Ak Parti’nin 8’inci Genel Kongresinin en çok milletvekili transferleri ile gündeme geldiği görülüyor.
“Yenilenme – Değişim” çok sınırlı. Çok sınırlı yani, bundan sonrasında kitleler nezdinde Ak Parti’yi yeniden hareketlendirecek bir nitelikte görünmüyor. Yani “Şu değişim şu ihtiyaca tekabül ediyor” denecek flaş bir isim yok ortada.
Erdoğan zaten tek aday ve onun yeniden tek fire olmaksızın seçilmesi de tabii. Yani Erdoğan Ak Parti’ye yeniden seçildi diye bir heyecan üretimi de söz konusu değil.
Belki parti MKYK’sında “Ülkücü ağırlığı”nın artmış olması partinin gidişatı - geleceği açısından özel bir önem taşıyor olabilir.
“Transferler” öne çıktı, evet. Rozetleri Erdoğan taktı, hepsi de MKYK’ya alınarak ödüllendirildi.
Transfer edilenlerden bir kısmı “orda da olur burda da…” muamelesi görüyor. Yani “ortalama” milletvekili. Parti değiştirmeleri yadırganmıyor. Acaba eski partilerinde de ihmal edilebilecek bir kişilik konumunda mıydılar?
Yeni yerde istisna tanınmaksızın her birine parti kademesinde yer verilmesi, orada farklı bir kıymet-i harbiyeye tekabül etmeleriyle bağlantılı olmalı. Olmalı elbet, Erdoğan gibi bu tür transferlere çok da sıcak bakmayan birisi rozet taktığına göre, Erdoğan nezdinde özel bir kıymet-i harbiyeye sahip olmalılar.
Onu siyaset okuma – yazması olan herkes biliyor: Erdoğan’a 360 parlamenter imzası lâzım. Parlamentoyu erken seçime götürecek ve Erdoğan’ın yeniden aday olabilmesine imkân sağlayacak 360 imza… Yoksa aday olamıyor.
Anayasa değişikliği daha zor. Ona 360 da yetmiyor. O zaman referanduma gidilir ki oradan nasıl bir sonuç çıkacağı öngörülemez. Bir de siyaseti “halk oyunda reddedilerek” noktalama riski var. Onun için Meclis’te diyelim 2027 son baharında erken seçim kararı alınabilirse hesap cuk oturacak. (Seçime girince halkın nasıl oy vereceği de belirsiz tabii ki… İmamoğlu gerilimi onunla bağlantılı)
Onun için Abdülkadir Selvi’nin yazdığına göre Erdoğan “Gel gel” diyormuş diğer partilerdeki tüm milletvekillerine… “Ne olursan ol gel” nidası da kültürümüz içinde zaten!
Kürtlerle ilişki biraz sorunlu gibi görünüyor. “Bahçeli’nin açtığı “Öcalan’lı çığır” sonunda Erdoğan’a DEM desteği getirir mi?” gibi bir ihtimal üzerinde durulmuştu. DEM oradan bağlansaydı belki bu transferlere bile gerek kalmazdı. Ama orada işler biraz dikenli tarlada ilerlemeyi andırıyor. Bir yandan “İmralı heyeti” Öcalan’dan aldıkları heyecanla Kandil, Kuzey Irak demeden dağ – bayır dolaşıyor, diğer yandan DEM belediyelerine sapır sapır kayyım atanıyor. DEM yöneticilerin kafası karmakarışık. “Ne istiyor Erdoğan bizden?” sorusu akıllarından çıkmıyor.
Bir yandan AK Parti yönetiminde “Kürt ağırlığı” azalmış. Orhan Miroğlu sürpriz bir şekilde MKYK dışında kalmış. Mehmet Uçum’la girilen polemik mi yaptı yapacağını yoksa Çalıştay tartışmalarında Hüda-Par’ın bedeli Miroğlu’na mı ödetildi?
Neyse, transfer önemli Erdoğan için. Haaa, transferlerle yürünen seçim yolculuğu “Şahsı”na hayır getirir mi, o da bir soru. Toplum sevmez bu transfer hikâyelerini… Akla “kumar borcu”, “Güneş Motel” lafları gelir hemen. “Ahlâk” konusu epey uzaklarda kaldı siyaset dünyasında ama gene de yaşanan boğulma hissinin de beslediği bir hassasiyet toplum şuurunun bir yerlerinde öfke doğurabilir.
Bir isim var “transfer” listesinde… Hani yukarda “Orda da olur burda da…” diye nitelediğim kesim var ya, onlardan farklı. Bir Anayasa Hukukçusu. Prof. Dr. Serap Yazıcı. Bu niteliği ile siyaset kulvarına girmiş. Ak Parti’nin “Parlamenter düzen anayasa taslağı”nda kocası Ergun Özbudun ile görev almış. Sonra Ak Parti “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne yönelince geri çekilmiş, bilahare Ahmet Davutoğlu ile Gelecek Partisi’nde siyasete yeniden başlamış. Antalya’dan, CHP listesinden Meclis’e girmiş.
“Cumhurbaşkanı ile konuştum, bana güven verdi” diyor Gelecek’ten istifa edip Ak Parti’ye transfer olurken… Herkesin şaşkın olmasını anlayabiliyor mu Serap Hoca diye merak ediyorum. Köşeli bir kişilikti Serap Yazıcı. Yani öyle, her yerde kolayca biçimlenecek birisi değildi. Anayasa Hukukçusu olarak, bir süredir iktidar cenahında ortaya serilen hukuksuzluklara karşı “En net” eleştirileri getiren isimdi. Bir kere Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin dengesiz – denetlemesiz bir tek adam yönetimine dönüşmesi karşısında “en net” ses yükseltenlerdendi. Ne oldu da böyle oldu? Acaba Cumhurbaşkanı Erdoğan ne dedi de Serap Hoca bunu “Güven verici” buldu? Mesela sistemin iyileştirilmesine yönelik bir görüşme mi oldu aralarında? Erdoğan hangi yetkilerinden vaz geçeceği ümidi verdi Serap Hoca’ya? Serap Hoca neye nasıl güven duydu da “En net” eleştirileri geride bırakıp “en net transfer” halkasına dahil oldu?
Bu yazılanların tamamı, Serap Yazıcı’nın “ilkesel” duruş ihtimalini dikkate aldığım içindir. “Naiflik” var ya serde, “Gerçekçilik” açısından eleştiriye açığım, zaman zaman yine “Naiflik” gereği Ak Parti içindeki hukukçulara sesleniyorum “Neredesiniz?” diye, Serap Hoca’dan da öyle bir beklenti içinde olayım, dedim kendi kendime…
Ötekisi, her transferde akla gelen “hesap” alanıdır. İnsanların “şaşırtıcı” bulması, Serap Yazıcı için olumlu düşünceler beslemelerinden kaynaklanıyor. Bundan sonra onun kişilik sınavı ile ilgilidir. Milletvekili seçilince her şey dokunulmazlık alanına girmiyor. Özellikle de “kişilik değerleri…” alanındaki esneklikler…