“Sahada bazen hiç Türkçe bilmeyen Kürt vatandaşlarımızla karşılaşıyoruz. Onların da duygularını anlamak istiyorum. Ve gerçekten kendime soruyorum ben niye hiç Kürtçe bilmiyorum? En azından merhaba diyecek kadar, bir nasılsın diyecek kadar onun halini hatırını soracak kadar. Bunu öğrenmeyi de kendime sorumluluk olarak kabul ediyorum.”
Siyasette uzun süreden beri insan hakları ve demokrasi lehine yaprak kımıldamazken bu cümleler heyecan vericidir. İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu söylüyor bunları. Kürt seçmenin, miting meydanlarda, ekranlarda, sosyal medya dehlizlerinde ötekileştirildiği ve her sata her akşam hakarete uğradığı ortamda nefes aldıran, cesaretli ve ilkeli bir tutumdur. Siyaset böyle yapılırsa ortaya fark koyar ve böyle şeyleri söyleyebilen politikacılar lider olur. İmamoğlu, yaftalanmaktan korkmak yerine bunun üzerine giderek akıllı ve sorumlu bir tutum izliyor. Olmadık propaganda yöntemleriyle ve “ama montaj ama şu ama bu” gibi yollarla saldırı altında bulunmasına rağmen başını kuma gömüp sorunu görmezden görmek yerine ileri adım atmayı tercih ediyor.
Bugüne kadar bırakın bir CHP’linin merkezden hiçbir politikacının dahi cesaret edemediği bir şeyi kolaylıkla söyledi.
Bir süredir yanında Kürtçe bilen bir yardımcıyla gezdiğini biliyoruz. Bu da doğru bir iştir. İktidarın “demlenme” ithamlarını bıkmadan cevaplayıp toplumsal barış ve kardeşliği bozan girişimler olarak tanımlaması da öyle… Kürt seçmenin tercihlerini hala devlet ideolojisiyle tanımlayan, Kürdü ancak iktidarın işine yararsa makbul gören anlayışın yanında saf tutmuyor. Aksine bu anlayışı açıktan reddediyor, tavrını lisan ile de lisan-ı hal ile de gösteriyor. İmamoğlu’nun yaklaşımı resmi ideolojinin işine gelmese de “devlet” açısından faydalıdır çünkü, çözüm sürecinin bitişinden sonra Kürtlerle arada sempatik bağ kalmamıştı. Merkezden bir politikacının bu probleme el atması ve hatta bugüne kadar bir liderden duymadığımızı sözler sarfetmesi bağların güçlenmesi açısından isabetlidir. İBB Başkanı, merkez siyasetin son yıllarda art arda yanlışlarla yeniden büyük sorun haline getirdiği bir konuya sahip çıkıp, sırtına yük alırken kendi yolunu da açıyor.
Tıpkı, Gazze meselesinde iktidarın İsrail ile ticareti kesmemesi üzerine muhafazakar tabana teselli mesajları vermesi gibi. Hatta siyasetin son yıllarda bir numaralı sorunu haline gelen “dini kullanmak” hastalığıyla açıkça yüzleşmesi gibi. “Bin defa kaybedeceğimi bilsem bile bir kez dahi inancımızı, merhametimizi, yüce dinimizi ve diyanetimizi manipüle etmeyeceğim. Asla sizleri Allah’ın diniyle, kitabıyla aldatmayacağım. Şeref ve namus sözümdür” cümleleri de İmamoğlu’na ait.
Sıkışan ve sürekli olarak seviye kaybeden siyasetin önünü açmak için öncelikle yeni bir dil gerekiyor. İmamoğlu, en yakıcı konular üzerinden bu kapıyı aralıyor. Geçen beş yılda karşılaştığı engellere rağmen şehri yönetmenin verdiği özgüvenin üzerine yeni bir siyasi model inşa ediyor. Bunun alıcısı olacaktır çünkü neredeyse on sene oldu siyaset, afra tafra ve eskimiş bir sağcı dil ve kaba ulusalcılıktan başka bir şey üretemiyor. Neticesi de ortada… Dindarlık yara alıyor ve bu yaralar en ziyade ahlaklı dindarların itibarını tüketiyor. Toplum gergin ve gerilim sonu gelmez bir uğursuzluk gibi yayılıyor. Gençler hatta orta yaşlılar gidecek ülke arıyor. Kürtler daha mutsuz; Kürt sorunu sahada ve zihinlerde büyüyor. Öte yandan, kendi kendimize anlatıp durduğumuz büyük devlet hikayesi de artık kimseye tat vermiyor. Ekonomideki sürekli mağlubiyet ile Gazze’deki büyük çaresizliğimiz ortada…
Çok daha fazla cesur söze ihtiyacımız var çünkü çok meselemiz var.