Son günlerde hukuka ve demokrasiye tacizler yüzünden kabus dolu günler yaşıyoruz. Hukukun biraz olsun işlediği normal bir ülkede bile görülmesi mümkün olmayan akıl ve mantık dışı işler yüzünden ülke olarak büyük maliyetler ödemek durumunda kalıyoruz.
Oysa Türkiye gibi beşeri sermayesi ve ekonomik potansiyeli büyük bir ülkenin, böylesine bir akıl tutulması yaşaması normal bir insan zekasının kabul edebileceği bir durum olamaz.
Hiç uzağa gitmeye gerek yok, Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin, CHP’nin 38. Olağan ve 21. Olağanüstü Kurultaylarının iptaline ilişkin davayı 24 Ekim’e ertelemesi, siyasi belirsizliğin geçici olarak ortadan kalkacağı yönünde beklentiler Borsayı coşturmaya yetti.
Siyasete kayyum tuzağı hamlesiyle başlatılan bu sürecin, esas itibariyle ülke ekonomisine bir tuzak olduğunu anlamak için hiç öyle derin analizlere falan gerek yok. Bunun için, krizin ertelenmesiyle borsanın verdiği pozitif tepkiye bakmak yeterli olacaktır. Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin verdiği karar sonrasında insanların yüzünde oluşan tebessüm, adalete ne kadar hasret kaldığımızın en önemli göstergesidir.
Aslında ekonomi, siyasete ve ülkeyi yönetenlere borsa üzerinden altın değerinde bir ders vermiş bulunuyor. Eğer ülkeyi yönetenler bu dersi yeterince doğru okuyamazlarsa, bir başka deyişle hukuku zorlamaya devam ederlerse, gelecek sefer ekonominin vereceği ders çok acı olabilir.
24 Ekim’de mahkemeden çıkacak karar, eğer ‘mutlak butlan’ yönünde olursa, ekonomide oluşacak olan tsunami öncelikle halkın cebini vuracaktır ama siyaseten en büyük fatura da iktidara kesilecektir.
İktidar, gerçekten tehlikenin farkında mıdır bilemem ama eğer hukuku itibarsızlaştıran, adalete olan güveni yerle bir eden bu gidişat devam ederse, 2028 seçimleri geldiğinde ortada konuşacağımız bir ekonomi bile olmayabilir.
Muhtemelen iktidar, seçime giderken bütün kesimlere bolca para dağıtıp sandığı garantiye alacağını düşünüyor olabilir. Ama unutmamak gerekiyor ki evdeki hesap her zaman çarşıya uymayabilir… Malum halk dilinde, “Kurt kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz” diye bir deyiş var, bunu da unutmamak lazım.
Biliyorum ki bazı okuyucular, her vesileyle hukuku önceleyen bu tür yazıların bir ‘iyi niyet temennisi’nden öte bir anlam taşımadığı söyleyecektir. Ama ben ısrarla Türkiye’nin hukuka ve doğru işleyen bir yargı sistemine ihtiyacı olduğunu söylemeye devam edeceğim.
İnanıyorum ki bu ülkede hala hukuka değer veren, adalete ekmek-su kadar ihtiyacımız olduğuna inanan siyasi bir akıl var ve sonunda ‘hakikat’ kazanacak. Mesela, MHP lideri Devlet Bahçeli ve hukukçu kurmayı Feti Yıldız, aylardır hukukun ve yargının düzgün işlemesi konusunda kararlı mesajlar veriyor. Nitekim Bahçeli, Sabah’a verdiği röportajda CHP’nin kurultay davası ile ilgili değerlendirmede bulunurken diyor ki: “İl kongreleri, il kurultayları gibi şeyler birbirini tamamlayarak devam eder. Biz de geçmişte bunları yaşadık. Bizden de ayrı bir parti oluştu. Dış müdahalelerle başkaları yön vermeye çalışmamalıdır.” Yani Bahçeli, yargıya kimse yön tayin etmesin diyerek, bir bakıma iktidara da çok net uyarılarda bulunuyor.
Açıkçası ben, zaman zaman adeta bir manifesto niteliğinde dillendirilen bu mesajların, sadece siyasi bir söylemden ibaret olmadığı kanaatindeyim.
Bu çerçevede Feti Yıldız’ın geçtiğimiz günlerde hakikat ve hukukla ilgili dillendirdiği şu sözlerinin altını bir kez daha çizmekte yarar var: “Maddi hakikate hukukun evrensel ilke ve esaslarına riayet edilerek ulaşılır. Hukukun uygulanma şekli yazılmasından önemlidir. Adalet için söylenecek ilk söz onun Allah’ın emri olduğudur. Bu nedenle, adaletsizlik ve iman aynı sinede bulunmaz.”
Biliyorum ki ciddi bir devlet tecrübesine sahip olan, bu ülkeye inanan hiçbir siyasetçi, Türkiye’nin hareket kabiliyetini sınırlayan bu hukuksuzluk ortamından asla mutlu değildir.
Açıkçası iktidarın, adalete güvenin olmadığı bir ülkede ekonominin krizlere mahkum hale geleceğini, toplumun refah düzeyinin her gün daha da düşeceğini, eğitimin kalitesinin düşeceğini, dış politikada avantajların kaybolacağını bile bile neden kendini böyle bir dar alana hapsettiğini gerçekten anlamak mümkün değil.
Bırakalım yargı kendi hukuksal mecrasında işlesin, insanlar konuşmaktan, ifade özgürlüğü haklarını kullanmaktan korkmasınlar. Unutmayalım, şeffaflığın ve hesap verilebilirliğin hakim olduğu toplumlarda insanlar kendilerini her zaman güvende hissederler.
Yeter ki memleketi rahat bırakalım, yargının üzerine siyaset gölgesi düşürmeyelim, küçük hesaplarla kurumların önünü kapatmayalım bu ülke kendi dinamikleriyle ayağa kalkar ve kelimenin tem anlamıyla uçuşa geçer…