bir de barış sürecinin etkileri altında yol alıyor.

Hafta sonu Ankara’da çeşitli siyasi partilerin temsilcileriyle yaptığımız toplantılar, bu iki süreci birbirinden ayrı ele almak, her birine hak ettiği önem ve değeri vermek fikrini öne çıkarıyordu.

Bunun bir anlamı da barış sürecinin pek çok açıdan muhalif siyasi partilere doğrudan veya dolaylı siyaset geliştirme imkanını vermesidir.

Bahçeli bu bakımdan en mahir siyasetçi.

Nitekim “İmamoğlu’nun yargı süreci bir an önce bitirilmelidir” ifadesi iki farklı süreç arasında bağ kuran bir açıklamaydı.

Deva Partisi milletvekili Mehmet Emin Ekmen’in, “perspektifonline”da yayınlanan “Bahçeli’nin Tutumu İkinci Yüzyılın Anahtarı Olabilir mi?” yazısında, “(Bahçeli’nin Türkgün gazetesinde kaleme aldığı iki makalesi ve bazı açıklamalarında yer alan) … ‘toplumsal rıza’, ‘TBMM’nin merkezi rolü’, ‘demokratikleşme ve reform paketleri’, ‘siyasi alanın genişlemesi’, ‘güçler arası denge’, ‘yargının tarafsızlık ve bağımsızlığının tesisi’, ‘siyasi partiler yasasında değişiklik’ gibi konu ve kavramlar, Bahçeli’nin çözüm sürecine yaklaşımının felsefi ve siyasi arka planını göstermektedir…” tespiti de bu bakımdan önemlidir.

Yukarıda söylenenlere örnek olarak, CHP’nin bu açık kapıyı hala görmemekte ısrar etmesi, barış sürecine esasen AK Parti’nin elde edeceği fayda etrafında bakması, sadece Kürt sorunu bakımından değil Türk siyaseti açısından da ciddi bir mesele oluşturuyor.