“Pazarlık yok, şart yok; çok daha önemli şeyler var”

“Çok daha önemli şeyler”in içinde yaşanmış ve dersler çıkartılması için arkamızda duran tarih var; toplumların canlı, akıcı sosyolojisi var; yürek burkan acıların, kabuk bağlayan derin yaraların açtığı izlere yerleşen kitle psikolojileri var; zenginlik ve refah içinde insan onuruna yakışan bir hayat standardı vaadeden ekonomik fırsatlar var; doğru ve gerçekçi okunması gereken bir jeopolitik ve dünya dengelerinin sunduğu bölgesel imkânlar var ve belki de en önemlisi bütün bu parçaları bir araya getiren ve sonuçlara ulaşan devlet aklıyla süreci kontrolü altına alan Devlet Bahçeli ve onu doğru bir şekilde anlayan ve stratejik düşünüp karşılık veren bir Öcalan var.

Bahçeli Öcalan’a bir davetiye gönderdi, Öcalan yayınladığı çağrı ile cevap verdi. Her şey bu canlı ve sürükleyici diyalogun içinde mevcut.

Öküzün altında yakaladıkları, sonra ellerinden kaçırdıkları buzağıların peşinde koşan gazetecileri ve yorumcuları; “bu işten benim menfaatim ne olacak?” sorusuna cevap arayan siyaset bezirgânlarını; hem nalına hem mıhına vurarak meselenin tam orta noktasını arayan parti kurmaylarını bir kenara bırakın. Kulisleri, dedikoduları, Bahçeli’ye, Öcalan’a sempatinizi veya öfkenizi boş verin. En yalın haliyle gerçeklere eğilin. İşte o zaman ortada bir pazarlığın veya ağır-ciddi havalarda masaya konmuş şartların olmadığını, bütün bunları aşıp her şeyi bastıran büyük dalgayı fark edeceksiniz.

Sırrı Süreyya Önder, dün Habertürk’te yanlış anlaşılmanın ızdırabı içinde kıvranarak ortada bir pazarlığın dönmediğini, herhangi bir şartın ileri sürülmediğini söylerken aslında herkesin görmesi gereken bir gerçeği ifade ediyordu: Şartların, pazarlıkların ve bugünün aktörlerinin ötesinde tarihin zorladığı mecburiyetlere uygun davranmaktan ibaret, taraflardan beklenen feraset.

Kısaca nesnel şartlar, öznel tutumları, çıkar hesaplarını ve savrulmaları fersah fersah aşıyor.

Kürtlerin nesnel şartları:

İsrail ABD’ye şikâyette bulunuyor: Türkiye, Suriye’de üç adet askerî üs kuruyormuş. Kimi caydıracak, kimi koruyacak?

Bahçeli ile Öcalan arasındaki diyalog kazaya uğramadan sonuç verirse, Türkiye’nin üslerinin Suriye’deki Araplardan önce Kürtler için bir güvence olacağı geleceği hayal edebilirsiniz.

Milliyetçi hamaset jeopolitiği gözardı eder. Bağımsız ve Birleşik Kürdistan’ın Kürtler için açık ve geniş bir hapishane olmak dışında şansı yok. Türkiye’nin Suriye Kürtlerini Fırat’ın doğusuna sıkıştırma baskısı jeostrateji olarak ısrarla uygulandı. PKK yıllarca Amanos dağlarından, gerilla taktikleri ile Akdeniz’e geçiş imkânı aradı. Karadeniz dağlarındaki etkinlikleri de bu yüzdendi. Artık sıcak veya soğuk denizlere çıkan zorlayacakları kapı kalmadı.

Irak Kürdistan’ı Bağdat’a değil, Türkiye’ye ve özellikle Türkiye’nin Güneydoğusuna entegre oluyor. Diyarbakır ve Van, Erbil veya Süleymaniye’den daha canlı ve cazip bir Kürt kültür ve ekonomi merkezi haline geliyor. Siyasî etiketleri, milliyetçi şablonları bir kenara bırakın: Kürt coğrafyası kültürel ve ekonomik olarak kendi doğal dinamikleri ile tektipleşiyor. 20 yıl önce düşman telakki edilen Barzani, bugün Türkiye’nin en makbul bölgesel partnerlerinden biri. Bu coğrafyaya bir de barışın yerleştiğini, çatışmaların ekonomik ve psikolojik yükünden kurtulduğumuzu düşünün. Kürtlerin Rojawa (Batı) adını verdikleri Cezire bölgesi, Türküyle Kürdüyle Türkiye’nin güvencesinde olursa?

Kürtlerin dünyaya açılmak için geçeceği yolların tamamı Türkiye’de. Buna karşılık Kürtlerle uyumlu bir Türkiye, tartışmasız hükmünü yürüten bir bölgesel oyuncu haline geliyor.

Şartları ve pazarlıkları aşan, bulunduğumuz coğrafyaya bizi çivi gibi çakıp kader birliğine mecbur bırakan tarihin tam olarak dönüm noktasındayız.

Psikolojiyi yönetmek:

Önümüzde duran sorunu çözmek ve barışı tesis ederek ortak irademizi tazelemek için ihtiyacımız olan araçların yüzde 90’ı psikoloji yönetiminden geçiyor. Ayrıntıları, eksikleri ve kuşkuları aşan psikoloji, durumun farkında olan Bahçeli ve Öcalan eliyle yönetiliyor.

Bahçeli, 22 Ekim’de Öcalan’ı DEM grubuna davet ederken gerçekte Kürtlere sesleniyordu. Öcalan, oldukça kısa ve rafine, üstelik hiçbir şart öne sürmeyen çağrısıyla Türklere seslenmiş oldu. Havayı bu kadar yumuşatan, güven ortamını hızla oluşturan iki ismin de kendi tabanlarına değil karşı tarafa seslenmesi oldu. Bahçeli sevimli, sıcak, nazik ve gönül alıcı telefonlarıyla Kürtlerin önüne yumuşak bir halı seriyor. Öcalan, Sırrı Süreyya Önder üzerinden bu zarafete, müstağni davranarak cevaplar veriyor.

Hala dışardan top çeviren, ricat yollarını emniyete almaya dikkatini veren AK Parti kanadı da, kullandığı sarkastik dilden vazgeçer ve Bahçeli’nin durduğu yere usul ve üslup olarak yaklaşırsa kervan yola düzülmüş olacak.

Süreci, sağlık sorunlarına rağmen Bahçeli’nin yönetmesi, Öcalan’ın da tevazu içinde karşı tarafta yerini alarak kendi muhataplarına talimatlar verebilmesi ve mesajların yerine ulaşması bu psikolojinin oluşmasının yegane sebebi.

İşe doğru yerinden başladılar. Şartlar ve pazarlıklar, sıralanacak anayasa maddeleri bu çok ihtiyaç duyduğumuz yapıcı psikolojiyi yok edebilirdi. Baksanıza, öküzün altında buzağı arayanlar Binali Yıldırım’ın anayasadaki vatandaşlık tanımı ile ilgili sözlerini köpürtüyorlar. Bu alan cehaletin at koşturduğu tüketici bir alan. Anayasamızda vatandaşlık tanımı mı var? 66. Maddeden “vatandaş kimdir?” sorusuna cevap devşirebilenler öne çıksın.

Rehabilitasyon:

Hafta sonu Diyarbakır’daydım. Moraller bozuk. Öcalan’ın çağrısı, tam bir hayal kırıklığı yaratmış. Ağızları bıçak açmıyor. Meseleyi ve tartışmaları bilenler, metindeki “kültüralist” kavramına takmışlar; kimlik ve kültürel hakların, en önemlisi ana dilde eğitim hakkının tartışma dışı tutulduğunu düşünüyorlar. Pazarlık yok

Kürtler pek sevmiyor ama, devlet aklı diye bir aktör devrede. Nitekim, bu Çözüm Süreci de o aklın eseri. Ete kemiğe bürünerek Devlet Bahçeli’de temsil ediliyor.

Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtçeye getirilen yasaklar, bir ulus devlet olarak bölünme paranoyalarının eseriydi. Coğrafya bizi kader birliğine zorladığına göre bu paranoyaların yerini karşılıklı güven ve onurlu-eşit bir işbirliği alacak. Kürtçe eğitim dahil bir çok sorun, bu işbirliği içinde kendiliğinden çözülecek. Yoksa, anadiline saygı göstermediğiniz bir halkla sırt sırta verip kader birliğine nasıl girersiniz.

Evet, pazarlık yok, öne sürülen ve müzakere edilen şartlar yok. Usul ve üslup olarak nezaket, saygı ve tevazu var ve birlikte sırtlandığımız tarihin, coğrafyanın ve dünya dengelerinin yük yük taşıdığı gerçekler var.

Tek tek ağaçları bir kenara bırakıp ormana odaklanmalıyız. Nasıl olsa ağaçlara da sıra gelecek.