Amasız ve fakatsız çağrı

22 Ekim’de MHP lideri Bahçeli, Abdullah Öcalan için umut hakkından bahsederek bunun karşılığında da PKK’ya silah bırakması talimatını vermesi çağrısını yaptığında sürecin iki gün önceki açıklamayla nihayetleneceği dar bir kesim haricinde çok gerçekçi bulunmamıştı.

Bahçeli’nin, o çok toz kaldıran cesur çıkışı beklenmedik bir sarahatle sonuç üretti. Abdullah Öcalan amasız ve fakatsız bir şekilde örgüte, bağlı tüm grupları da kapsayacak şekilde seslendi.

“…silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum.

Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir.”

Bu satırların öncesinde de ana mesajın altını boşaltacak ve örgüte tevil alanı tanıyacak bir esneklik bulunmuyor.

Çağrı bir yanda Türkiye’nin son 40 yılını esir alan terör girdabından kalıcı olarak kurtulmasının kapısını açıyor diğer yanda Kürt siyasetini felç eden, örgüt vesayetiyle anlamsızlaştıran, silahın gölgesi altında boğan PKK yükünden kurtulmanın imkanını tanıyor.

Kürt meselesinin sebeplerine dair çok uzun değerlendirmeler yapılabilir ama hiçbiri PKK’nın hem Kürtler hem de ülkenin geneli için ürettiği maliyeti meşrulaştırmaya yetmiyor. PKK’nın silahları bırakıp ortadan kalması da meselenin birçok cüzünde çözüm sağlandığı anlamına da gelmeyecek. Hatta Ahmet Türk’ün metni Kürtçe okumasını resmi dille konuşmadığı gerekçesi ile yayınlamayan TV kanallarının varlığı meselenin tek bir döneme, düzenlemeye ya da açıklamaya indirgenemeyeceğinin de ispatı.

Sadece güce sahip olmadığı için mağdur olan, iktidara gelebilirse sadece mağdurun değişeceği zihinler var oldukça sorun da devam edecek. Ama meselelerin konuşulabilmesi ve demokratik talepler için çok daha meşru bir zemin oluşacak.

Perşembe günü yapılan açıklama sürece dair daha ilk günden beri var olan eksikliği daha da görünür hale getirdi. Erdoğan’ın ve AK Parti’nin böylesi tarihi bir çağrıda bile herhangi bir iletişim kurgusunun olmaması, sahiplenmekte yaşadığı tereddüt tüm aktörlerin de sürecin sahiciliğine dair tereddüt etmesini beraberinde getirdi.

Öcalan’ın “PKK silah bıraksın” çağrısına neredeyse üzülen ve tepki gösteren kesimlerin itirazları ise iktidarın karşı bir iletişim stratejisi ve söylemi olmadığı için ister istemez kamuoyu algısını daha fazla şekillendirme fırsatı buldu.

AK Parti’nin devlet yönetme tecrübesi böylesi kritik bir dönemeçte sürecin iletişimi ve içerik yönetimi için fazlasıyla yeterli olduğuna göre burada bir kapasite sorunu değil irade ve niyet açığı akla geliyor.

Tam da bugün Devlet Bahçeli’nin yokluğu iktidardaki tereddüdü daha da hissedilir hale getirdi. Nitekim Bahçeli’nin Ramazan vesilesi ile yaptığı paylaşım bile “Ne mutlu bizlere ki, sahte ayrımcılıkların, yapay anlaşmazlıkların, cepheleşme ve yanlış anlamaların milli hayatımızdan tamamıyla sökülüp atılacağı kutlu bir dönemin eşiğindeyiz.” satırları ile diğer iktidar sözcülerinin uzun ama sahiplenme üretmeyen tutumlarından daha anlamı bir yere oturdu.

Cumhurbaşkanı iktidarın süreci sahiplenmedeki açığını dün akşam saatlerinde bir nebze telafi eden bir konuşma yaptı. Kanal 7’nin 30. yıldönümü nedeniyle düzenlenen törendeki sözleri belki de işin başından beri yaptığı en kritik açıklamalardan biri oldu. “Silah ve terör baskısı ortadan kalkınca doğal olarak siyasetin demokratik alanı daha da genişleyecektir. … Terörsüz Türkiye’nin kazananı Türk, Kürt, Arap, Alevi, Sünni, muhalif, muvafık ayırt etmeksizin 85 milyonun tamamı olacaktır.” Erdoğan aslında daha önceki süreçlerden aşina olunan engellemek için çıkarılacak provokasyonlara karşı duyarlıyız sözleriyle de meselenin ciddiyetinin de altını çizdi.

Sürece dair en yapıcı ve dengeli açıklamalardan biri CHP Genel Başkanı Özgür Özel’den geldi. Hem destek veren hem farklı kesimlerin meşru endişelerini dile getiren hem de ülkedeki genel demokrasi sorununa vurgu yapan açıklamanın dar siyasal eleştirilerden uzak durması da olumlu idi. Özel’in ve CHP’nin asıl sorunu kendi tabanında Kürtçe ve Kürt alerjisi olan kesimleri yönetip yönetemeyeceğinde düğümleniyor. Bu da ister istemez iktidarın en güçlü iki alternatifinden birinin demokrasi talebinin ne kadar kapsayıcı olduğunun sorgulanmasını beraberinde getiriyor. Milliyetçi reflekslerle böylesi kırılma anlarında tepkisel davranmak küçük partiler için anlaşılır ama iktidar namzedi olmak daha makro ve uzun vadeli bakmayı mecbur kılıyor.

Bugüne kadar ülkenin doğu ve güneydoğusunda daha az demokratik, daha az şeffaf, daha az hukuki pratiklerin uygulanması güvenlik gerekçeleri ile meşru bulundu. Ülkenin diğer bölgelerindekiler ‘hukuksuzluk’ kendilerine dokunmadıkça buna ses etmeyi düşünmediler. Hatta 40 sene boyunca geniş kesimler o günkü iktidarı desteklemese de bunu dert etmedi. Sonra orada gelişen hukuk dışı pratikler ülkenin geneline yayıldı. Şimdi hukuksuzluk siyasetin hâkim pratiği haline geliyor. Bu da alakart demokrasinin anlamsızlığını gösteriyor.

Öcalan’ın çağrısının PKK silah bırakmasıyla daha demokratik bir ortama zemin hazırlayacağı beklentisini doğrulamak için acele etmemekte fayda var. Cumhurbaşkanı dün akşamki sözleri ile ilk kez sürecin demokratik bir ayağı olabileceğini de ilan etmiş olsa da kısa süre içerisinde yeni kayyımların olmayacağının garantisi yok. Dileyelim ki daha mutedil bir süreç yaşayalım.

Öyle olmasa da PKK’nın amasız ve fakatsız silah bırakması herkes için doğru olan. Buna geçmiş acılar ya da gelecek korkuları ile karşı çıkmanın kimseye faydası yok.