“Kırmızı çizgi” meselesi!

İstanbul Valisi Davut Gül, “Cumhurbaşkanımız kırmızı çizgimizdir” dedi.

Böyle konuşmasının nedeni bazı kişilerin protesto gösterisi sırasında Erdoğan ailesine topluca küfretmeleri.

Stadyumlardaki toplu, tempolu küfürlerin “tezahürat” zannedildiği bir ülkede bazı kişilerin küfrederek siyasi gösteri yaptıklarını zannetmelerine şaşırmadım. Maalesef bu önemli bir toplumsal sorun.

Cumhurbaşkanı da çocuğu öldürülmüş bir anneyi miting meydanında toplanmış partililerine yuhalatırken bu toplumsal sorundan mustaripti.

En çok gülünen komedi filmlerinde, standup gösterilerinde de bildiğin sokak küfürlerinden geçilmediğini hatırlayalım.

Küfretmeden, hakaret etmeden siyaset de yapılamıyor, maç da izlenemiyor, komedi filmi bile çekilemiyor.

Ata Demirer’in filmlerini de bu yüzden daha çok seviyorum zaten. Bana küfretmenin, argo konuşmanın ayıp sayıldığı eski Türkiye’yi hatırlatıyor.

Cumhurbaşkanı olsa da olmasa da kimseye küretmemek gerekir.

Öte yandan Vali Bey’in kırmızı çizgisinin Cumhurbaşkanı olması da ilginç tabii.

Bir kamu yöneticisinin kırmızı çizgisi Anayasa, kanunlar, yönetmelikler ve toplumda genel kabul gören ahlak kuralları olmalıdır. Şahıslar değil. O şahıs Cumhurbaşkanı olsa bile.

Öte yandan AKP iktidarında o kadar çok “kırmızı çizgi” tarifi dinledik ki bir süre sonra o çizgileri kendileri bile unuttular.

Cumhurbaşkanı da böyle bir “kırmızı çizgi” durumuna düşmemiştir diye umuyorum.

Geçen gün Instagram’da bir video izledim.

Saraçhane’deki miting dağılmış, tek başına genç bir kadın metroya ya da otobüse doğru yürüyor. Derken polis üniformalı bir yaratık, genç kadına elindeki copla vuruyor. Ortada polisin zor kullanmasını gerektiren herhangi bir durum yokken!

Normal zamanda, bu hareketi sivil giysileri içindeyken yapsa o sopayı elinden alıp burnuna sokarlar ama polis elbisesi giymiş diye dokunan olmuyor.

Bunu niye yapıyor diye merak ediyorum.

Acaba cinsel sorunları mı var? Cinselliği ile sorun yaşadığı için mi tek başına genç bir kadına elindeki sopayla vuruyor? Acaba evindeyken de eşini dövüyor mu?

Vali Bey kendisine bir kırmızı çizgi arıyorsa işte bunu kullanabilir mesela.

Devletin önemli bir kurumunun prestijini lekeleyecek bir davranış çünkü bu.

Anayasa ve kanunlar, o anda o polis memurunun orada bulunmasının nedenini, göstericilerin ve çevrenin güvenliğini sağlamak olarak tarif ediyor.

Bu adamın yaptığı, bu tarifin neresine sığıyor?

İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi, Emniyet Müdürü bu adamı bulup, cezalandıracak mı?

Benim de merak ettiğim konu bu.

Çünkü bu adamın hareketi, o anda o bölgede görevli bütün polis memurlarını zan altında bırakıyor.

Kimliği belli değil, üzerinde polis giysisi var ve sadistçe hareketler içinde.

O bölgede görev yapan şu kadar bin polisten biri ve kimliğinin belli olmaması oradaki tüm görevlileri rencide edecek bir şey.

Polis ile şehir eşkıyasını birbirinden ayıran çizgi birincilerinin kanunu uygulaması, ikincilerin kendi kanunlarını uygulamasından geçer.

Polisin, Saraçhane’deki miting dağılırken aşırı şiddet kullandığını, dağılıp evlerine gitmek isteyen vatandaşlara düşmanca yaklaştığını biliyoruz.

Bununla ilgili videolar sosyal medyada dönüp duruyor.

Vatandaş ile polis arasında düşmanlık yaratırsanız, bunun kimseye yararı olmaz.

Kitlelerin öfkesini hafife almayın derim.

Emirlere rağmen böyle davranan polisleri cezalandırın ve bunu ilan edin ki görevinin gereklerini yerine getirenler ile sadistler arasında bir fark olduğunu görelim.

“Yok biz zaten öyle emir vermiştik, yakaladığınızı dövün demiştik” diyorsanız orası başka tabii.

Gerçekten böyle bir emir verdiyseniz, çocuklarınızın, eşinizin, arkadaşlarınızın yüzüne nasıl bakabilirsiniz, bilemeyeceğim.

Benim kırmızı çizgim de bu. Çocuklarının, eşinin, arkadaşlarının yüzüne bakarken utanmamak!

* * *

Boykot!

Boykot işe yaramaz ve sürdürülemez. Başarılı olursa işsiz kalacak olanlar, mesaiden sonra Saraçhane’ye koşanlar olmayacak mı?

Bilgi Öğrenci Dayanışması, Bilgi Üniversitesi’nde yer alan Espressolab’in ilk şubesini mühürledi (Fotoğraf: Can Öztürk)

CHP Genel Başkanı bazı markaları sayıp, bunların boykot edilmesini, tüketilmemesini istedi.

Bu tür boykot taleplerini çocukça bulurum.

Hem işe yaramaz hem de sürdürülemez.

Çünkü insanlar esasen rasyonel varlıklardır. Siz boykot edilmesini istediniz diye tuvalet kağıdından vazgeçip zımpara kullanmaya kalkmazlar.

Boykot edilmesi istenen markalardan bazıları yayın kuruluşu.

Bunları izleyip de haber alabileceğini zanneden kaç kişi kaldı bilmiyorum.

Tirajlarına ve ratinglerine bakarsanız izleyicileri ve okuyucuları onları zaten çoktan boykot etmiş durumda.

Ancak diğerleri Türkiye’de üretim yapan markalar.

Bunların çalışanları içinde her parti ve görüşten insan var. Normal olanı da bu çünkü.

Başarılı olmaz ama diyelim ki boykotunuz başarılı olursa işsiz kalacak olanlar arasında sizin taraftarlarınız da olacak demektir.

Bizim mahallede bir Espressolab var mesela. Çalışan çocukları gide gele tanıdım sayılır. Mesaileri bitince çoğunun soluğu Saraçhane’de aldığına da eminim.

Şimdi orayı boykot ederek bu çocukları işsiz mi bırakacağım? Benden bu mu bekleniyor?

Bu akılcı bir siyaset yöntemi değil.

CHP, gerçek bir sosyal demokrat parti olabilip, işçi ve memur sendikalarıyla daha yakın iş birliği yapabiliyor olsaydı genel grev ya da kısa süreli iş bırakma eylemleri düşünülebilirdi.

Ama partinin sendikalar üzerinde bunu yapacak gücünün olmadığını biliyoruz.

* * *

Bayram izni

Yarından itibaren bayram sonuna kadar yazı yazamayacağım. Okuyucularımın Şeker / Ramazan / Fitr Bayramı’nı kutlarım. Bayramın üç adını birden yazdım, kimseyi üzmeyeyim diye ama sonuçta hepsi aynı bayram. Haftaya bu köşede yine buluşmak üzere.