Yıl: 17 Mart 2015
Selahattin Demirtaş o yıl, HDP Eş Genel Başkanı.
TBMM çatısı altında kürsüye çıktı ve en kısa grup konuşmasını yaptı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a seslenerek “HDP var olduğu sürece, seni başkan yaptırmayacağız” dedi.
Türk siyasetinin önemli kilometre taşlarından biri olan 7 Haziran seçimleri öncesi, tıpkı şimdi olduğu gibi Türkiye’nin gözü yine İstanbul’daydı.
Seçim meydanlarına birbirinden renkli görüntüler damga vuruyor, İstanbul 1. Bölgeden Milletvekili adayı olan Selahattin Demirtaş esprili yaklaşımı, hazırcevaplığı ve samimi görüntüsüyle yalnız kendi seçmenine değil farklı siyasi partilerin seçmenine de sesini duyurabiliyor hatta gönüllerini fethediyordu.
2015 Mayıs’ında Kazlıçeşme’deki HDP mitingini izleyen gazetecilerden biri olarak konuşmasının nasıl coşkuyla karşılandığının, meydanı saran ıslık sesinin kulaklarda nasıl yankılandığının tanığıyım.
Üstelik İstanbul mesafesine göre az ötede, Yenikapı’da da AKP mitingi vardı.
Buna rağmen seslendiği alan hınca hınç doluydu ama meydanı dolduranlar yalnız HDP’liler değildi. Miting meydanlarını gazetecilere ayrılan kısıtlı alanlara sıkışarak izlemeyi tercih etmeyen biri olarak kalabalığa karışmış ve CHP’lilerin de AKP’lilerin de, geçim derdinden bunalan ama HDP’li olmayan işçilerin emeklilerin de orada olduğunun tanığıyım…
Alana rengini veren yalnız sarı, kırmızı, yeşil değildi; üstelik, ellerde Türk bayrakları da vardı.
O yıllarda meydanda Öcalan’ın resmine de kimse ses çıkarmıyordu.
Malum o yıllarda Öcalan çözüm sürecinin mimarlarından sayılıyordu ve sürecin de estirdiği bir dalganın yansımasıydı aynı zamanda o meydan.
1 Haziran’daki Pendik mitinginde de aynı hava esiyordu.
Yine HDP mitinglerinde pek rastlanmayan bir tablo vardı alanda.
Toplumun farklı kesimleri biraradaydı.
CHP seçmeni de vardı meydanda AKP seçmeni de.
Meydanı mesafeli bir yerden izleyenlerin şaşkın bakışları hâlâ gözümün önünde.
Toplu taşıma araçlarında orta yaş üstü kadınların Demirtaş’a nasıl sempatiyle baktıklarını sesli dillendirdiği ama “Keşke CHP’den aday olsaydı vallahi oyumu ona verirdim şekerim” diyerek çizgisinden ödün vermediği günlerdi.
Özetle Demirtaş Doğu’da yaşarken ‘Batılı’ olarak tanımladığı seçmene ulaşmayı başarmış, Türkiyelileşme şiarını kendi tabanının içselleştirmesini sağlayabilmişti.
Ana akım kanallara çıkıp bağlama çaldığı günlerdi.
Ve 7 Haziran gelip çattı.
O seçimde AKP yüzde 40,8, CHP yüzde 24,9, MHP yüzde 16,2 ve HDP yüzde 13,1 oy aldı.
AKP 13 yıllık iktidarın ardından Meclis’te ilk kez çoğunluğu kaybetti.
Hükümet kurulamadı.
1 Kasım’da erken seçim kararı alındı.
Seçim AKP’nin Meclis çoğunluğunu elde etmesiyle son buldu.
Ancak 7 Haziran-1 Kasım arasında Türkiye’de siyasetin yönü 180 derece değişti.
1 Kasım’daki seçimlere gidilen süreçte neler yaşanmadı neler….
17 Temmuz’da Erdoğan, AKP ve HDP’lilerin katılımıyla açıklanan 10 maddelik “Dolmabahçe Mutabakatı”nı tanımadığını açıkladı.
Çözüm süreci Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın tabiriyle “dondurucuya kaldırıldı”.
Erdoğan’ın açıklamasından sadece birkaç gün sonra, Suriye’de IŞİD ablukasındaki Kobani’ye insani yardım götürmek için Şanlıurfa’nın Suruç ilçesine giden gençlerin biraraya geldiği Amara Kültür Merkezi’nde bomba patladı. IŞİD bombacısının düzenlediği saldırıda katliam yaşandı. 33 kişi hayatını kaybetti.
22 Temmuz’da Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde iki polis memuru yaşadıkları evde başlarından vurularak öldürülmüş halde bulundu. Cinayetler önce PKK’ya bağlı “Apocu Fedailer” isimli grupla ilişkilendirilse de ilerleyen zamanda faili meçhul kaldı.
Bu olaydan bir gün sonra da PKK ve IŞİD’e yönelik operasyonlar başlatıldı. Kuzey Irak’a savaş uçaklarıyla bombardımanlar düzenlendi.
PKK ateşkesin fiilen sona erdiğini açıkladı, peşi sıra bir binbaşı hayatını kaybetti. Ve nihayet 29 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Erdoğan, çözüm sürecinin tamamen sona erdiğini açıkladı.
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları’nın Ankara’daki miting meydanından seslenerek geri dönülmesini istediği Dolmabahçe mutabakatı işte o dondurucuda bekleyen mutabakat.
Çözüm süreci ile başlayan, “Akiller” adı verilen yedi ayrı heyetin Türkiye’nin yedi bölgesine giderek kamuoyu oluşturmak için çabaladığı sürecin sonunda dönemin Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile HDP’nin İmralı heyeti arasında yapılan görüşme sonrasında açıklanan ortak metnin adıydı Dolmabahçe Mutabakatı.
HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in açıkladığı mutabakat metninde şu maddeler yer alıyordu:
· Demokratik siyaset tanımı ve içeriği
· Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması
· Özgür vatandaşlığın, yasal ve demokratik güvenceleri
· Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına yönelik başlıklar
· Çözüm sürecinin sosyo ekonomik boyutları
· Çözüm sürecinde demokrasi güvenlik ilişkisinin, kamu düzenini ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması
· Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri
· Kimlik kavramı, tanımı ve tanımlanmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi
· Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması
· Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa
31 Mart seçimlerine iki hafta kala o metin dondurucudan çıkarılmak ve yeniden ısıtılmak isteniyor.
Bu talebi dillendirmeden önce -dönemin HDP’si- DEM Parti’nin ilk argümanı “Kent Uzlaşısı” oldu.
Bu öyle ucu açık bir kavram ki, partinin hangi siyasi parti ile ittifak yapacağı belirsiz.
Seçime ittifaksız girip girmeyeceği de yöreden yöreye değişiklik gösteriyor.
Talepleri vardı.
O talepler -yüksek sesle dillendirilmese de- herkesin bildiği bir sırdı.
Hiçbir parti “DEM’le görüşme halindeyiz” demiyor; yine de bir yanda iktidarla kayyum pazarlığı yapıldığı söylentileri dolaşıyordu, – ki hâlâ dolaşıyor; beri yanda X partinin adayını destekleme karşılığında meclis üyeliği pazarlıkları yürütüldüğü iddia ediliyordu…
Derken seçime iki hafta kala fotoğraf aniden flulaştı ya da belki de daha netleşti.
Düne kadar DEM Parti üzerinden metaforla “CHP kirli ittifaklarla DEM’leniyor” diyen iktidar kanadı son düzlükte DEM’e karşı daha esnek davranmaya başladı.
Bu fotoğrafa hafızayı tazeleyerek bakmak yararlı olabilir.
Dolmabahçe Mutabakatı’na geri dönülmesi talebi yeni bir talep gibi görünse de değil.
Öncesi var.
İlk dillendiren yedi yıllık suskunluğunu bozarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çağrı yapan Leyla Zana.
Bu günlerde miting meydanlarına çıkma hazırlığındaki Zana ne demişti: “Sayın Cumhurbaşkanı ‘süreci dondurucuya kaldırdım’ diyor. Artık miadı geçmek üzere, bence dondurucudan çıkarıp bu işi esastan ele almak gerekiyor.”
Eşzamanlı olarak Ahmet Türk de Cumhurbaşkanı Erdoğan için” Bu sorunu çözerse Erdoğan çözer” demedi mi?
Peki sistematik biçimde yapılan bu açıklamalar Selahattin Demirtaş’ın açıklamasıyla örtüşmüyor mu?
Erdoğan’a daha dün “Seni başkan yaptırmayacağız” diye çıkışan ve bu uğurda bedel ödeyen Demirtaş bugün “Kürt sorununun çözümü, resmi olarak bir masa etrafında konuşulacaksa -ki bizce gecikilmeden konuşulmalıdır- masada Türkiye Cumhuriyeti devletini temsilen Hükümet olmak zorundadır. Hükümet de bugün itibarıyla Sayın Erdoğan şahsında temsil edildiğine göre, bu işin birinci muhatabı Sayın Erdoğan’dır” neden der?
Üstelik Demirtaş’ın açıklamasında Hatimoğulları’nın yeniden dönülmesini istediği Dolmabahçe Mutabakatı’nın diğer ucundaki isme de çağrı var:
“Elbette yine geçmiş deneyimlerden bilinen, kabul gören ve devletin de resmi hafızasında meşruiyeti kayıt altına alınmış Sayın Öcalan bir başka muhataptır. “
DEM Parti’nin stratejik bir hamle içinde olduğu muhakkak.
O hamlenin perde arkasında neler olduğu yakın zamanda anlaşılır elbette ama, seslendikleri iktidar kanadındaki esneme hamlelerini alt alta koyunca da sonucu öngörmek için kâhin olmaya gerek yok diyor insan.
Şöyle ki:
AKP İstanbul İl Başkanı Osman Nuri Kabaktepe çıktığı bir televizyon programında DEM Parti’nin yüzde 7’lik oyuna rağmen İstanbul’da sahalarda çok varlık göstermediğini söyleyerek eleştirdi.
Hemen arkasından DEM Parti İBB adayı Meral Danış Beştaş Habertürk ekranlarına çıktı ve bu durum “Vay be! Habertürk’e bak” etkisi yarattı.
AKP Bala Belediye Başkanı Ahmet Buran’ın, kendisine “DEM Parti’yi soralım mı” diyen sunucuya yayın öncesi sohbet sırasında “O konuya girmeyelim. Biz görüştük onlarla. Bize verecekler” demesi…
Murat Kurum’un “DEM Parti standına uğrar mısınız?” sorusuna ‘evet’ cevabı vermesi…
Doğrusu insan “Turbun büyüğü heybede” diye düşünmeden edemiyor.