Bu kez ‘dalga’ bizim kanalın duvarlarına vurdu.
Dalga demişken…
Eskiden bir su birikintisindeki çalkantıyı ifade eden bu sözcük 2007 yılındaki Ergenekon Davası’ndan beri hukuk terimi olarak da kullanılıyor. Birbirini takip eden operasyonlara dalga deniyor.
Geçmişte kaldığını sandığımız bu siyasi çalkantı Akın Gürlek’in İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na getirilmesinden sonra hayatımıza geri döndü.
Artık her pazartesi sabahı hangi muhalifin ziline basılacak, sıra kime gelecek diye endişe içinde uyanıyoruz.
Halk TV sürekli hedefteydi ve kapımıza dayanmak için bahane aranıyordu.
Ekrem İmamoğlu’nun şaibeli bilirkişi raporlarına imza atmakla suçladığı S.B. ile yapılan söyleşi bu operasyona gerekçe yapıldı.
Adliyenin yedinci katı
Beş arkadaşımızın savcılığa çıkarıldığı çarşamba günü İstanbul Çağlayan Adliyesi’ne geldim. Adliyenin yedinci katında onlarca gazeteci, milletvekili ve hukukçu bekliyordu.
O an kafama dank etti.
Bu kat Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu’na ait değil mi?
“Yanlış mı hatırlıyorum” diye şüpheye düşerek, çevremdekilere sordum.
“Öyle” dediler.
Dahası ifadeleri alan savcı yıllar sonra ‘uyandırılan' Gezi Parkı soruşturmasına da bakıyormuş.
İyi de bizim arkadaşlarımız terörle veya örgütlü bir suçla itham edilmiyor ki?
İki suçlama yöneltiliyor:
Konuşmaların kayda alınıp yayınlanması.
Yargı görevini yapanı etkilemek.
Bunlar Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu’nun alanına girmiyor.
Dava açılırsa ağır cezada değil, asliye ceza mahkemesinde görülüyor.
Peki, neden Halk TV soruşturmasına Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu bakıyor?
Çünkü muhaliflerin şüphelisi olduğu her siyasi soruşturma fiilen terör ve örgütlü suç kapsamında ele alınıyor. Neredeyse muhaliflerin boşanma, alacak-verecek ve miras davaları bile ağır ceza mahkemelerinde görülecek.
Bu, düşman ceza hukukunun yeni sürümü olsa gerek.
İmamoğlu da bugün aynı katta ifadeye girecek. Başsavcı Akın Gürlek’i tehdit, bilirkişiyi hedef gösterme ve yargılamayı etkilemeye teşebbüsle suçlanan İmamoğlu, geçen gün şaşkınlığını saklamayarak, şöyle dedi:
“Terör savcısı benden ifade alacakmış. Hangi kimlikle benden ifade alacaksın diye soracağım!”
İlahi, Ekrem Bey!
Hangi kimlikle olacak?
Sizin muhalif kimliğinizle…
Suç yok, görev var
İmamoğlu, yaşayarak öğrendi ki…
Muktedirler hiçbir hukuk kuralı ve ceza yasasıyla bağlı değilken, muhalifler hem yasalarda yazılı emir ve yasaklardan sorumlu tutuluyor hem de yasadışı yaptırımlara maruz kalıyor.
Halk TV’nin başına gelen, işte bu çifte standart.
Bilirkişi S.B. ile yapılan söyleşinin izinsiz yayınlanıp yayınlanmadığı bahsi Türk Ceza Kanunu’nun değil, belki Basın Konseyi’nin alanına girer. Gazetecilik mesleğine ilişkin etik bir tartışma, şüpheliler Halk TV çalışanı olduğu için terör suçuna sokuluyor.
Ortada suç yok, gazetecinin görevini ifası var.
Bu bilirkişi, İmamoğlu tarafından hakkındaki her soruşturmada şaibeli rapor yazmakla itham ediliyor.
İmamoğlu’nun açıklamasını takip eden Pehlivan, atak davranıp
bilirkişiyi arıyor.
Kimliğini saklamıyor. Arkadan iş çevirmiyor. Zaten bilirkişi de Pehlivan’ı tanıyor. Sorulara yanıt veriyor. Halk TV’yi ve İmamoğlu’nu suçluyor. Halk TV Program Müdürü Kürşad Oğuz, kaydı Genel Yayın Yönetmenimiz Suat Toktaş’a yolluyor. Toktaş, hemen ekrana veriyor.
Kayıt olduğu gibi yayınlanarak, S.B.’ye yanıt hakkı tanınıyor.
Söyledikleri ne kesiliyor ne de sansürden geçiriliyor.
Ne bilirkişinin görüntüsü ne de adresi veriliyor.
Bu çaba zamanla yarışan bir haber televizyonunun meslek aşkı diye övülmesi gerekirken, ağır biçimde cezalandırılıyor.
OHAL sürüyor
OHAL, 2018 yılında kalktı.
Fakat muhalifler için fiilen devam ediyor.
Savcılık, adliyeye başvurup ifade vermek istediğini beyan eden Barış Pehlivan’ı Halk TV binasından gözaltına aldı.
Seda Selek, polislerin evine gittiğini spor salonunda haber aldı. Bekletmemek için koşardım geldiği kapının önünde eşofmanlarıyla ‘kıskıvrak’ yakalandı.
Serhan Asker, TBMM’den çıkarken alındı.
Suat Toktaş ve Kürşad Oğuz, bir gün sonra Halk TV binasından götürüldü.
Kaçmadılar.
Çağrılsalar dakkasında savcılıkta olurlardı.
İmha edecekleri bir kanıt yoktu.
Geçtim kanıtı; bilirkişi S.B’nin şikayeti bile hala alınmış değil. Üstelik bu suç şikayete tabi olduğu halde…
Çünkü asıl amaç, Halk TV’nin kapısından adam almak.
Muhalif medyanın amiral gemisini suni ‘dalgalarla’ batırmak.
Halk TV’nin sahibi Cafer Mahiroğlu’na diz çöktürmek.
Başaramadılar.
Zor, oyunu bozdu.
İzleyicilerimiz Halk TV binalarında ve adliye önünde kendiliğinden toplandı. Yurdun dört köşesinde dalgakıran gibi sokaklara çıktılar.
Dört arkadaşımız salıverildi.
Ne var ki Suat Toktaş’ı tutukladılar.
Toktaş, şu an Türkiye cezaevlerinde konuşmaların kayda alınıp yayınlanması ve yargı görevini yapanı etkilemek suçlarından tutuklu tek mahkum olabilir. Varsa bile Silivri F Tipi Cezaevi’nde yatanı yoktur. Toktaş, ceza üst sınırı yedi yıl olan bu suçlardan Silivri’ye atıldıysa, cümle alem biliyor ki, suç işlediğinden değil, Halk TV’yi yönettiği için…
Militan hukuk
Toktaş, mahkemede “Gazetecilik faaliyetimin siyasi yargılamaya konu edildiğini düşünüyorum” derken, çok doğru bir tespit yapıyor.
Cumhur İttifakı 2023’te aldığı yüzde 52’lik güvenoyunu yerel seçimde kaybetti. Erdoğan, şu an azınlık oyuyla çoğunluğa hükmediyor.
İlk erken seçimi kaybedeceğini görüyor.
İktidarını sürdürebilmek için, militanlaştırdığı yargı erkini ve devletin zor gücünü kullanıyor.
Transferlerle TBMM’de 360 eli bulup Türkiye’yi erken seçime götürerek, adaylık hakkı kazansa bile seçimi garantilemek istiyor. Bunun için muhalefete, onun potansiyel cumhurbaşkanı adaylarına ve medyaya karşı dalga üstüne dalga geliyor.
AK Parti, seçeneksiz…
Erdoğan, rakipsiz kalmak istiyor.
En kötü ihtimalle, yenebileceği bir rakiple yarışmak istiyor.
Serbest seçimler fiilen ortadan kaldırılıyor.
Cumhurbaşkanının dilediği kadar aday olabildiği, rakipsiz girdiği sandıktan yüzde 86 ile çıkabildiği bir Ortaasya ülkesine dönüştürülmesi hayali kuruluyor.
CHP’li belediyelerin terör, rüşvet ve yolsuzlukla ilişkilendirilmesi; DEM Partili belediyelere kayyum atanması; Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ’ın tutuklanması; İmamoğlu’nun kuşatılması ve Halk TV’nin kapısına dayanılması, bundan ötürü.