Ülkelerin bölünmesi ve nihai bir statünün ortaya çıkması müstacel jeopolitik analizlerde veya komplo teorilerinde ele alındığı kadar kolay değil. Yakın tarihte, Yemen’den Almanya’ya, Vietnam’dan Tayvan’a, Suriye’den Sudan’a varıncaya kadar, dahili veya harici sebeplerle bölünmek her zaman çok daha zor olmuştur. Geçen yüzyılda farklı sebeplerle bölünen ülkelerin bir kısmı tekrar birleşmişler bir kısmı da hala “birleşme veya bölünme” sancıları içerisindeki süreçlerini bitirememişlerdir. Artık Amerika’nın bölünme senaryolarının ana akım matbuatta ve medyada rahatlıkla tartışıldığı, think-tank analizlerinde görsel sunumlarla parçalanmanın konuşulduğu bir dönemde bölünmenin sıradanlaştığı söylenebilir. Hatta küresel ekonomide Balkanlaşma tartışmalarının yaşandığı, ittifak haritalarının güncellenme baskısı altında olduğu ve neredeyse asırlık küresel düzenin sert bir değişim yaşadığı dönemde bölünmenin oldukça popüler bir tartışma olduğu da söylenebilir. Bugünlerde Suriye’de ezberleri tekrar eden, özünde kaba, anlamsız ve sürdürülemez bir parçalanmadan başka bir şey önermeyen bölünme senaryosunun ekonomi-politik, jeopolitik ve güvenlik açılarından sürdürülebilirliği oldukça zayıftır. Tahrik edici bir fikir olarak gürültü çıkaran ama hayata geçme ihtimali göründüğünde çok ağır ve karmaşık tabloyu herkesin önüne koyan bir dinamiktir bölünme.
Gerçekten bölünme, harita görsellerinde durduğu gibi durmamaktadır. Oldukça ağır bir maliyetle gelmektedir. Bütün bu maliyete bölünme sürecinde bir şekilde katlanılsa bile sonrasında ya özel bir sebeple ucu açık bir şekilde yıllarca sürmesi gereken düzenli bir harici ekonomik ve güvenlik desteği gerekmektedir ya da bölünen yerin kendi iç kaynakları bütün bu maliyeti karşılayacak boyutta olmalıdır. Suriye’de üzerine bölünme tartışmaları yapılan kesimlerin ölçeğine bakınca, bölünme kelimesinin eş anlamlısı olmayı hak edecek kadar herkesi parçalandığına ikna eden Balkanlar gelmektedir. “Bölünmek için” gerçekten azami çabayı gösteren bu “devletlerin” ezici çoğunluğu; bugün radikal bir demografik çöküş, ekonomik çıkmaz ve jeopolitik anlamsızlık içerisinde NATO ve/ya AB’de “birleşmek için” ter döküyorlar.
Bölünemeyen ve Birleşemeyen Irak
Şimdilerde pek hatırlanmasa da 2006’da o zamanlar senatör olan eski ABD Başkanı Biden, Irak’ı bölme projesini hayata geçirmeye çalışan isimdi. Bunu da bir projeye dönüştürmüş ve New York Times’ta bir yazıyla ilan etmişti. Irak’ta “Özerklik Yoluyla Birlik” sağlanacaktı! Irak zaten Wikipedia’da yazdığı üzere kabaca üç unsurdan oluşuyordu: Şiiler, Sünniler ve Kürtler. Dolayısıyla Biden’ın zekice olduğunu düşündüğü “gevşek bölünmenin” unsurları da belliydi. Güneyi de içine alan büyük gövde Şiilerin, merkezde Sünniler ve Kuzeyde Kürtler sınırları çizeceklerdi.
Ancak Şiilerin aynı anda Arap ve Türkmen oldukları; Sünnilerin Arap, Türkmen ve Kürt oldukları, mezhep üzerinden çizilen sınırları enerji haritasının bozduğu, etnisite üzerinden çizilen sınırları mezhep aidiyetinin ve enerji kaynaklarının anlamsızlaştırdığı, coğrafya üzerinden bölünmenin ise aynı anda etnisite, mezhep ve enerji engeline takıldığı Wikipedia’da açıkça yazmıyordu. Sonuçta bu planlar hayata geçemedi. Irak bölünemeyen ve birleşemeyen bir ülke olarak varlığını sürdürüyor. Geçen yıllar içerisinde bölünmenin enerjisi azalmaya devam etse de birleşmenin enerjisinin arttığı söylenemez. Gelinen noktada, yeniden iç savaşın başlamasını engelleyen bir formül olan enerji kaynaklarını ve siyasi pozisyonları ilkel bir şekilde paylaşarak yaşamaya alıştılar. Bu ehven-i şer durum Irak’ı çürütmeye devam etse de yarım yüzyıldır tecrübe ettikleri kanlı bir diktatörlük, işgaller, ambargolar ve iç savaşlar dünyasına göre tercih edilen bir düzen oldu. Bu basit geçmişe rağmen, Biden’ın Irak’ı okuma düzeyine müstehzi bir şekilde yaklaşanlar dahil, Suriye’yi Irak’tan ve Biden’dan daha ciddi ele alamayanlar yıllardır dile getirdikleri Suriye’nin “bölünmesi projelerini”, 8 Aralık’tan beri daha da iştahla telaffuz etmeye başladılar.
Suriye’de Bölünme Senaryoları
1920’lerden beri bölünen Suriye’nin bir kez daha bölünmesi yeniden en ateşli tartışmaların ve doğrulanması imkânsız projeksiyonların ana başlığına dönüştü. 1920’lerden itibaren Şam, Halep, Alevi, Dürzi ve Büyük Lübnan devletleri diye bölünmüş sonra yirmi yılını doldurmadan -Lübnan hariç- tekrar birleşmiş bir ülkeye dair “bölünmeden” bahsetmenin elbette dikkat çekici olduğunu düşünenler olabilir. Ancak biraz dikkatli bakılırsa, bu tarih, Suriye’nin bölünme tarihinden ziyade bölünememe tarihi olduğu da görülür. Kaldı ki Baas rejimi sırasında Lübnan’ın ne kadar Suriye’den ayrı veya bağımsız olduğu da hesaba katınca, Suriye’de bölünme ve birleşmeye dair bir kez daha düşünebiliriz. 8 Aralık sonrasında Suriye’nin “katliamlarla bölünmenin eşiğine geldiğini” dillendirip, garip bir haklı çıkma söylemine şehvetli bir şekilde sarılanlar SDG’nin “çözülme kararını” duyunca bir kez daha derin bir sükutu hayale uğradılar. Tam Suriye’yi en az üçe bölmüşken gelen birlik haberi bir kez daha Suriye gerçeği ile yüzleşmelerine sebep oldu.
Peki Suriye bölünemez mi? Elbette bölünebilir. Suriye bir arada kalmanın maliyeti bölünmenin bedelini fazlasıyla geçtiği ve bölünmeyi tazmin edecek askeri ve ekonomik kaynakların sürdürülebilir bir şekilde ortada olduğu bir senaryoda bölünebilir. Bir önceki cümle sadece Suriye için değil bölünme yaşayacak hemen her ülke için de geçerlidir. Öncelikle Suriye’de bugün bir arada yaşamanın ağır bir güvenlik veya ekonomik maliyeti olmayacağı sarih bir şekilde görülüyor. Baas zulmü altında on yıllarca her anlamda lime lime bölünmenin sancılarını daha yıllarca üzerinden atamayacak bir toplumun bölünmekten çok birleşme, çatışmaktan çok barış arzulamasına ısrarla ikna olmayanların, Irak’ı bölmeye kalkan acemi Biden planından daha büyük ve iflah olmaz bir kötülüğün müptelası oldukları görülüyor. Ayrıca bu türden bölünmeler için genellikle dış bir gücün uzun yıllar boyunca sürdürülebilir güvenlik arzını ve ekonomik finansmanı göze alması gerekiyor. Üstelik bu finansmanı ve güvenliği ihraç edeceği sahadaki aktörlerin de hem coğrafi pozisyonları hem nüfusunun miktarı hem de sosyal ve siyasal sermayesinin gelen desteği taşıyacak boyutta olması gerekir. Üzerine bölünme tartışması yapılan aktörlerden ikisinin İsrail’le, birinin ise İran’la bu desteğe sahip olacağına ikna olanlar Suriye’nin bir arada yaşamasına ikna olmuyorlar.
Bugün üzerine bölünme senaryosu yapılan aktörlerin hiçbirisinin kendi öz güçleriyle bir bölünmeyi hayata geçirmeleri ne askeri ne de ekonomik ne de ideolojik olarak mümkün değildir. Başka bir ifade ile ayrılmayı başaracak ve bölünmeyi koruyacak kadar gücü olmayan aktörlerden bahsediyoruz. PKK’nın böyle bir askeri gücü, Kürtler içerisinde coğrafi nüfus yoğunlaşması ve ideolojik ortak zemini bulunmamaktadır. 1925’te kimyasal silahların da kullanıldığı Fransız işgaline karşı en sert direnişi sergilemiş Dürzilerin bugün yetersiz nüfuslarıyla, ortak bir vizyondan uzak bir şekilde ilk arzularının bölünme hatta İsrail manda yönetimi olduğunu iddia etmek mümkün değildir.
Benzer şekilde, Alevilerin de yeni Suriye’yi sindirme ve rasyonelleştirme ile İran adına vekil bir güç olmanın ve Esed’in günahlarını sahiplenmenin ötesine geçmeyecek bir tercihle karşı karşıya oldukları görülüyor. İkincisinden bir bağımsızlık çıkarma iddiasını destekleyecek bir sürdürülebilir ne jeopolitik ne güvenlik ne de ekonomik bir gerçeklik bulunuyor. Son tahlilde bütün bölünme senaryolarının merkezinde Şam merkezli Suriye’den kopmak bulunuyor. Suriye’nin ana gövdesini taşıyan Şam ve diğer merkezlerden koparak bu entitelerin nasıl var olacağı sorusunun realist bir cevabı bulunmuyor. Zaten SDG’nin Şam’la anlaşmaya varmasının ardından Suriye’nin birçok şehrinde yaşanan tabii sevinç gösterileri ülkedeki bölünme ve bir arada olma enerjisine dair görmek isteyen gözlere yeterince malzeme sunuyor.
Amerikan Sorunu ve Değişen Jeopolitik
Bütün bu gerekçelere rağmen Suriye’de devrim sonrası kaotik bir dönemin yaşanma ihtimali masadan kalkmış değildir. Ağır ambargo altında kalmaya devam eden, özellikle de Amerikan ambargosunun, Washington’un bizzat sebep olduğu baskının ötesinde, Şam’a yardıma hazır olan aktörleri de felç eden tabiatı bugün en büyük zorlukların başında gelmektedir. Ancak ABD-Avrupa ayrışmasının artık aleni hale geldiği bir dönemde, bu sorunun aşılma ihtimali de bulunmaktadır. Washington’un ciddiyetsizliği son günlerde Suriye’de yaşanan krizde bir kez daha ortaya çıkmıştır. CENTCOM, SDG’yi Şam’la diyaloğa hazırladığı dönemde Amerikan dış işleri bakanının oldukça popülist ve aktivist Suriye okuması, ciddiyetsizliğin boyutlarını göstermektedir. İsrail kabinesinden fanatik bir ismin konuşma notlarını neredeyse birebir Suriye yaklaşımı olarak paylaşan ABD Dışişleri Bakanının pozisyonuyla, AB’nin oldukça pozitif ve sorumlu açıklamasını yan yana koymak yeni fay hattını görmek için yeterlidir.
Bu fay hattında, uzun süre, Suriye ambargolarının bu haliyle tutulması zordur. Ya Washington bu başlığı da Avrupa ile bir gerilim konusuna dönüştürecektir ya da AB, Amerika ile yaşadığı ittifak krizinde mütevazı ama yeni bir açılım alanı olarak Suriye’de bazı adımları kendi başına atacaktır. Avrupa’nın Suriye liderliğini artık düzenli bir şekilde Avrupa toplantılarına davet etmeye başlamasıyla ilk işaretleri verilen politika değişiminin devam edeceği görülüyor. Amerikan ambargosunun kalkması veya kırılması durumunda Suriye’nin yakın geleceğine yönelik çok daha pozitif senaryoları konuşmak mümkün olabilir. Ancak cari ekonomik felaketin devam ettiği senaryoda Suriye’de birçok farklı senaryonun masada kalmaya devam edebileceğini öngörmek yanlış olmaz.
Gelinen noktada bilinmeyenlerin başında Amerika’nın SDG-Şam anlaşması sonrasında askeri varlığının ne olacağıdır. Enerji kaynaklarının Şam’ın yönetimine geçmesinin Washington’da somut sonuçları olacaktır. Zira Kongre’de SDG konusunda abartılı bir aktivizmle Suriye gündemini işleyen aktörlerin önemli isimleri aslında mezkûr enerji kaynaklarını işleyen şirketlerle ekonomik ilişkileri olan kişiler. Başka bir ifade ile askeri bir yaklaşımın ürettiği realist SDG adımı, Washington kabinesinin Siyonist aktivizmi ve kişisel ekonomik çıkarlarla karşı karşıya gelebilir. Gelinen noktada Washington’un Suriye politikasının en riskli yönü İsrail’in ipoteğinin ne olacağıdır. Bugün yaşanan derin krizin yol taşlarını Biden’ın İsrail’e açtığı sınırsız ve sorgusuz kredi olduğunu unutmamak gerekiyor. Trump’ın büyük ölçüde Amerikan Siyonizmine -ki bu İsrail’deki fanatik Siyonistlerden bile daha sorumsuz bir yaklaşıma tekabül eder- teslim olmuş bölge yaklaşımının ciddi sorunlara yol açmaması düşünülemez. Gazze gündemine, daha önemlisi Filistin gündemine yoğun bir odaklanmayı sağlayacak bir bölgesel girişim ortaya çıkmadığı sürece Suriye’nin de bu sorumsuzluktan payına düşeni alması her zaman mümkündür.
Yeni Anlaşma Sonrası PKK’nın Yönü Ne Olacak?
Ancak Washington’da ne olduğundan bağımsız olarak, dün ortaya çıkan manzara, özellikle geniş kitlelerin verdiği mesaj PKK için ders niteliğindedir. Anlaşmanın pratik uygulaması anlamında iki dinamik bulunmaktadır. Şam, SDG’ye kucak açacak, yeni döneme katkı vermelerini sağlayacaktır. SDG ise fiilen çözülecektir. Yıllardır Mezopotamya’nın kalbinde yaşayıp bütün bölgenin tarihinden kopuk bir dünyaya mahkûm olan Kürt sosyal muhayyilesi Şam’daki anlaşma ile yeni bir durumla karşı karşıyadır. Bölgenin en kadim unsurlarından olan Kürtlerin bu coğrafyada ancak jeopolitik bir denklemin müsaade ettiği oranda var olması kabul edilemezdir. Irak’ta hali hazırda Suriye’de ise PKK’nın arzuladığı haliyle Kürtlere biçilen anlam, kadim bir bölge unsuru olmaktan ziyade dönemsel jeopolitiğin açtığı fırsatları Kürtleri temsil iddiasıyla kâh bir ailenin kâh bir örgütün kendi çıkarları için değerlendirmesinden ibarettir.
Bu yabancılaşmada bölgenin devlet sahibi aktörlerinin demokratik bir yönetime sahip olmaması, fanatik milliyetçilik ve tarihsel kibirleri rol oynamıştır. Kürtler de bu yabancılaşmayı içselleştirerek bölgedeki tarihin akışından kopmuşlardır. Şam anlaşması, Suriye örneğinde, PKK’nın Kemalist yabancılaşmasından sıyrılarak, Şam’daki yönetime ortak olma, bütün Suriyelilerin dertleriyle demokrasi ve anayasal vatandaşlık zemininde dertlenme imkânı sunacaktır. Dolayısıyla PKK’nın Suriye’de çözülmesi Kürtler açısından oldukça gecikmiş şekilde büyük Suriye ile buluşma imkânı sağlayacaktır.
PKK’nın bu aşamada bu çözülmeye her direnişi, anlaşmanın akşamında sokaklarda ortaya çıkan mesajla karşı karşıya gelmesine yol açacaktır. Böylesi bir gerilim, anlaşma yoluyla sağlanmayan çözülmenin, Arap güçlerinin çekilmesi marifetiyle PKK için çok daha maliyetli bir şekilde hayata geçmesine yol açabilir. Aynı anda İmralı ve Şam anlaşması arasında sıkışmış bir örgüt yapısı ortaya çıkabilir.
Bu noktada Suriye’nin “Biden momentini” gereksiz ve anlamsız bir şekilde yaşamasına yol açmadan realist bir yaklaşımla normalleşme sürecinin hızlandırılması en sahici seçenektir. PKK dünyasının bu rasyonelleşmeyi ne kadar hayata geçirip geçiremeyeceğini bilemiyoruz. Şam’da Suriye’nin geleceğine katkı vermek yerine, hapishane ihalesinden küresel jeopolitik eksen çıkaran ergen aktivizmi mi tercih edilecek, göreceğiz… Yahut Ankara ve Şam’ı karşısına alacak kadar bölge gerçekliğinden her anlamda kopup, İsrail mandası arzusunu açık bir şekilde dillendirmeye varan yabancı aklın nasıl bir felakete çağrı yaptığını fark edip etmediklerini göreceğiz. Sonuçta hem İmralı’nın çağrısının hem Suriye gerçekliğinin hem de Türkiye’nin ne olduğunu anlayan bir aklın ortaya çıkması ümit ediliyor. En fazla da dün akşam sokakları sevinç gösterileriyle dolduranlar.