Hukukun askıya alındığı, vicdanın siyasi rant üzerinden pazarlandığı dönemlerde hakkaniyetli olabilmek herkese nasip olmayacak bir meziyettir.
Maalesef siyasi tarihimizde, bu konuda hakikati söyleyebilenlerin sayısı iki elin parmaklarını geçemeyecek kadar azdır. Bu yüzden siyasetin zemininin darbelerle tahrip edildiği dönemlerde, siyasetçilerimizin önemli bir bölümü çoğu kez cuntacılarla hizalanmaya tercih etmiş ve muarızlarına galebe çaldıklarını sanmışlardır.
Dönemsel heveslerle kurulan bu cunta-siyaset iş birliği her ne kadar bazı siyasetçilere geçici galibiyetler sağlamış olsa da sonuçları itibariyle uzun vadede kaybeden Türk siyaseti ve Türkiye olmuştur.
İşte şimdi siyaset açısından böylesine zorlu bir sınav dönemini yaşıyoruz. Mevcut ‘alaturka rejim’, 19 Mart’ta hukuku, adaleti yok sayarak milletin oylarıyla seçilmiş 16 milyonluk İstanbul’un belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’nu önce gözaltına almış; şimdi de tutuklayarak geçmişte olduğu gibi millet iradesini bir kez daha askıya almıştır.
An itibariyle tarihin saati işlemeye başlamış bulunuyor. Unutmayalım; siyasetçilerden medya temsilcilerine, eğer varsa sivil toplum kuruluşlarından kanaat önderlerine kadar kimlerin hukuktan, hakkaniyetten yana, kimlerin ‘vesayet’ safında yer aldığı tarihin hafızasına kaydedilecektir.
Şu ana kadar ortaya çıkan manzara hiç iç açıcı değil. Özellikle iktidar cenahı ve iktidara iliştirilmiş medya, İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını kutlamaya devam ediyor. Daha da vahim olanı, iktidar medyası koro halinde kelimenin tam anlamıyla şeytani bir itibar suikastı yapıyor.
Şimdilik bilek güreşini kazandıkları, başarının tadını çıkarmaya çalışıyorlar. Ama unuttukları bir şey var, bu hukuksuz uygulamanın bir benzeri geçmişte Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a da reva görülmüştü. Şimdi bu senaryonun bir benzeri Ekrem İmamoğlu üzerinden sahnelenmeye çalışılıyor.
Hakkaniyetli ve vicdanlı bakış açısı, dün nasıl Erdoğan’a yapılanlara amasız fakatsız yüksek sesle itiraz etmeyi gerektiriyor idiyse, bugün de aynı şekilde İmamoğlu’na yapılanlara itiraz etmeyi gerekli ve de zorunlu kılmaktadır.
Ama ne yazık ki bugün birileri “İmamoğlu’na oh olsun…” demeyi vicdanlarına yakıştırabiliyorlar ki, esas acı olan budur. Bu konuda 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le yaptığım görüşmede dile getirdiği şu sözleri herkesin bir kez daha düşünmesinde yarar var: “Vaktiyle Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve şahsıma yapılan haksızlıkları kamu vicdanının nasıl kabul etmediğini hatırlayalım. Benzer yanlışlıklar halkın iradesiyle belediye başkanı seçilmiş olan Ekrem İmamoğlu’na da yapılmamalı.”
Aynı şekilde değerli hukukçumuz Prof. Dr. Hüseyin Hatemi Hoca’nın geçmişte yaşananların bugün aynen tekrarlanmasına itirazı var: “28 Şubat’tan sonra da ‘Minareler süngü…’ şiiri dolayısıyla verilen karara itiraz etmiş ve o devrin İmamoğlu’sunu cezaevinde ziyarete gitmiştim. Bu devrin İmamoğlu’su için kıstas mı değiştirmeliyim?”
Bugün millet iradesine yapılan darbeyi sevinçle karşılayanlar, ne yazık ki 28 Şubat’ın cuntacı ahlaksızlığını çabuk unutmuşa benziyor. Oysa ilkeli ve vicdanlı duruş, bütün baskılara karşı çıkarak hakikatin yanında olmayı gerektirmektedir.
Bu vesileyle 1999 yılında Tayyip Erdoğan cezaevine girerken bir yazı yazmış, sonra da giderek bizzat ziyaret etmiştim. Şimdi o yazıdan kısa bir özet sunuyorum: “Gelecek kuşakların, İstanbul’un efsane başkanı olarak hatırlayacağı Recep Tayyip Erdoğan dün cezaevine girdi. Daha da acısı, Türkiye’de düşünce cezaevine girdi.
Siyasetteki eski moda bütün yaklaşımlara rağmen, Türkiye için bir şanstı, umuttu Tayyip Erdoğan. Ancak yıllardır ülkenin yakasını bırakmayan ‘derin despotizim’, Türkiye’nin umutlarını bir kez daha kırdı.
Türkiye, dün Menderes’i idam etmişti, bugün Tayyip Erdoğan’ı düşüncelerinden dolayı cezaevine gönderiyor.
Gün gelecek, sandıktan çıkan iradeyi Ankara’nın ‘kirli senaryoları’nda meze olarak kullanan siyasetçilerden de bu halk sıkılacak. İşte o zaman, parlamenter demokrasiyi sadece “üstü delikli bir sandık oyunu” olarak gören çapsız politikacıların, siyaset borsasında hiçbir karşılığı olmayacak.
Şimdi milyonların yüreği de seninle gidiyor, ama üzülme sen... ‘Başın öne eğilmesin’, bu ülkenin sana ihtiyacı var…”
Birileri için bir anlam ifade eder mi bilemem ama benim için Tayyip Erdoğan cezaevine girerken nasıl demokrasinin ve hukukun yanında yer almak erdemli bir tavırsa, bugün 16 milyonluk bir şehrin oylarıyla seçilmiş Ekrem İmamoğlu’na yapılan vesayet darbesine karşı çıkmak da aynı şekilde hakkaniyetli bir duruştur.