Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “bu seçim benim için bir final. Bu seçim, yasaların verdiği yetkiyle katıldığım son seçimim” dedi.
Bu sözleri “kalbime bir bıçak gibi” saplanmadı, boğazım düğümlenmedi.
Öte yandan bunu müjdeli bir haber gibi görüp adaklar da adamadım, kutlamak için ziyafet sofraları da kurmadım.
Çünkü biliyorum ve iddiaya da girerim ki bu seçim Erdoğan’ın son seçimi olmayacak.
Daha önce de yazmıştım, çok erken bir seçim Erdoğan’ın tabiatına uygun değil ancak seçime çok kısa bir süre kala TBMM’den bir erken seçim kararı çıkarttırıp, yeniden aday olmanın yolunu açacaktır.
TBMM’nin bugünkü aritmetiğinde erken seçim kararı aldırmak için yeterli oyu bulması zor ama seçim çok yaklaştığında bir daha milletvekili olamayacaklarını bilenleri türlü vaatlerle ikna etmesi zor değil. Bay Kemal’in kendisini aday göstersinler diye bol keseden dağıttığı milletvekillerini bu işe ikna etmesi onun için çocuk oyuncağı olur.
Erdoğan, ahir ömründe dua edip, namaz kılarak kabir hayatına hazırlamak için bir kenara çekilecek bir karakter hiç değil.
Zaten politikayı bırakmaktan filan da farkındaysanız hiç söz etmiyor.
Öte yandan partinin genel durumuna ve Erdoğan ailesinin gelecek ile ilgili olası beklentilerine bakınca da Erdoğan’ın bu sözlerinin “oy için gönüllere oynamaktan” ibaretolduğunu söylemek de mümkün.
Erdoğan, dört yıl sonraki seçim için “Putin modeli” (*) bir çıkış düşünmüş olsaydı, yerini bir dönemliğine bırakacağı politikacıyı da bu seçimde görücüye çıkarırdı.
Bunun yapılacağı en iyi yer de İstanbul olurdu ki geleceğin iki Cumhurbaşkanı adayı, bu seçimde karşılaşırlar ve Erdoğan kafasındaki planın doğru olup olmadığını bu seçimde test etmiş olurdu.
Murat Kurum bu çapta bir parti görevlisi değil.
Ve Erdoğan o kadar baskın bir politikacı ki zaten artık AKP diye bir partiden de söz etmek kolay değil. Erdoğan varsa var, Erdoğan yoksa yok.
O partinin Erdoğan çevresindeki ilk halkası bu gerçeği bizlerden daha iyi biliyor olmalı. Gerekirse jiletleri bileklerine dayarlar, “gidersen keseriz” deyip Erdoğan’ı yine de bırakmazlar.
Nitekim Bekir Bozdağ, “TBMM’nin alacağı bir erken seçim kararıyla” Erdoğan’ın yolunu açabileceğini fısıldadı bile.
Öte yandan “bırakma” diye Erdoğan’ın eteğine yapışacaklar listesinin ilk sırasına ailesini de yazmak lazım.
“Eski Cumhurbaşkanının çocuğu” olmak başka, “Cumhurbaşkanının çocuğu” olmak başka.
Kamu kaynaklarıyla kurulup, sefası sürülen sözde vakıfların olanaklarını dağdan gelip, bağdakini kovacak olana kaptıracak değiller ya?
Ve kuşkunuz olmasın ki Erdoğan da çok iyi biliyor ki “ben gelene kadar koltukta otursun” diye oraya konulan herkes sonunda o makamın gereklerini yerine getirmek için dayanılmaz bir istek duymaya başlıyor.
“Emanetçi” diye koltuk emanet edilenler, bir süre sonra kendilerini o koltukların gerçek sahibi zannediyorlar ve öyle davranıyorlar.
Siyasi tarihimiz bunun örnekleriyle dolu.
Erdoğan, Davutoğlu ile yaşadığı deneyimi de hâlâ hatırlıyor olmalı.
Yani üzülenlerin üzülmesine gerek yok, boşa sevinç gösterileri de gerekmez: Erdoğan, ilahi bir engelle karşılaşmaz ise seçim kaybetmeden koltuğu bırakmaz.
* * *
Avrupa’yı istikrarsızlıktan koruyan lider!
Macaristan Başbakanı Viktor Orban geçtiğimiz hafta Antalya’da yaptığı konuşmada şunu söyledi:
“Türkiye olmasaydı şu anda Avrupa, AB ülkeleri tamamıyla istikrarını kaybetmiş olurdu. Erdoğan bir yerde Avrupa kıtasını kurtardı.”
İnsanın göğsü gururla kabarıyor tabii, ne de olsa bizim Cumhurbaşkanımız, tek başına Avrupa’nın istikrarını korumayı başarmış ve bir yabancı devlet adamı da minnetle bunu ifade ediyor.
Avrupa neden istikrarını kaybedecekmiş de Erdoğan bir hamlesiyle bunu bertaraf etmiş?
Bunun yanıtı belli: Göçmenler için Türkiye’nin “ara durak” olmaktan çıkıp, hedef ülke haline dönüşmesi.
Şu anda Türkiye’de 3 milyon 180 bini Suriyeli geçici sığınmacı olmak üzere 4 milyon 643 bin göçmen yaşıyor.
Suriyeli sığınmacı sayısının fazla olması normal, ülkelerinde bir iç savaş çıktı ve onlar da yapabilecekleri ilk şeyi yapıp komşu ülkelere; Türkiye, Ürdün ve Lübnan’a kaçtılar. Türkiye’deki sığınmacı sayısı Ürdün’dekinin iki katı kadar.
Araştırmalar gösteriyor ki bu sığınmacıların yüzde 20 – 25 kadarının geri dönebilmesi mümkün olacak geri kalanlar Türkiye’nin yerleşik nüfusuna eklenecek.
Belli bir süre içinde çoğunluğunun vatandaşlığa geçmesi de söz konusu olacak.
Zaten unutmamak gerekiyor ki Suriyelilerin yarısı 18 yaşın altında ve çoğunluğu Türkiye’de doğdu, Suriye diye bir ülkeyi görmediler, hatırlamıyorlar.
Afganistan’dan Türkiye’ye yönelik göç, Taliban’ın yönetimi devralmasıyla hızlandı ve yasa dışı göç olduğu için tam sayıyı gerçekte kimse bilemiyor.
Türkiye bu göçmenlerin topluma entegrasyonu ya da uyumu için herhangi bir program uygulamıyor.
Eğitim çağında kaç Afgan var bilmiyoruz ama Suriyeli çocukların üçte birinin eğitim olanağına kavuşmadığını biliyoruz.
Eğitilmemiş, bir meslek sahibi olamamış, Türkiye toplumunun şartlarına uyum sağlayabilmeleri için gerekli herhangi bir programa tabi tutulmamış göçmenlerin gelecekte Türkiye’nin istikrarı için tehlikeli olabileceğini söyleyenlere ırkçı damgasını kolayca yapıştıranlar var ama bunun ırkçılık ile ilgisi yok.
Bu soruna dikkat çekilmesini “ırkçılık” suçlamasıyla engellemek, sorunu büyütüyor, hükümetin uyum ve eğitim sorunlarını çözmek için yapması gerekenlerin konuşulmasını engelliyor.
Erdoğan da Avrupa’yı olası bir istikrarsızlıktan koruyan ancak Türkiye’yi bu tür istikrarsızlığa açık bir ülke haline getiren bir lider olarak Avrupalıların alkışını hak ediyor.
(*) Putin modeli: Putin’in bir dönem için Rusya Federasyonu Devlet Başkanlığı’nı Başbakanı Medvedev’e bırakıp, Başbakanlık grevini üstlenmesi ve dönem sonunda Medvedev ile görevleri bir kez daha değişmeleri.