Sonunda her şeyi basit bir soru-cevap çözecek...

Demokrasinin her gün daha ağır yaralar alması, ülkenin kaderiyle yakından ilgili bir süreç ve dolayısıyla her yanlış girişim bir büyük problemdir. Sadece ifade hürriyeti veya hukuk değil; demokrasi en basit haliyle insanların karnının doyması ve geleceğe dair umut taşımaları için zarurettir. Nefes almak zorlaştıkça iyi hayat şartları da kaybolur. Fakir, umutsuz ve korku içinde yaşayan bir toplum olmak kaçınılmaz hale gelir.

Demokrasinin sunduğu imkanlarla kalkınamayan, refaha ulaşamayan ve özgürlük hissini tadamayan bir toplum, şimdi olandan da geriye dönüyor. Ülke küresel yarışta geri kalıyor, hak ettiğini kazanamıyor ve kazandıklarını da elinde tutamıyor. Yargıdan eğitime, dış politikadan ekonomiye kadar bütün üniteler, iktidar tutkusunun zorladığı sınırsız güç kullanımı uğruna heba ediliyor. 19 Mart’tan bugüne ekonomide yaşanan pahalı tökezleme ve dış politikadaki hızlı pırıltı kaybı tesadüf değildir.

Türkiye’nin gelişmesi sadece, daha fazla demokrasi, daha çok hukuk ve daha güçlü dayanışma duygusuyla mümkündü ve şimdi bunu kaybetmek üzereyiz. Gelişemeden, büyüyemeden ve büyük bir ülke olamadan…

Siyasi mücadele zaten uzun süreden beri tek taraflı olarak demokrasi dışında ve sadece bir güç savaşı formunda yaşanıyordu. Bu gidişin bir noktada durmasını bekleyenler veya iyimserlikle umanlar vardı ama durmak lehine aksine bütün sınırlar aşıldı. Bu yanlış, hatalı ve tahripkar siyaset biçimi sonuç alamaz hale geldikçe oburlaştı. O kadar ki, sonunda İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu dahi hapse atmaktan başka çare kalmadı.

Bu yeterince kötü… Daha kötüsü ise, yargıyı ve medyayı bir araç olarak kullanıp bütün tarihi tecrübeyi yerle bir etmeyi göze alan hücumların bazı kesimler tarafından umursanmamasıdır. İktidar içinde veya iktidar ile muhalefet arasındaki alanda böyle gruplar var. Olup bitene hukuk üzerinden kılıf bulma çabasını umutsuzca sürdürüp, siyaset mühendisliğini görmezden gelenler. Tecrübeyle sabit ki demokrasiye karşı girişimler böylelerinin çifte standardından cesaret alır. Hukuk düzeni de çoğu kez bunların sessizliği ve eylemsizliği yüzünden yaralanır.

Demokratik mücadelenin bir zorluğu da budur. Arafta kalanlar… Normalleştirirler, önemsizleştirirler, sıradanlaştırırlar, yapılanlara bahane üretmeye çalışırlar. Ta ki kendileri de bir gün benzer saldırıların muhatabı olana kadar. Çünkü, otoriterizm iştahını yatıştırmak için yemek ayırmaz; az pişmiş çok pişmiş aldırmaz.

Bu tabloda Türkiye’nin elinde kalan, demokrasiden geri kalanlarla yeni bir demokrasi inşası için mücadele etmektir. Sadece demokratik yöntemlerle mücadele… Çünkü kurumlar ne kadar zayıflatılsa da, sorumluluk sahipleri ne kadar iki yüzlülüğe duçar olsa da asla değer kaybetmeyecek bir güç var; millet iradesi. Millet iradesi kesif bir demokrasi duygusu ve bütün güçlerin üzerinde duran müthiş bir siyasal kudret kaynağıdır. Ne yaparsanız yapın, siyaset mühendisliğinde ne kadar mahir olursanız olun veya ne kadar yoğun algı kampanyası üretirseniz üretin milleti hikayenize ikna etmek zorundasınız.

Bütün karmaşık hikayelerin ardından, son soru çok basit olacak:

Kim haklı? İktidar mı, Ekrem mi?

Ya da

Niye hapse atıldı? Suçu mu vardı yoksa kazanma gücü mü?

Millet böyle açık ve sansasyonel davalarla jüri olmaya ve son sözü söylemeye bayılıyor. Bu merakını çok iyi biliyoruz, hem de yakın geçmişten biliyoruz…

Şunu da biliyoruz… Sadece, insanların tercihlerini sınırlamayan, zekasını küçümsemeyen, onlara neyin iyi olduğunu dayatmayan; yani millet iradesine saygıda kusur etmeyen jüriyi etkilemekte muvaffak olur.