Kürtler ile barışın devamı muhalefet ile kavga olmasın

Umarım, Öcalan’ın çağrısının Suriye’de SDG/YPG’yi kapsayıp kapsamayacağı konusu, bu sürece gölge düşürmez. Sonuçta, Suriye denklemi, büyük ölçüde, uluslararası ve bölgesel dengeler çerçevesinde kurulacak. Bu saatten sonra, diplomatik süreçler devreye girecek. O nedenle, gerek iktidar ve gerekse muhalefet çevrelerinin bu boyut üzerinden, yeniden ateşi körüklemekten kaçınmasında fayda var.

“Hiçbir siyasi çevre ve ideoloji bu sorgulamadan temiz çıkamaz”

Diğer taraftan keşke, Türkiye içinde bu süreç, halihazırda olduğu gibi, özellikle ana muhalefete karşı bir hamle olarak şekillenmemiş olsaydı. Halihazırda, gidişatın “Kürtler ile barış, birlik, kardeşlik” adına çıkılan yolda, yeni düşmanlar üretme yönünde ilerlemesi, toplumsal barış ve demokrasi açısından çok ama çok kaygı verici.

Daha önce, bu sürecin demokratikleşme vadetmediğini düşündüğümü söylemiş ve yazmıştım. Kürt siyasi hareketi, Kürt meselesinin çözümünün aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşmesi anlamına geleceğini iddia ederken kısmen haklıydı. Zira, “terörle mücadele”, başlı başına demokratik hak ve özgürlüklerin önünde engel teşkil ediyordu. Ancak, iktidarın siyasal anlayışı tümüyle değişmediği sürece, siyasal baskı uygulamak için her zaman başka gerekçeler bulunur ve nitekim bulunuyor.

CHP Genel Başkanı’nın mevcut gelişmelere olumlu tepki vermesine rağmen, Kürt meselesinin müsebbibinin CHP ve “CHP zihniyeti” olduğu iddiası, bugünkü CHP’nin “düşmanlaştırılması” çerçevesinde devreye sokuluyor. Kürt meselesinin bu noktaya gelmiş olmasının ardında, tarihsel arka planı kurcalayacak, tarihi sorumlu arayacak olsak, Türkiye’de hiçbir siyasi çevre ve ideoloji bu sorgulamadan temiz çıkamaz. O nedenle, ben önümüze bakmaktan yanayım.

“Sağ siyaset yelpazesinin tümü fazladan Türkçü milliyetçi”

Ama, CHP’yi düşmanlaştırma propagandası yürütenlere bir çift laf etmeden geçmeyelim. CHP, “ulus devlet”çiymiş, doğru, ama başta AK Parti olmak üzere, sağ milliyetçi, muhafazakâr ve hatta İslamcılar ulus devletçi değil mi? “Ulus devlet” bir yana, sağ siyaset yelpazesinin tümü fazladan Türkçü milliyetçi.

HÜDA PAR’ın düzenlediği çalıştay vesilesi ile neden İslamcıların ezici çoğunluğunun Türk milliyetçisi olduğunu düşündüğümü yazmıştım. Aslında yazacak çok daha fazla şey var ama şimdilik konuyu fazla dağıtmayalım. Bugün “Bilge Genel Başkan” diye taltif edilen MHP liderinin, Türkçü milliyetçiliğinin kalesi olduğunu bilmem hatırlatmaya gerek var mı? Cumhur İttifakı içinde yer alan BBP, Türkçü milliyetçiliğinin bir diğer adresi değil mi? Zamanında merkez sağ partiler Türkçü milliyetçiler ile dolu değil miydi?

Otoriter siyaset anlayışı deseniz, yine tüm siyasi partiler bu yarışta en iyi ihtimalle başa baş gelir. En liberal diye tanımlanan ANAP, 12 Eylül darbesinin siyasi yasaklarını savunmamış mıydı? Şortla askeri kıta denetledi diye “demokrat” sayılan Turgut Özal, 1980 darbesi ile kurulan hükümette ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı değil miydi? 90’lı yıllarda, Kürtlere karşı yürütülen kirli savaşın failleri CHP’liler miydi?

İktidar partisi ve çevresinin, her konuda olduğu gibi, bu konuda da söylediklerine bakarsanız, ülkeyi cumhuriyetin kuruluşundan bu yana veya AK Parti iktidarına kadar CHP yönetti sanırsınız. “Mesele, parti değil, askeri vesayet” derseniz, sağ siyasetin “askeri vesayet” konusunda itirazı, daha ziyade ordunun laiklik bekçiliğine soyunmasına karşıydı. Yoksa, bu ülkede hangi ana akım siyasi çevrenin militarist siyasetleri eleştirdiği görülmüş. En çok da bu memleketin sağcıları “Her Türk asker doğar” demiyor muydu? Halihazırda, askeri eleştirmek özgürlüğü var mı? Bırakın askeri, savunma sanayiine laf etmek mümkün mü?

Aslında, tüm bunları tekrar tekrar yazmaya gerek bile yok, ancak bunlar üzerinden yeni düşmanlar yaratılmaya çalışıldığı sürece tekrar tekrar hatırlatmakta yarar var. Bu işleri kurcalamaya girişenler, önce bu soruların cevabını versinler. En iyisi, önümüze bakmak dedik, o halde bıraksınlar, halkı bir siyasi parti ve seçmenine karşı “kin ve nefret yaratmaya” çalışmaktan da önümüze bakalım.