Öcalan’a “Kürt liderliği” payesi

Devlet Bahçeli grup kürsüsünden “Öcalan gelsin DEM grubunda konuşsun” dediğinde acaba süreç içinde Öcalan’a “Kürt liderliği” gibi bir pâye verileceğini hesap etmiş miydi?

Bir süreç ilerliyor, insanlar oraya – buraya gelip gidiyor ama garip biçimde işin merkezinde Öcalan yer alıyor.

Öcalan bir açıklama yapacak, Suriye’de bir şeyler olacak, Türkiye’de bir şeyler olacak. Bu arada Irak da sürece dahil. Çünkü Öcalan’ın kurguladığı formülün, tüm bu alanlardaki “Kürt ilişkileri”ni düzene koyması bekleniyor.

Bahçeli’nin çıkışının daha ilk planda Öcalan’la ilişkileri meşrulaştırdığı söylenebilir. (Bir yandan Türkiye çapında siyasi alanda terör bağlantılı operasyonlar sürerken…)

DEM cenahı artık rahat “Sayın Öcalan” diyor.

Bazı MHP’liler bile “Sayın Öcalan” demeye başladı, dil sürçmesi akışında.

Öcalan’ın sadece “Silâhlar sussun” demeyeceği kesinleşmiş gibi. Ya da sadece “Silâhlar sussun” demesinin hem alandaki beklentiye uygun düşmeyeceği hem de Kürt siyasetinin var olduğunu ısrarla ifade ettiği “Kürt sorunu” alanını es geçmiş olarak görüleceği muhakkak.

Öcalan’a gidip gelenler Türkiye ayağı için “Barış” öncelikli değerlendirmeler yapıyorlar, o da “silâhlar sussun”a denk gelmiş gibi gözüküyor ama meselâ Suriye söz konusu olduğunda Öcalan’dan daha somut değerlendirmeler ve öneriler geliyor.

Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve Ahmet Türk ile birlikte İmralı heyetinde yer alanlardan. O meselâ, Mezopotamya Ajansı’na verdiği mülâkatta, Suriye Kürtleri için Öcalan’ın şöyle düşündüğünü söylüyor:

“Öcalan, Suriye’nin toprak ve devlet yapısı olarak bütünlüğü ile Kürtlerin demokrasi temelinde bu bütünlük içinde yer almasını önemli buluyor. Devlet içinde devlet olamayacağı gibi tersinden oradaki Kürtlerin Arap milliyetçiliği içinde erimeleri de elbette beklenemez.”

Buradaki “Arap milliyetçiliği içinde erime”ye konan rezerv, “Türkiye’deki talepler” açısından da dikkat çekici değil mi?

Bu arada bölgenin netleşmediğine, sürecin buna bağlı olarak belirsizlikler taşıdığına ilişkin tespitler de önemli. Bu noktada Öcalan’ı farklı görüyor Sırrı Süreyya, şöyle diyor:

“Şu anda ne ABD’nin, ne İsrail’in, ne İran’ın, ne Türkiye’nin ne de Suriye sahasındaki diğer aktörlerin nasıl bir yol alacağı netlik kazanmış durumda. Şam’daki yeni iktidarın da ne yapacağı, nasıl bir Suriye kurgulayacağı net değil. Öcalan tam da bu belirsizlik sürecinde bir kez daha kendi Ortadoğu projeksiyonunu bir öneri olarak ortaya koyuyor. Belki de bu açıdan en net olan, Öcalan’ın pozisyonu.”

Sırrı Süreyya Önder, Öcalan’ın Kürtler’in zaman zaman “güvenlik” ile “özgürlük” arasında tercih yapma durumunda kaldıklarını, “Konfederalizmi bu ikilemde bedel ödenmemesi için önerdiğini” belirttikten sonra, Türkiye’de “Devlet aklı”nın da bu noktada netleşmediğini ifade ediyor. Önder’in mülâkatından şu ifadeleri aynen almak isterim:

“İktidar, bizim atfettiğimiz anlamda "devlet aklını" devreye sokup, belirsizlik karşısında Kürtlerle barışacak ve Ortadoğu’da bu şekilde mi temel aktör haline gelmeye çalışacak, yoksa “kadife eldiven içindeki demir yumrukla” Suriye’de Kürtlerle sert bir çatışmaya mı girecek? Şu anda ulaşılmak istenen temel nokta bu iki seçenek arasında karar kılmak…. Bence hâlâ bu konuda net bir karara varılmadığı için Türkiye’de süreç net değil.”

Öcalan ile bir ilişki başladığı kesin. Bunu devlet başlattı. Bahçeli inisiyatif kullandı, Erdoğan biraz geriden – temkinli ama destek verdi.

Öcalan ile görüşülen çerçeve sadece “silâhlar sussun, toprağa gömülsün”den çok öte. Bu çok açık. Bu, sadece DEM dünyasındaki (ki gelen mesajlara bakıldığında buna Selahattin Demirtaş’ın da dahil olduğu söylenebilir) “Önder Öcalan” duygusallığının yansıması değil, işin mahiyeti – çerçevesi gereği çok öte. Şimdi İmralı Heyeti Barzani’yi, Talabani’yi de ziyaret edecek. Belli ki Öcalan’ın görüşleri oralara da taşınacak. İmralı Heyeti, bir tür Türkiye Cumhuriyeti Heyeti gibi de misyon üstlenmiş gözüküyor. Öcalan Sırrı Süreyya’ya “Sykes-Picot bitti, gelin yeni durumu görüşelim” diyor adeta…

Ankara’nın bütün bunları “İmralı’daki” ile görüşecek pozisyona gelmesi ilginç. Pozisyonlar denk mi? Ya da kim güçlü durumda? Meclis henüz seyrediyor. DEM bile, halk oyu ile seçilmiş karakterine rağmen etkinliği sınırlanmış halde ve gözünü İmralı’ya dikmiş durumda. Bunu Bahçeli’nin geliştirdiği meşruiyet sağladı.

Bütün bunlar iyi mi kötü mü? “Temkinli iyimserlik” demiş süreç için Sırrı Süreyya Kürt halkı açısından… Bahçeli’nin “Devlet aklı”nı arkasından sürüklediği süreç Türkiye için ne vadediyor? Türkiye de “temkinli iyimserlik” içinde olursa iyi mi? Meclis bir an önce sürece müdahil olsa iyi olacak. Devlet Bahçeli’nin inisiyatifi tüm Meclis için yeterli mi?

TÜSİAD’IN VESAYETİ Mİ?

TÜSİAD’da Türkiye’nin sorunları dile getirildi ve iktidar cenahı “vesayet” tepkisi gösterdi. Kısa değerlendirme şu: TÜSİAD’ın vesayeti mi kaldı? Bir soruşturma açıp Silivri tehdidi yaparsınız, yeni TMSF düzenlemesinin verdiği yetkiyle bir kayyım atarsınız, Devlet Denetleme Kurulu üzerinden gidersiniz olur biter. En güçlü vesayet kime ait bugün? Bu kadar güç ile hâlâ “vesayet” söylemini seslendirmek traji-komik kaçmıyor mu? “İç cepheye ne oldu?” diye sormuş dün Karaalioğlu. Sahi “İç cephe”yi azalta azalta nereye varacağız?