Siyasi atmosferi tarif etmek için önce eldeki verilere bakalım. Bakalım da gözaltılar, tutuklamalar, davalarla yükselen tansiyonun siyasi rekabete yansımalarını anlayabilelim. Gerilim yüksek ama siyasal güç sadece yargı eliyle yansımıyor; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın klasik, denenmiş ve sonuç almış oyun tarzı da tabloyu tamamlıyor.
Bu tabloda CHP’nin cumhurbaşkanı adayını erkenden belirleyecek olması sadece doğru bir hamle değil, zarurettir. Aksi düşünülemeyecek bir zaruret…
Neden?
Öncelikle Türkiye’nin her günü cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyası formatında geçmektedir. Küçük ya da büyük olup biten herhangi bir şey yok ki kampanya dışında kalsın. Bir açılış, bir uluslararası ziyaret, sıradan bir konuşma, ekonomik program ya da Öcalan’ın muhtemel çağrısı… Hepsinden aslan payı önce seçim kampanyasına ayrılır. Açık ifadeyle, herhangi bir konu Erdoğan’ın yeniden seçilmesine mani teşkil edecekse gündeme gelmiyor, gündeme gelmişse Erdoğan’a sağlanacak en yüksek fayda mutlaka gözetiliyor. Bunu yapacak propaganda gücü de malum…
Peki, Erdoğan her gününü ve her işini seçim kampanyasını gözeterek yaparken muhalefet ne yapıyor? Siyaset yapıyor ama kampanya yapmıyor. Aday belli olmadığı için rekabet hiç yapamıyor. Bu yüzden, CHP’nin adayını seçim takvimini beklemeden olabilecek en erken dönemde açıklama kararı alması isabettir. Muhalefet böylelikle tek taraflı sürüp giden kampanyaya katılacak ve iktidarın tek başına doldurduğu sahneye ortak olacaktır.
Bu noktada CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın bir araya gelerek en zor eşiği aşmaları son derece önemlidir. CHP kritik eşiği ustalıkla, akılla ve soğukkanlılıkla geçmeyi başardı. Özel, Yavaş ve İmamoğlu seçmenlerini hayal kırıklığına uğratmadan bu aşamayı geçerek, belki de siyasi hayatlarının en önemli işini yaptılar. Çok muhtemel ki iktidarın beklentisi ayrışma ve kavgaydı ama bu fırsatı vermediler. CHP’nin tarihinde örneği pek olmayan bir uzlaşma sergileyerek, yerel seçimde kazanılan birinciliğin de hakkını verdiler.
Uzlaşılarının detaylarını bilmiyoruz ama çok önemli değil. Önemli olan birlikte hareket etme kararlılığıdır. Masadaki potansiyelden “herkes yoluna” gibi bir sonuç da çıkabilirdi ama üç isim; doğru olanı yaparak birlikte yürümeyi seçti.
Şimdi görünen o ki 23 Mart’taki ön seçimden İmamoğlu aday oyarak çıkacak ve sonrasını onun yürüyüşü, kampanya becerisi ve oluşturacağı atmosfer belirleyecek. Aday ilan edildikten sonra, siyasi enerji İmamoğlu ve Erdoğan rekabetinde yoğunlaşacak. Bir anlamda İmamoğlu için yeni bir siyasi aşama başlayacak. Hata kaldırmayacak zor bir süreç… Erdoğan da ilk kez güçlü ve dişli bir rakiple yarışma tecrübesini yaşayacak. Bugüne kadar rakipleri son 45 günde ortaya çıktığı için Erdoğan her defasında beş yıllık kampanya avantajıyla sandığı gidiyordu. Muhalefetin aklı da hep, son 45 günlük resmi kampanyada olduğu için Erdoğan beş yıllık uzunu ve rahat kampanya döneminin avantajını yaşıyordu.
Bu kez oyun değişiyor ve iki aday aynı anda tartıya çıkıyor. Belki diğer partilerin adayları da yarışa erkenden katılacak. Muhalefet, Başkanlık sistemini eski sistemden ayıran en önemli özelliği de böylelikle keşfetmiş olacak. Bu sistemde her günü kampanya havasında geçirmek olmazsa olmaz önemdedir. Muhalefetin tutkusunu göstermek ve erken seçimi zorlamak için tek yolu da erken sahaya inmektir.
Şunu da ekleyelim… Kabiliyeti, kalitesi, gücü ve vizyonu olan aday da sanılanın aksine yıpranmaz, rakibini yıpratır.
Bir not da İBB Başkanı’na… İmamoğlu için bu dönem bir yandan ülkeyi yönetmek kapasitesini anlatmak, bir yandan da hakkındaki siyasi yasak hedefli “siyasi” davalara kaşı milletin desteğini kazanmak fırsatıdır.