Yaklaşık bir ay önce, devletin ve yargının gücünü arkasına alan iktidar kendini çok güçlü hissediyordu.
Bu hissin en büyük dayanağı ve güvencesi 2018’den bu yana hayatımızda olan Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’ydi (CHS).
“Güçler ayrılığı” yerine “güçler birliği” sonucunu doğuran ve bütün güçleri Cumhurbaşkanı’nın kontrolüne geçiren CHS, iktidarı Anayasa’yı, yasaları ihlal ettiğinde dahi hesap sorulamaz hale getirmişti.
Bu hisle olsa gerek, yargı İstanbul’un seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu ekibiyle birlikte tutuklayıp, İBB’ye ve CHP’ye kayyum atama süreci başladı.
***
Selahattin Demirtaş, Cumhurbaşkanı adayı olmuş, tutuklanmıştı.
Ümit Özdağ, Cumhurbaşkanı adayı olacağını açıklamış, tutuklanmıştı.
İki gelişmede de kıyamet kopmamıştı.
Haliyle “Ekrem İmamoğlu için süreç başlatıldığında da üç gün kıyameti koparır susarlar” görüşü hâkim oldu.
Neticesinde, İmamoğlu da Cumhurbaşkanı adaylığını resmen açıkladıktan kısa bir süre sonra tutuklandı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın aday olmaya hazırlandığı gelecek seçimlerdeki üç potansiyel rakibin de şu anda cezaevinde olması tesadüf ya da hukuki olabilir mi?
***
Son dönemde muhalefet ve basın, yargı ve RTÜK eliyle yola getirilmeye çalışılıyordu zaten. Siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler tutuklanıyor, tutuklanmasalar da gözaltına alınıyor ve en iyi ihtimalle kelepçeli yürütülerek, başlarına basılarak itibarsızlaştırılmaya çalışılıyordu. RTÜK tarihinin en ağır cezalarını yazıyordu.
İmamoğlu ve CHP lideri Özgür Özel’in son zamanlarda bütün bu baskılara meydan okuması, iktidara kafa tutması ise Beytepe-Çağlayan hattında sabırları taşırıyordu.
İlk adım 18 Mart akşamı atıldı.
İmamoğlu’nun diploması eften püften gerekçelerle, üstelik usule aykırı bir şekilde iptal edildi.
İktidar, bu hamleden sonra gelen tepkileri yokladı ve 19 Mart 2019 günü, CHS’nin gücünün bir üst seviyeye taşımaya karar verdi.
***
İmamoğlu’nun “terör örgütü” ya da bir “uyuşturucu kartelinin lideri”ymiş gibi özel tim operasyonuyla gözaltına alınması, sağlık muayenesinden dahi kaçırılmaya çalışılması CHS’nin güç göstergesiydi.
301 gencin haksız yere tutuklanıp katillerin, uyuşturucu kaçakçılarının, tecavüzcülerin kaldığı koğuşlara atılması da başka bir güç göstergesi oldu.
Mahir Polat’ın başına gelen haksızlıkları sanırım anlatmama gerek yok.
Boksörlerin efsane kuralında olduğu gibi “İlk vuran, sert vuran devirir” misali, artık İmamoğlu ve ekibine de sert vurulmuştu. Otorite kimdir gösterilmeye çalışılmıştı.
***
Ancak beklendiği gibi olmadı.
- CHS’nin elindeki devlet, yargı ve medya gücüne karşın halk desteği olmadan yeterince güçlü olmadığı anlaşıldı.
- AK Parti’nin deneyimli siyasetçileri dahi yapılanın büyük bir stratejik hata olduğunu düşünüyordu artık.
- İmamoğlu’nun mağdur olarak algılanması, tutuklandığı gün 15 milyon insanın oyuyla CHP’nin resmi Cumhurbaşkanı adayı ilan edilmesi, İmamoğlu’na indirilmeye çalışılan demir yumruğu sarstı.
- Sonrasında CHP’nin ve Özgür Özel’in gösterdiği olağanüstü performans ve Saraçhane ve Maltepe başta olmak üzere meydanlara inen milyonlarca insan, iktidar gibi düşünmediğini gösterdi.
- CHP’nin partiye kayyum girişimini de akıllıca bir manevrayla bertaraf etmesi iktidar cenahını bir defa daha boşluğa düşürdü. Bölünmesi için uğraşılan CHP aksine bütünleşmiş, tek ses olmuştu.
- Gençlerin bir günlük genel alışveriş boykotu da iktidarı panikletmiş, bakanların dahi emirle marketlere gönderilmesine yetmişti.
- 19 Mart sabahı ekonomide yaşanan sarsıntı da hasar tespitinde kayda geçti.
***
Ez cümle CHS’nin demir yumruğu, karşısında milleti bulunca ters tepti.
- İktidar yanlıları dışında kimse Ekrem İmamoğlu ve ekibinin neyle suçlandığına dahi bakmadı...
- Bir de iddia makamının elinde yeterince delil olmadığı ortaya çıktı.
“560 milyar liralık vurgun” söylemiyle başlayan soruşturmada (İBB’nin bütçesinin dahi o kadar olmadığı anlaşıldıktan sonra) devletin ajansının “İmamoğlu terası mutfağa katmış” haberiyle iyice temelsiz hale getirildi.
- Geriye Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimindeki üç rakibinin birtakım iddialarla cezaevine atıldığı ve hücrede tutulduğu gerçeği kaldı.
Bir de iktidarın halk desteğinin yüzde 30’un altına düştüğüne dair anketler...